Karşıtını icat etmek...

Ömer Erdem

Kurt, tabiatta hiçbir zaman suyun üst kısmında durup aşağıda bekleyen kuzuya ‘suyumu bulandırıyorsun’ demez. Çünkü bunu iddia etmek gerekçe yaratmaktır fakat insan dışındaki canlılar arasında gerekçe olgusu yoktur. Kurt kuzuyu ele geçirdiğinde doğası gereği onu midesine indirmek ister. Doğrudanlık gerçekli doğallıktır tabiatta. Kuzu da otlarken ağzını uzattığı ota ‘yolumu neden kapatıyorsun, bak senin yüzünden ilerleyemiyorum’ diye seslenmez. İştahla otu koparıp midesine indirir o da. Yaşam döngüsü canlılar arasında önlenemez haldir ve onların beslenmek için uyguladığı strateji öldürmek ve yok etmek, başkasının hakkını gasp edip saklamak amacı gütmez. İnsan, ‘neden suyumu bulandırıyorsun’ sözü misali, hayvanları ve canlıları kendi niyetine alet eder. Doğanın dengesini bozmaktır bu. Fizikenzayıf bir canlı olarak, hayatta kalmak, aklını kullanmak ve strateji geliştirmek hakkıdır. Bu hak ona da doğadan gelir. Bunun bir adım ilerisinde ise kötülük başlar. İnsan ‘çok problemi’ne sahip bir varlıktır. Çoğun doğası başkasından eksiltmeye dayanır. Kötülüğün kökü oradan yeşerir. Bulanan su değil varlıktır.

Nedir kötülük? Onu insanın ırasına bağlı antropolojik bir kanama diye yorumlayanlar var. Hatta burada içinden çıkılamaz pek çok teolojik ve felsefi tartışma barındığı iddia ediliyor. Kötülüğün ne olduğu konusunda henüz bir sonuca varılmış değil ama insanın tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi kendi ihtiyacının ilerisine geçtiği her anda kötülük de yeşermeye başlıyor. Haddini bilmek sadece kişinin payına düşene razı olması diye düşünülemez. Haddini bilmek insanın aday olduğu yer ve istediği şey ile kendi gerçekliğini bağdaştırabilme yeteneğidir. Kişi bir başına bunu başaramadığında yakınları ona yardım etmekle sorumludur. Toplumsallık denilen şey de zaten karşılıklı sorumluluklar dengesinin kurulmasıdır. İnsan ancak sorumlulukları dengelenmiş ve eşit bir toplumda güvenle ve gelişerek yaşayabilir. Kötülük, sorumluluktan kaçmak olduğu kadar başkasının sorumluluğunu mülkiyet edinmekten geçer. Hukuk ve güç görüntülü nice mülkiyet özünde kötülük saklanmış hak iddiasıdır.

İnsan ilişkileri yekpare bir çizgide ilerlemediği için onun doğası da tek bir yöntemle anlaşılamaz elbette. Hayatta sebep sonuç ilişkilerinin dışında çalışan derin ve karmaşık psikolojiler yumağı vardır. O yumak sanat, felsefe gibi disiplinlerin yaratıcı hamlelerinden yürüyen ipuçları sayesinde daha kolay çözülebilir. İnsana ve topluma güç ilişkileri ve hiyerarşisi üzerinden çizilecek her yol sonunda çatallanacak hayat kadar insanı da daha karmaşıklaştıracaktır. Şu ana değin insanın kat ettiği bütün irtifalar sanat ve düşüncenin çocuğudur. Unutulmasın.

Cennetin ne olduğunu bilmiyoruz. O bir tasavvur. Belki de dünyada çıkış yolu bulamayışın bir tasavvuru. Dünya ise cennetin hilafına insanın her çağda cehenneme çevirdiği bir yer. Ne tabiat ne de onun içindekiler sorumlu bundan. Tek sorumlu insan ve onun tercihleri. Ne zaman ki insan türlü türlü kutsallar icat eder, ne vakit ki insan kendini yüceltmeye girişir her iki durumda da karşıta ihtiyaç duyar. Elbette, güzel, iyi, yüce olanı kavrayıp anlayamayan insan ve toplulukları vardır. Fakat iyi, yüce ve güzel olanın seviyesi karşısına biri geçip itiraz ettiğinde hangi dile ve yönteme büründüğüdür. Uylaşma kabiliyeti bir yok etme yöntemi değil birlikte yaşama neşvesi olabildikçe anlamlıdır. Eğer mükemmel bir entegre düzeni arıyorsak tabiatı gözlemlememiz yeterlidir. Zaten kutsal kitaplar da sıklıkla bu entegrasyona vurgu yaparlar, ‘dağların dağları, yıldızların yıldızları’ izlemesindeki uyuma dikkat çekerler. Ne bir yıldız başkasına ne de başka bir dağ diğer dağa benzemez çünkü. Nehirler gibi denizler de ayrı ayrıdır. Kış bahar değildir, sonbahar ise yaz.

Karşıtını icat etmek tabiatın dışına çıkmak olduğu kadar bir tabiat zaafıdır. Sipere yatan, karşıda bir siper ve içinde düşman olduğuna inanmadığı sürece bulunduğu hal anlamsızlaşacaktır. S. Beckett’ın ‘Godoyu Beklerken’ oyununda yapmak istediği de biraz buydu. İnsanın karşıtını icat etme zaafı ve hastalığını vurgulamaktı. Her tür karşıt icadı yaratıcılığın ve ahlakın temelindeki sebepsizliği de yok eder. ‘Neden suyumu bulandırıyorsun’ paradigmasını geliştiren durduğu yerin biraz üstünde ona da sorabilecek başka bir kurt olabileceğini düşünmez. Oysa, yukarı doğru suyu bulandırmayı icat eden kurdun kendisi de bulandırmanın sürekliliğine dahil olur. Böylece aşağıdaki kuzuya soru sorma ve onu yok etme hakkı olduğuna inanır. Dikkat edin ne kadar teorisi çürük, ne kadar yöntemi insani değerlerden beri ve ne kadar başkasından kopardığı mülkün, malın üstüne oturan varsa hepsinin ortak icadı budur; başkasını, yani düşmanını icat etmek.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.