Bize anlatılan hikâyeyi değiştirip başka bir hikâye anlatacağız

Osman Çakmakçı

Şöyle etraflıca derinden düşündünüz mü, dünyayı hiçbir zaman olduğu haliyle, salt o olarak ve çıplak gözle göremediğinizi, ama bize anlatılan hikâyeler dolayımında onu algıladığınızı fark ediyorsunuz. Salt gerçeklikle bizim idrakimiz arasında anlatılan hikâyeler var; yorumlar var, imgeler var, teoriler var. Biz dünyayı kendi yolumuz yordamımızca tanıdığımızı sanırken, aslında bu hikâyelerin bize anlattığı biçimde tanıyoruz. Dünya bize salt gerçeklik ve çıplak olarak görünmüyor. Zaten böyle bir şey de imkânsız. (Tarihin başlangıcından beri imkânsızdı.)

Aslına bakarsanız, gerçeklik diye bir şey yok, o da aslında bir hikâyeden ibaret. Tarih de öyle: Tamamıyle bir hikâye. Bize öyle bir şekilde anlatıyorlar ki biz tarihi o şekilde biliyor ve kabul ediyoruz. Ama bir gün biri çıkar, hikâyeyi değiştirir, farklı bir hikâye anlatır o zaman tarih de gerçeklik de değişir. Dünya artık başka bir şey olur. Bambaşka yepyeni bir dünya olur. Daha önce hiç görmediğimiz, bilmediğimiz bir dünya olur ve bu dünyanın kendine ait koşulları, hakikatleri, imkânları ve sorunları olur.

Örneğin romancılar, örneğin Dostoyevski, bize hep hikâyeler anlatır. Bu hikâyeler aslında gerçekliğin belirli bir yönden görülmesidir. Sonra bu anlatılanlar yorumlar ve gerçeklikler halini alır ve gerçeklikle ilişkimizi bu hikâyeler aracılığıyla kurarız. Ne kadar hikâye varsa o kadar da gerçeklik vardır. Tolstoy, Aristoteles, Heidegger, Platon, Nietzsche bunların anlattıkları aslında hikâyelerdir. Gerçekliği dönüştürürler; aslına bakarsanız ortada dönüştürülecek bir gerçeklik de yoktur; yaptıkları aslında gerçekliği yaratmaktır. Her düşünür her romancı her şair bir gerçeklik yaratır. Biz de o gerçekliğe ya inanır ya da onu reddederiz.

Ama bazıları gerçekliği reddetmek ya da onaylamakla yetinmezler. Kendi hikâyelerini anlatmak isterler. Kendi hikâyelerini anlatarak, var olan hikâyeyi (demek gerçekliği) ilga etmek isterler. Her şey hikâyedir. Yeni bir hikâye anlatan kendi anlattığının da yeni de olsa bir hikâye olduğunun bilincindedir. Ama öyle değil mi zaten, gerçeklik yoktur, ama sadece hikâyeler vardır. Gerçeklik bu hikâyeler aracılığıyla var olur. Değişen her hikâyeyle birlikte gerçeklik ve dolayısıyla insan da dönüşür.

Şimdi biz, ‘Duygu Çağı’nda yaşayanlar, bize anlatılan hikâyeyi reddetmek ya da ona boyun eğmekle yetinmiyoruz. Kendi hikâyemizi anlatarak onu dönüştürmek istiyoruz. Değiştirmeye çalıştığımız hikâye bize daha çok Batı tarafından ve kazananların tarafından anlatılan hikâyedir. Biz kaybetmişlerin hikâyesini anlatmak, ona yeniden hayat vermek istiyoruz. Kaybedenlerin de bir hikâyesi vardı ve eğer o hikâye anlatılsaydı kim bilir dünya nasıl farklı bir yer olurdu. Akıl, rasyonalizm, pragmatizm, kapitalizm, para vs. işte şimdi egemen olan bunların topu bir hikâyedir; kendi gerçekliklerini yaratmışlardır. Biz kapitalizmin bir mukadderat olmadığını, aksine kazanmış olanların anlattığı bir hikâye olduğunu biliyoruz. Ve biz bize anlatılan bu hikâyeye göre hayata bakmayı, hayatı öyle yaşamayı istemiyoruz. Duyguyu, ham duyumu savunuyoruz. İlk teması yüceltiyor ve hikâyemizi onun açtığı yollarda kurmayı hedefliyoruz. Bu çabamızda biraz mistisizm de var, içe bakış da var, kabuller de var, ama aynı zamanda ten de var, sonluluk duygusu da var, biyoloji de var. Ve elbette ki insanoğlunun yegâne ışıkları olan edebiyat ve felsefe de var.

Dünya bize anlatıldığı kadar karmaşık ve dolambaçlı değil: Kazananlar ve kaybedenler var. Bir de ne kazanmak ne de kaybetmek, ama doğayla uyum içinde, insanın zaaflarını kabul edip birlikte yaşamak isteyenler var. Biz işte bu çağa ‘Duygu Çağı’ diyoruz.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (18)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.