Erken Osmanlı tarihinin bacanak meselesi

Hakan Erdem

Âşıkpaşazâde’yi esas alacak olursak, Edebâli’nin doğumundan, kronikçimizin, onun oğlu Mahmud Paşa’ya erişerek menâkıb aktarması tarihi arasında iki asırdan fazla bir zaman vardır.

Şeyh Edebâli’nin, Vefâî- Babaî bağlantılarına ve kuruluş dönemindeki rolünü anlamaya çalışıyorduk ki karşımıza Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’nın kimin bacanağı olduğu “meselesi” çıktı. Meseleyi tırnak içinde yazdım çünkü tarih, biraz böyle bir disiplin. Herhangi bir konuyu “mesele” yapabilirsiniz de, yapmayıp geçebilirsiniz de. Bu yazı dizisindeki asıl konuyu, yani Edebâli ve Babaîleri göz önünden ayırmayarak, dahası Edebâli’yi kendi ortamında ve ilişkiler ağı içinde değerlendirmeye bir katkısı olacağı umuduyla evvela Çandarlı Kara Halil’in bacanaklık meselesini anlamaya çalışalım diyorum.

Allahtan rekabet hâlindeki adayların sayısı fazla değil. Biri Edebâli’nin kendisi. Diğeri de Osman Bey. Bu bakımdan yüzlerce yıla yayılan zihnî faaliyetlerinin sonucu olarak sadece bu iki isimle iktifa eden Osmanlı tarihçilerine ve tarih araştırmacılarına müteşekkir olmalıyız sanırım. Merhum Münir Aktepe, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’ndeki alakalı makalelerinde Kara Halil ve Edebâli’nin, Tâceddin-i Kürdî’nin kızlarını almak suretiyle bacanak oldukları ve Halil’in de bu vasıtayla, Edebâli’nin kızıyla evli olan Osman Gazi’ye akraba olduğunu yazmıştır.

Çandarlı Kara Halil ve onun soyundan gelen veziriazamlar hakkında merhum İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Çandarlı Vezir Ailesi adlı araştırması hâlâ değerini korumaktadır. Maalesef, değişik öğrenci nesilleriyle birlikte yaptığımız “deneysel” tarih çalışmalarından edindiğim bir kanaat, genç araştırmacıların, eski kuşak tarihçileri doğrudan okumaktan kaçındıkları ve/ya buna gerek görmedikleri yolundadır. Ara sıra sorduğum “mihenk” sorulardan birisi “Çandarlılar aslen nereliydi?” sorusudur. Buna verilen cevabın çok büyük oranda ve hafif bir şaşkınlık eşliğinde “Candaroğulları Beyliği” olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Oysa, Uzunçarşılı, Çandarlılar hakkındaki monografisinde olsun, ondan daha önce yazdığı Osmanlı Tarihi’nde olsun, ailenin kurucusu Kara Halil’in Karamanoğlu topraklarından geldiğini söylüyor. Uzunçarşılı, kendi zamanındaki Çandarlı ailesi arasında Kara Halil’in Eskişehir ve Seyitgazi taraflarından olduğu yolunda bir anane olduğunu aktardıktan sonra, 18. Yüzyılın ünlü biyografi âlimi Müstakim-zâde’ye dayanarak onun Sivrihisar’a bağlı Cendere köyünden geldiğini aktarıyor. Tahrir defterlerinde Sivrihisar’da yalnızca Çandır adlı bir köy olmasına, öte yandan Nallıhan’a bağlı bir Cendere köyü bulunmasına dayanarak da, Kara Halil’in köyü Cendere’nin, eskiden Sivrihisar’a bağlı olan Nallıhan’ın köyü Cendere olmasının kuvvetli ihtimal olduğu sonucuna ulaşıyor. Bu noktada, Osmanlı kroniklerinin rivayetinde Edebâli’nin de Karamanlı olduğunu ekleyelim. Hatta Uzunçarşılı, kaynağını zikretmemiş ama Edebâli’nin geldiği yeri de “Aslen Karaman (Konya ve Sivrihisar) tarafları” olarak gösteriyor.

Uzunçarşılı, Taşköprizâde / Mecdî’de bu yolda bir rivayet olduğunu bilmesine rağmen, kendi monografisinde Kara Halil’in, Edebâli ile bacanak oldukları görüşüne biraz mesafeli durmuş görünüyor. En azından ikisinin bacanak olduklarını vurgulamamış ve Kara Halil için, “Ahî teşkilatına mensup olduğu ve Osman Gazi’nin kayınpederi olan Ahî reislerinden Şeyh Edebali’nin akrabasından bulunduğu bütün tarihî kayıtlarla malûmdur” demekle yetinmiştir. Yalnız Uzunçarşılı’nın da Kara Halil’i, Orhan Gazi’nin yaptırdığı İznik Medresesinin ikinci müderrisi olan Tâceddin-i Kürdî’nin damadı olarak kabul etmekte bir beis görmediği anlaşılıyor. Uzunçarşılı’nın, Edebâli’nin ikinci eşinin Tâceddin-i Kürdî’nin kızı olduğu kaydını bilmemesi mümkün olmadığına göre, Hayreddin Halil ve Edebâli arasındaki ilişkinin bacanaklık olduğunu söylememesini biraz manidar buluyorum.

Aktepe’nin ise Taşköprizâde’nin Eş-Şaka’ikü’n-Numaniyye’sinde ve onun Mecdî Efendi tarafından 1587’de Arapçadan Türkçeye yapılan Hadâikü’ş-Şakaik adındaki tercümesinde bulunan bu Edebâli ile bacanaklık kaydı konusunda herhangi bir tereddüt göstermediği görülüyor. Buna göre, Tâceddin-i Kürdî’nin iki kızından biri Edebâli, diğeri Kara Halil ile evlenmiş. Mecdî, Mevlana Tâceddin’in, “Edebali’yi ve Kadı Hayreddin’i damad” edinerek “bir duhter-i muhadderesini” (namuslu kız evlat) biriyle ve bir “duhter-i muvakkaresini” (vakarlı kız evlat) diğeriyle evlendirdiğini söylüyor.

Edebâli’nin ölümü için hemen bütün kaynaklar 1326 yılını veriyor. Ama Âşıkpaşazâde’nin, onun, “damadı” Osman’ın ölümünden birkaç ay önce vefat ettiğini söylediğini dikkate alırsak, Osman Bey’in bugün kabul edilen ölüm tarihi de 1324 olduğu için, Edebâli’nin ölümünü de 1324’e çekebiliriz. Yine Âşıkpaşazâde’ye göre 125 (hicrî) yıl yaşayan Edebâli’nin bu hesapça 1200’lü yılların hemen başında doğmuş olması gerekiyor. Kara Halil’in ne zaman doğduğunu bilmiyoruz ama onun da kesin ölüm yılı biliniyor. Bu tarih 1387’dir. Sırf tarihler arasındaki uçuruma bile bakarak Edebâli ve Kara Halil’in bacanak olmalarının neredeyse imkânsız olduğunu söyleyebiliriz.

Kaldı ki, bütün bu bacanak rivayetlerini kendisine borçlu olduğumuz Âşıkpaşazâde, Edebâli ve Kara Halil’in bacanak olduklarını açıkça söylemiyor. Hatta Halil’in kimin kızıyla evlendiğini de söylemiyor. O, Edebâli’nin oğlu ve I. Mehmed (1403-1421, tek başına 1413-1421) dönemine erişen ve 100 yaşından fazla yaşayan Mahmud Paşa’yı kendisinin sözlü kaynağı olarak göstererek, Edebâli’nin biri gençliğinde ve biri yaşlılığında olmak üzere iki kez evlendiğini ve Osman Gazi’ye ilk karısından olma kızını verdiğini söylemiştir.

Burada bir lâhza duralım ve Âşıkpaşazâde’nin kendisinden menakıb naklettiği Mahmud Paşa’nın da ancak Edebâli’nin ikinci karısından, yani Tâceddin-i Kürdî kızından doğmuş olabileceğini söyleyelim. Şöyle ki, bu görüşmenin mantıken I. Mehmed’in saltanatının son yılından, yani 1421’den daha geç olması imkânsızdır. Âşıkpaşazâde’ye göre 100 yaşından fazla yaşayan Mahmud Paşa’nın da böylece yaklaşık olarak 1320’de doğmuş olması gerekiyor ki bu da Edebâli’yi onun doğumu sıralarında 120 yaşlarında yapar! Diğer dikkate almamız gereken tarih ise tabii ki Âşıkpaşazâde’nin kendi doğum tarihidir. Bu da 1400 yılı civarında olarak kabul edildiği için, Mahmud Paşa’nın, babasının evlilikleri hikâyesini kundaktaki bir Âşıkpaşazâde’nin kulağına fısıldayıp hemen ölmesi hâlinde bile, Edebâli, Mahmud doğduğunda 100 yaş dolaylarında olur!

Hâliyle, Mahmud Paşa ile Âşıkpaşazâde, Âşıkpaşazâde’nin bebekliğinde görüşmeyeceklerine göre, buradan yola çıkarak Edebâli’nin, Mahmud’un babası olma yaşının 100’dense 120’ye yakın olduğunu kabul etmemiz gerekir. Görüşmenin I. Sultan Mehmed zamanında geçtiğini bir veri olarak alırsak, bunu belki I. Mehmed’in bütün Osmanlı ülkesinin padişahı olduğu 1413 yılı ve sonrası olarak yorumlayabiliriz. Orta yolu bulmaya çalıştığımız bu senaryoda da diyelim ki 1413’te görüştüler ve Mahmud Paşa hemen vefat etti; 100 yaşından çok yaşadığını dikkate alıp bu rakamı 1413’ten çıkarırsak, onun doğum yılı olarak 1313 yılını buluruz. Edebâli de 1324 (veya 1326) yılında 125 yaşında öldüğüne göre, Mahmud’un doğumu sırasında yaklaşık 113 yaşında olur.

Bu egzersizi yapmamın nedeni hesaplara ve ihtimallere boğularak kafa karışıklığına yol açmak değil tabii ki. Fakat “125 yaş” kaydını kabul ettiğimiz takdirde, Edebâli’nin doğumundan, Âşıkpaşazâde’nin, onun oğlu Mahmud Paşa’ya erişerek menâkıb aktarması tarihi arasında iki asırdan fazla bir zaman var. Bu mesafenin nasıl kapanabileceğini irdeliyoruz. Görüldüğü gibi, hem Edebâli’nin hem Mahmud Paşa’nı yaşlarını kabul ettiğimiz takdirde bu süre belki kapanıyor ama o zaman da Edebâli’nin kesinlikle 100 yaşından sonra, 113, belki de 120 yaşında baba olması ihtimallerini konuşurken buluyoruz kendimizi. Belki bütün meseleler çözülmez, sonuçta babası 1324 yılında ölen Mahmud Paşa’nın, 1400 doğumlu Âşıkpaşazâde’ye menâkıbı ne zaman aktarmış olabileceği de sorunlu ama hadiseyi biraz daha inanılırlık ölçülerine çekmek için bir çare, Edebâli’nin, 1200’lerin başlarında değil, çok daha sonraları doğmuş olduğunu kabul etmektir. Bu da belki, Edebâli’nin Mahmud’a baba olmasını kolaylaştırır ama 1239’da öldürülen Baba İlyas’tan iyice uzaklaştırır ve onun birinci kuşaktan bir halifesi olduğu yolundaki tezleri külliyen imkânsız kılar. Nasıl hesaplamaya çalışırsak çalışalım, Âşıkpaşazâde’nin Edebâli’nin oğlu Mahmud Paşa’dan menakıb aktarma hikâyesinde zaman açısından ciddî kurt yenikleri var ve daha sonra göreceğimiz gibi sorunların hepsi bu kadarla sınırlı da değil.

Bacanaklık konusuna dönersek, Âşıkpaşazâde’nin, günümüzde olduğu kadar eski Osmanlı müelliflerinin de kafalarını karıştıran ifadesi Edebâli için “Ve pirliğinde alduğı hatun Tâceddin-i Kürdî kızıydı. Hayreddin paçanak oldı” şeklindedir. Âşıkpaşazâde, burada Halil’in kimin kızıyla evlenerek kimle bacanak olduğunu açıkça söylemediği için Taşköprizâde / Mecdî’de olduğu gibi bu kişiden kastedilenin Edebâli olduğu kolayca düşünülebilir. Hatta salt gramer açısından bakılırsa bu şekilde anlaşılması daha doğru, daha mümkündür. Fakat Âşıkpaşazâde, Osman’ın Edebâli’ye damat olduğunu anlatmaktaydı, vurgu Osman üzerineydi, anlatılan mucizevî evlilik onundu. Dolayısıyla, Kara Halil’in Osman’a bacanak olduğunun, başka bir deyişle Edebâli’nin bir diğer kızını aldığının anlatılması bağlam açısından daha uygun düşerdi.

Nitekim Oruç Bey, Âşıkpaşazâde’nin bu pasajını böyle anlamıştır. Edebâli için “Tâceddin-i Kürd kızından olan kızını, Hayreddin Paşa’ya virmişidi. Osman Gazi, Hayreddin Paşa’ya bacanak olmuş idi” dediğini görmüştük. Bu ifadeden de kıdemli olan bacanağın Hayreddin Paşa olduğu, Osman’ın, Edebâli’nin kızıyla daha sonra evlendiği anlamını çıkarmak mümkündür. Oruç’un, Âşıkpaşazâde’nin anlatımındaki kopuklukları gidermesi ve metni şerh ederek daha anlaşılır bir hâle getirmesi de böyle!

Âşıkpaşazâde’yi kaynak olarak yoğun bir şekilde kullanan Neşrî ise şöyle diyor:

“Bu Ede-Balı didüğimüz şeyh yüz yiğirmi yaşında vefat itdi. Ömrinde hemân iki hatun aldı: Birin civanlıkda, birin pîrlikde. Evvelki hatunınun kızın Osman Gazi’ye virdi. Sonragı hatunı Tâceddîn-i Kürt kızıydı. Hayreddîn Paşa’yıla bacanak oldılar. Bu menâkıb Ede-Balı oğlı Mahmûd Paşa’dan nakl olundı.”

Kaynağını hiç anmayan Neşrî’nin, bir kalem oynatmayla onun sözlü kaynağı Mahmud Paşa’yı da, tabii ki “Sultan Murad’ın babası Sultan Mehmed zamanında” ifadesini çıkararak ve anlatımı birinci tekil şahıstan kurtararak işin içine kattığı görülüyor. Öte yandan, Âşıkpaşazâde’de ki muğlaklığı biraz daha törpüleyerek ve “Hayreddîn Paşa’yıla bacanak oldılar” diyerek, bacanak olanların Edebâli ve Halil Hayreddin oldukları yönünde bir adım daha atmış görünüyor.

Âşıkpaşazâde, Kara Halil’in, Osman Bey tarafından Bilecik kadısı yapıldığı bilgisini de veriyor. Uzunçarşılı, “[B]unun Osman Gazi zamanında Bilecik kadılığında bulunması yaşı itibarıyla tereddüdü mucip oluyor; fakat Osman Gazi’nin son senelerinde Orhan Bey’in babasına vekâlet ettiği birkaç sene içinde bu hizmette bulunması kabul olunabilir” diyor ama bu bile çok şüphelidir. 1324’ten önce, beyliğin en büyük yerleşim yerine kadı olabilmesi için Kara Halil’in medrese eğitimini tamamlamış ve belli bir yaşa ulaşmış olması gerekirdi.

1412 yılında ölen ve eserini 15. Yüzyılın başlarında, Emir Süleyman döneminde yazan Ahmedî’ye bakıldığında, Kara Halil’in Osman Bey zamanında Osmanlı hizmetine girdiği ve önemli görevlere getirildiği gibi bir izlenim hiç edinilmiyor! Onun, I. Murad dönemini anlatırken Ahmedî için söyledikleri şöyledir:

“Bî-nevâlıkdan koyuban Çenderi

Katına geldi Halil-i Çenderî

Bu kamusıla ki ‘ilmi azıdı

Her hünerde ‘arî vü nâsazıdı

Gurbet ü hâlin ü fakrin bildi ol

Lutfıla anı ehl-i mansıb kıldı ol

‘Âkıbet mülke itdi vezir

Ne vizâret ki oldı bir ulu emir”

Evet, Uzunçarşılı’nın dikkat çektiği gibi Ahmedî’nin, Kara Halil’i küçümsediği görülüyor ama söyledikleri gayet açık; yoksulluktan dolayı köyünü terk eden Halil, I. Murad’ın katına geliyor, gurbet hâlini ve yoksulluğunu bilen Murad onu önce “ehl-i mansıb” yapıyor, sonra da vezirliğe ve emirliğe kadar yükseltiyor. Hem Kara Halil’in hem de I. Murad’ın çağdaşı olması hasebiyle, Âşıkpaşazâde’dense, Ahmedî’nin tercih edilmesi düşüncesindeyim. Osman, hatta Orhan zamanında önemli kadılıklar yapmış olsaydı Halil neden yoksul olacaktı ki?

Toparlamaya çalışayım; Çandarlı Kara Halil’in Edebâli ile bacanak olması, en azından Edebâli hayattayken imkânsız, Osman Bey ile bacanak olması da çok zor görünüyor. Osmanlı kroniklerinde, Çandarlı Kara Halil’in, Edebâli’nin “kavmi” (Âşıkpaşazâde) veya “hısmı” (Neşrî) olduğunun belirtilmesi ise, bu önemli ailenin de Karamanlı ve dahası Vefâî- Babaî bağlantılarını işaret etmek açısından dikkat çekicidir. Erken Osmanlı kroniklerinin efsane üretme kapasitelerinin yüksekliği ve kronoloji açısından sergiledikleri sorunların çokluğu hususu ise baki.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.