Prof. Dr. Aziz Can Tuncay: Yargıya güven eksikliği beni hukuk etiğine yöneltti

Prof. Dr. Aziz Can Tuncay: Yargıya güven eksikliği beni hukuk etiğine yöneltti

İş hukuku alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Aziz Can Tuncay, son yıllarda hukuksal etik ve adalet konularına yöneldi. Tuncay, gazeteci Abbas Bilgili ile yaptığı söyleşide, “Yargıya güven eksikliği beni hukuk etiğine yöneltti” diyerek akademik ilgi alanındaki değişimin gerekçesini anlattı.

Prof. Dr. Aziz Can Tuncay, gazeteci Abbas Bilgili’ye verdiği söyleşide, akademik ilgisinin neden iş hukukundan hukuksal etik ve adalet gibi alanlara kaydığını anlattı. “Yargıya güven eksikliği beni hukuk etiğine yöneltti” diyen Tuncay, iktidarın hukuk kurallarına uymadığı dönemlerde temel ilkelerin, özgürlüklerin ve anayasal değerlerin anlamsızlaştığını, öğrencilerin de bu durumdan etkilendiğini vurguladı.

Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görev yapan Tuncay, hukuk eğitimine olan ilginin azalmasının, kendisini felsefe, tarih ve etik gibi alanlara yönelttiğini ifade etti. Sokrates’ten Spinoza’ya, Voltaire’den Marcus Aurelius’a uzanan düşünürlerin etkisiyle yeni bir entelektüel yönelim içine girdiğini söyleyen Tuncay, eşitlik ilkesine duyduğu bağlılığın da bu süreçte belirleyici olduğunu belirtti. Tuncay, hukukun etik değerlerle birlikte ele alınması gerektiğini savunuyor.

İKTİDAR VE HUKUK

Abbas Bilgili (AB): Hocam, biz sizi iş hukukçusu olarak biliyoruz. İş hukuku camiası da sizi yakından tanıyor. Ancak son yıllarda iş hukukunun dışına çıkarak, farklı alanlara doğru yelken açtığınızı görüyoruz. İş hukukunun dışına çıkma ihtiyacını neden duydunuz?

Aziz Can Tuncay (ACT): Son yıllarda iktidar hukuk kurallarına uymuyor ya da işine geldiğinde uyuyor işine gelmediğinde uymuyor. Böyle olunca hukuk fakültelerinde anlatmaya çalıştığımız hak, hukuk, adalet, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ilkeleri, ifade ve basın özgürlüğü gibi temel özgürlükler de havada kalıyor. Hukuka ve Anayasaya saygı duyulmayan bir ülkede hukukçu olmak, hatta özgür insan olarak yaşamak zor. Bundan öğrenciler de şikayetçi. Hukuka güven, derslere ilgi azaldı. Böylece başka alanlara yönelme ihtiyacı duydum. Bundan yaklaşık on beş yıl önce anlatmaya başladığım “Hukuksal Etik” derslerini hazırlarken, daha yakından incelemeye çalıştığım eski filozofların düşünce ve hayatları bende büyük hayranlık uyandırdı. Sokrates, Platon, Aristoteles, Marcus Aurelius, Spinoza, John Locke, Voltaire ve diğerleri. Böylece felsefeye, değişik fikir akımlarına ve tarihe ilgi duymaya başladım.

AB: 1982 yılında yayınlanan doçentlik tezinizin adının “İş Hukuku Açısından Eşit Davranma İlkesi” olduğunu biliyoruz. Bu eser eşitliği iş hukuku bağlamında ele almakla birlikte, eşitlik esasen yüzyıllardır felsefenin ve hukukun temel kavramlarındandır. Son yıllarda yazdığınız kitaplarda, önceden eşitlik kavramı üzerinde çalışmış olmanızın etkisi var mı?

ACT: Doğru. Doçentlik tez konusu olarak 70’li yılların sonunda “İş Hukukunda Eşit Davranma İlkesi”ni seçmiştim. Öteden beri J. J. Rousseau’nun “insanlar eşit doğarlar” sözü hayatıma ve çalışmalarıma yön vermiştir. İnsanlar arasında cinsiyet, din, etnik köken ve hatta milliyetleri açısından ayrım yapılmasını doğru bulmam. Eşitlik ilkesi, dünyanın tüm demokratik, uygar ülkelerinde sosyal hayatta, hukukta ve düşünce hayatında en temel ilkelerden biri olmuş, anayasalarda yerini almıştır. Kaleme aldığım Hukuksal Etik Dersleri, Adalet Peşinde ve Portrelerle Anarşizm kitaplarımın ilham kaynağı etik ve eşitlik ilkesi olmuş olabilir.

f5fsa5f-001

AHLAK ADALET ÖZGÜRLÜK

AB: Son on yıl içinde özellikle hukuksal etik, adalet, tolerans, tarihte ünlü davalar gibi konular üzerinde yoğunlaştığınızı ve bu konularda kitaplar yayınladığınız görüyoruz. Öncelikle “Hukuksal Etik Dersleri” isimli kitabınız hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

ACT: On beş, on altı yıl önce üniversitemizin de (Bahçeşehir Üniversitesi) kurucu üyesi olduğu Uluslararası Hukuk Fakülteleri Birliği (IALS)’nin o yıl Canberra’da gerçekleştirilen genel kuruluna üniversitemizin temsilcisi olarak katıldığımda dernek toplantısı dışındaki bilimsel toplantıda katılan hukukçular tarafından “hukuksal etik” konusu işleniyordu. Bu kavramı ilk kez orada duymuştum. Meğerse dünyadaki birçok hukuk fakültesinde bu konu bir ders olarak okutuluyormuş. Maksat, hukuku salt bir kurallar bütünü olarak görmek ve uygulamaktan ziyade konuluşunda, uygulanışında ve yargısal denetiminde etik, ahlâk, adalet ve özgürlüklere saygı çerçevesinde değerlendirmek ve uygulamak. Bundan ve sunulan tebliğlerden çok etkilenmiş olarak bunu bir ders olarak fakültemde okutmak istedim ve dönünce de yaptım. Yanılmıyorsam bu ders, Türkiye’de ilk kez bizim fakültede okutulmaya başladı. O yıllarda, Yargıtay Yargı Etiği İlkeleri de hazırlanıp hayata geçirilmişti. Bir yıllık hazırlık çalışmasından sonra, bu konudaki kitabımın ilk baskısı çıktı.

AB: “Yargı Etiği Açısından Tarihte Büyük Davalar” isimli kitabınız da dikkat çekici. Hakikaten tarihte Sokrates, Dreyfus gibi önemli davalar insanlık için önemli ibretler sunuyor ve siz de bunları anlatıyorsunuz. Bu davalar bugünün insanına ne anlatıyor?

ACT: Bu kitabı büyük bir heyecan ve hevesle yazdım. Esin kaynağım da İstanbul Barosu tarafından 1941 yılında yayınlanan Tarihi Davalar başlıklı kitapçıktır. İngiliz yargıç John Macdonell tarafından yazılmış ve Türkçeye çevrilmiştir. Tarih, başta düşünce ve bilim insanları olmak üzere pek çok değerli insanın doğrulara inandıkları ve onları dile getirdikleri için haksız yere yargılanmalarına hatta idamlarına tanık olmuştur. Bu yargılamalar sahte delil, yönlendirilmiş bilirkişi raporları, yalancı tanık beyanlarına dayandırılmış, hatta işkence yoluyla elde edilmiş ifadelere (delillere) dayandırılmıştır. Sokrates’ten Giardano Bruno’ya, Jeanne d’Arc’tan Yüzbaşı Dreyfus’a kadar mağdurlar böyle düzmece mahkemelerden geçmiştir. Kitapta ayrıca 1306’da Fransa’da tutuklanan Tapınak Şövalyeleri’nin yargılanıp ölüme gönderilmelerine, yine Ortaçağda Avrupa’yı kasıp kavuran cadı davalarına (60 bin civarında kadın, cadı suçlamasıyla yakılmıştır), korkunç engizisyon mahkemelerine de yer verilmiştir.

EKSİĞİMİZ TOLERANS

AB: Bence oldukça dikkate çeken bir kitap ismi de “Eksiğimiz Tolerans.” Ne yazık ki bizim toplumumuz oldukça huzursuz ve oldukça çekişmeci bir toplum. Eksiğimiz olan tolerans için neler söyleyeceksiniz?

ACT: Uzun süredir gözlemliyorum. Toplum hayatımızın her alanında (siyasette, dinde, sporda, sanatta) insanlar kendisi gibi düşünmeyenleri suçlamakta, aşağılamakta, hatta dövmeye öldürmeye çalışmaktadır. Trafikte, futbol karşılaşmalarında, siyaset kürsülerinde böyle. Hoşgörü yok, kavga var. Bunun böyle olmaması gerekir aslında. Katılmasak da farklı fikirde, dinde, soyda olanlara saygı duyulması gerekir, eğer huzurlu ve barış dolu bir toplumda yaşamak istiyorsak.

AB: Sanırım bu kitapların dünyasına girince “anarşizm” ve “ortaçağda tarikat şövalyeleri” gibi konular da ilginizi çekmiş olmalı ki, bu konularla ilgili kitaplarınız da çıktı. Kısaca bunlarla ilgili de bilgi verebilir misiniz?

ACT: Ünlü Rus Anarşist ve bilim adamı Pyotr Kropotkin’in “Etik” adlı kitabını okuyunca Anarşizm düşüncesi bana ütopik olsa da çok ahlaklı ve insani, dahası ideal bir siyasi rejim olarak göründü. İnsanın hak ve özgürlüğüne odaklanmış o bilim adamları ve aktivistleri bu uğurda idam sehpasına bile çıkmışlardır. Anarşistlerin macera ve tehlike dolu hayatlarından etkilendiğim için yazdım “Portrelerle Anarşizm” adlı kitabımı. Bu siyasi ve ekonomik rejimi sosyalizm, komünizm gibi yakın kavramlarla da kıyasladım. “Orta Çağda Tarikat Şövalyeleri” kitabım ise küçük bir kitap. Bu kitapta da Ortaçağı kasıp kavuran, din terörü estiren, dinî-askerî örgütler olan Tapınak, Hastane, St. Jean ve Töton şövalye teşkilatlarını ve şövalyelerin ilginç hayatlarını inceledim. Doğuşu itibari ile Kudüs’ü ve Orta Doğu’yu Müslümanlardan temizlemek olan ve Papa’nın himayesinde hareket eden bu fanatik Katolik inançlı tarikatlar ve üyeleri olan bu asker-din adamı karışımı şövalyelerin hayat ve faaliyetleri çok gizemli olup, bugün bile gizem perdeleri halâ aralanmaya çalışılmaktadır.

af55ff5

ALMAN PROFESÖRLER

AB: Hocam, bir sohbetimizde, bilimsel çalışmalar için Almanya’ya gittiğinizde ünlü hukukçu Ernst Hirsch ile karşılaşmanızdan bahsetmiştiniz. Türkiye’de önemli hizmetleri olan bu büyük hukukçuyla ilgili belki daha geniş konuşmak gerekir ama şimdilik, kısaca karşılaşmanızı ve onun Türkiye hakkındaki düşüncelerinden bahseder misiniz?

ACT: Birçok eski hukukçu gibi benim de idolüm idi Profesör Ernst Hirsch. 1930’lu yılların başında başlayan Nazi teröründen kaçarak Almanya dışındaki ülkelere sığınan binlerce Yahudi kökenli değerli bilim adamlarından birkaç yüzü de ünlü fizikçi Albert Einstein’in tavsiyesi ve Atatürk’ün daveti ile genç Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınmıştı. Hukuktan tıbba, mimariden iktisada kadar birçok alanda uzman olan bu bilim adamları Cumhuriyet’in kurulmasına çok yardımcı olmuşlardı. Bunlardan biri de Ticaret Hukuku, Fikri Haklar, Hukuk Felsefe ve Sosyolojisi alanında uzman olan ve ülkesinde Hitler öncesinde hocalık ve hakimlik de yapmış olan profesör Ernst Hirsch idi. Ülkemize gelip hayatının 20 yılını burada (yarısını İstanbul yarısını Ankara Hukuk Fakültesi’nde) geçiren ve Türk vatandaşlığına da geçen hoca ilk Ticaret Kanunumuzu, Fikri Haklar Kanunumuzu ve İktisadi Devlet Teşekkülleri mevzuatımızı hazırlamış, savaş sonrası 1953’te anavatanına dönmüştü. Derslerini Türkçe anlatmış, kitaplarını, makalelerini Türkçe yazmıştır. 1963 yılıydı yani Almanya’ya dönüşünden 10 yıl sonra Cumhuriyet’in 40. yılı münasebetiyle Türkiye’yi ziyarete gelen Hirsch, Ankara Hukuk Fakültesi’nde VW firması hisse senetlerinin halka arzı konusunda bir de konuşma yapmıştı. Ben öğrenci idim ve hocalarımızdan methini duyduğumuz bu ünlü hocayı dinleme şansına sahip olmuştum. Konuşma içeriğinden o gün pek bir şey anlamış değil isem de uzun boylu, kırmızı yüzlü, heybetli görünüşlü hocanın Türkçesinin mükemmeliyetine hayran kalmıştım. 1970’li yılların başlarında Zürich Hukuk Fakültesi’nde doktora tezi çalışması yaparken oradaki danışman hocam eskiden Hirsch’in öğrencisi olan Alman Profesör M. Rehbinder’e hocayı Güney Almanya’daki evinde ziyaret edip tanışmak istediğimi ileterek yardımcı olmasını rica ettim. Rehbinder “ Hay hay” dedi ve randevu aldı hocadan. Bir hafta sonra benim oradaki arabam VW’e atlayıp geçtik Almanya tarafına. Kara Ormanlar’da bahçeli bir evde oturan hoca yanında 3. karısı ile bizi kapıda karşıladı. Bir süre tanışma konuşmaları sonrası Hirsch bana dönüp Türkçe olarak “Bırakalım bunları Almanca konuşmaya devam etsinler. Biz sizinle Türkçe konuşalım benim köşemde” dedi. Köşesinde bana hayatının kısa bir özetini yaptı. Birkaç makalesinin ayrı basılarını verdi. TC hakkında övgü dolu sözler söyledi. 1963 Türkiye ziyaretinden de söz etti. Tabi aksansız bir Türkçe ile. Kendisini Ankara Hukuk Fakültesi’nde dinlediğimden söz ettim. Bana o ziyaretteki bir anısını anlattı. Karadeniz Teknik Üniversitesi yeni kurulmuş, Hirsch’i de onu göstermek için oraya götürmüşler. Rektörün odasında oturup konuşurlarken iki yanındaki koltukta oturan bir hanım hoca yanındaki beye “Misafir hoca da amma eski Türkçe konuşuyor.” diye fısıldamış. Hirsch bunu duymuş ve eğilip hanıma “Benim Türkçem Atatürk Türkiye’sinin Türkçesi hanımefendi.” demiş. Hanım kıpkırmızı olmuş. “Ben Türkçenizin mükemmeliyetini dile getirmek istemiştim” demiş… Başka şeyler de konuştuk. Hoca ile o tanışma hayatımın en mutlu ve özel günlerinden biriydi. Aradan 5 yıl geçti. Hirsch İstanbul Üniversitesi’nden Fahri Doktora unvanı almak için fakülteye ziyarete geldi. Ben o zaman doçenttim. Mavi salonda kambiyo senetleri üzerine kısa bir konuşma yaptı. Ben hemen hemen hiçbir şey anlamadım. Çünkü tüm sözcükleri öz Türkçe idi ki ben daha öğrenememiştim onları... Hirsch, Türkiye anılarını bir kitapta toplamıştır. Ayrıca o ve diğer bazı Alman hocaların Türkiye’deki hayatları yazar Ayşe Kulin’in “Kanadı Kırık Kuşlar” kitabında bir roman tarzında anlatılmaktadır. Tavsiye ederim.

PROF. A. CAN TUNCAY KİMDİR?

1944 doğumlu Hoca, 1966 Ankara Hukuk mezunu olup, 1967’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde önce Medenî sonra İş Hukuku alanında başladığı akademik kariyerine aynı fakültede doktor, doçent ve profesör olarak 2000 yılına kadar devam etti ve emekli oldu.

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN