Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 verileri önüme geldiğinde, önce gözlerime inanamadım: Kültür harcamalarında yüzde 83,3’lük devasa bir artış yaşanmış, toplam 408 milyar TL olmuş. Rakamlar, memleketin birdenbire bir Rönesans coşkusuna kapıldığını müjdeliyor gibi. Ne var ki, detaylara indiğinizde, o coşkunun yerini ‘acaba’lar alıyor. Zira yüzde 49,1’i devletin kasasından çıkan bu rekor harcama, yaratıcı sanatçının masasına değil, algoritmaların labirentlerine ve eski bir zanaatkârın tezgâhına gitmiş...
BÜYÜME ŞAŞAALI AMA MESELE DAHA DERİNDE
Verilere göre hanehalkı harcamaları yüzde 91,5 artmış. Peki, bu, halkın tiyatro biletlerine, yeni baskı şiir kitaplarına ya da müzisyenlerin konserlerine koştuğu anlamına mı geliyor? Hayır, tablo bize başka bir sır veriyor: Bu paranın önemli bölümü ‘bilgi işleme ekipmanlarına’ yani teknolojiye harcanmış. Kitaplar son sırada. Yani bu 408 milyar TL’nin yarısı, bir romanın ruhuna değil, ruhsuz bir çipin gövdesine yatırılmış.
Ne acı ki, bu coşkunun asıl yaratıcılarına, yani tiyatro sahnesindeki o terleyen oyuncuya, tuval başındaki o yalnız ressama ne kadar dokunduğu meçhul. Sanatçıların telif sorunlarının hala çözülemediği gerçeği, bu harcama kalemlerinin üzerinde bir gölge gibi duruyor. Müzikte dijital telifler milyarları bulsa da, o pastadan kaç kişinin adil bir dilim alabildiği, sanatçının sosyal güvencesini sağlayıp sağlamadığı, cevapsız bir soru olarak kalıyor.
EL SANATLARI KÜLTÜRÜN ‘GÜVENLİ LİMANI’MI?
Verilerdeki en can alıcı detay, kültürel istihdamın yüzde 32,6 ile ‘El Sanatları Çalışanları’nın oluşturması. Bu, üçte birden fazla demek. Biliyoruz ki, TÜİK jargonunda bu kategori, geleneksel zanaatları, halı dokumayı, seramikçiliği kapsar. Şüphesiz ki bu, kültürel mirasın korunması adına kıymetli bir çaba. Lâkin, ‘kültürel istihdam’ dediğimizde akla gelmesi gereken yenilikçi, risk alan, sorgulayan ‘yaratıcı sanatçılar ve sahne sanatçıları’nın toplam istihdamdaki payı sadece yüzde 9,9’da kalmışsa... Bu, bir kayma demektir.
Özetle, toplum, yaratıcı sanatçıların üretimleri yerine, ticari güvencesi yüksek ve gelenekle sınırlı zanaata yönelmiş görünüyor. Devlet de harcamalarını kültürel mirasa (yüzde 17,7) ayırarak bu ‘güvenli liman’ı desteklemiş.
Oysa bir ulusun kültürel büyüklüğü, ne kadar halı sattığıyla değil, ne kadar iyi bir tiyatro oyunu sahnelediğiyle, ne kadar edebiyat dünyasını sarsan bir roman yayımladığıyla ya da dünyaya yayılan müziğiyle ölçülmeli.
SONUÇ: KAĞIT ÜZERİNDE ZENGİN, RUHTA FAKİRİZ
Sonuç olarak 408 milyar TL’lik bu zirve, maalesef kültürel yükselişin zirvesi değil. Ortaya çıkan tablo, büyük bir ticari hacmin ve altyapı yatırımının zirvesi. Yani, sanatçıların cebi hâlâ delik. Edebiyatçıların, ressamların, müzisyenlerin önünde birçok sorun yığını duruyorken; bu harcamaların ‘kültür’ hanesine yazılması doğru görünmüyor.
Merak ediyorum: Kültürümüzün gerçekten büyümesi için, paranın peşinden koşmayı bırakıp, fikrin peşinden koşmaya ne zaman başlayacağız? Cevap, yine o 408 milyar TL’nin satır aralarında gizli olsa gerek. başlayacağız? Cevap, yine o 408 milyar liranın satır aralarında gizli.
