Ne dereceye kadar ne ve nasıl yazılabilir?
Göç Temizliği’ sadece Adalet Ağaoğlu kitapları arasında ayrıksı bir yerde durmaz edebiyatımız için de özgün olduğu kadar örnek bir metin olma karakteri taşır. Bir evden başka bir eve, bir yaştan başka bir yaşa, bir bilgiden başka bilgiye ( bir mekan veya şehir değişikliği de olabilir bu) taşınırken yazar yavaş yavaş kitaplarını, geçmişini tasnif edip elden çıkarır.
Tasnif edilip düzene sokulan hafızanın basamaklarıdır aynı zamanda. Yazar inerken mi yoksa çıkarken mi kendisidir, karar verilemez. Böylece bir yandan mekansal bir temizliğe koyulurken hafızasının gelgitleri arasında gerçekliği sorgular aslında. Gerçeklik olup bitenin saf ruhuna eğilmektir.
Yazar için herhangi bir konuyu yazmak o denli kolay mesele sayılmaz. Zihin sürekli süzgeç kullanmakta, karasızlıklar arasında mekik dokumakta, bilgi ihtiyacı kadar şevk de aramaktadır. Bazen tam bulduğunu sandığı anda tökezlerken hiç beklenmedik şekilde yazının açıldığına da şahit olur. Yazı her seferinde bir ölüm kalım halidir hakiki yazar için. Son kez yazar. İlk kez yazmanın ruh iklimini arar. Ve dilinden ‘ne dereceye kadar ne ve nasıl yazılabilir’ diye döner durur.
Yazı adamı yol aldıkça belli derecede yazma ustalığı kazanır. Ne var ki tedirginlik duyar has yazarlar ustalıktan. Ustalık tabiatı gereği kolaydan ve kestirmeden götürmek ister yazarı. Ve o yazarın beninde iddialı ikinci ve stepne benlik olmaya koyulur. Lakin öz benlik her seferinde zoru, patikayı, dolanan yolları tercih eder. Yazarken bilmek yazarken olmak yazdıkça büyümek diye bir olgu vardır. Sürprizlerin, anlık şafakların, omuz ağrıtan karanlıkların içinden yazar, sonunda kendi tekil yalnızlığında biricikliğin burnuna varmayı arzular. Herkes iz bırakmak isterken o geride kalan sahiden benim izim mi? İnsanın yeryüzünde sadece kendisine ait bir izi olabilir mi diye sorar. Fiziksel yaşlılıkta nasıl parmak izi kaybolmaya başlarsa, ustalıkta da, tekrarın ve alışılmışın içinde yaşlanır mıyım diye endişelenir. Geri döner, tekrar eder; ne dereceye kadar ne ve nasıl yazılabilir?
Salt kuşkuyu indirgenemez böylesi tavırlar. Kuşku bir bilme ve sorgulama yöntemi olarak bir dereceye kadar iş görebilir. Yazı inan içinde sürekli fakat inkarcıdır. Dilin o sonsuz imkanlılığı içinde hallerin, düşlerin, düşünüşlerin ve olguların yüksek matematiğini merak eder. İnsan bir sandalyeye oturuşunu aynıyla bir kez olsun tekrar edemeyen bir varlık olarak yazının sonsuz mümkünlüğünde son cümleyi nasıl bulsun? Son cümleden kasıt hüküm veya bağlama değildir. O ifade, o yazı, o eser, onca imkan ve ihtimal arasında okunan haliyle kendiliğinden değil bir yaratma iradesiyle vücut buldu demektir.
Edebiyat ve düşüncenin kanat çırpıp irtifa kat ettiği devirlerde dil köşeleri kurulur. Her bir köşe imkanlar olduğu kadar tuzaklar, çıkmaz sokaklara alın olduğu kadar denize çıkan yokuşları da müjdeler. Hatta köşeler bilgedir. Mevlana, bilmekle köşe arasında ilişki kurar. Bilgelerin hayatın hakikatlerini köşelerin gözeneklerinden okuma hasletine sahip olduklarını söyler. Öyleyse köşe, yazarın içinde sonsuzca açılan yer yer yaralayıcı kamalar gibi sivrilip keskinleşen soru/ sorgulamalar sayılabilir mi? Yazı için yazarın ‘göç temizliği’ ihtiyacının karşılığı mı? Bugün şu veya bu köşede yayınlanan hangi yazının böylesi badireleri göze aldığını görebilir miyiz? Yazmak bir taraftan yaygınlaşıp kolaylaşırken yazıyla kurulan ilginin estetik ve ontolojik derecesinde irtifa kaybından söz edilebilir mi?
Hayatımız değişirken okuma ve yazma yöntemlerimiz de değişir. Okurun öyle uzun boylu, zaman, emek ve gayret isteyen metinlere tahammülü gittikçe azalır. Çoğu yazar da zaman böyle, okur böyle istiyor diyerek yol, makas değiştirir. Ya da zaten baştan beri teşnedir buna. Makul, vasat ve her zaman ilgi bekleyenler için tutulan böylesi yollara kim ne diyebilir? Yol da yöntem de kişiye ve meşrebe göredir. Yeryüzünde amansız bir yitik sayılan, bulduğuyla değil aradığıyla ilgilenen, gerçekten şu hayatta nereye kadar ne ve nasıl yazılabilir diye sessizce büka eden kişidir sonunda derdimiz. Belki de onlar tabiatta değil gündelik hayatta birbirinin taklit zincirine dönüşmüş insana bir nesne değil ebedilik iştiyakı taşıyan ve yaşama zevkiyle dolu varlık olduğunu hatırlatacak olanlardır.Yazının teyakkuzu dilin teyakkuzu kabul edilir ve bir ülke benzeştikçe değil nitelikte ayrıştıkça nefes alıp veriyor demektir. Yazar, yazı da böyledir.