Özgürlüğün şeffaf sınırı, vicdanın derin yarası...

Terörist İsrail devleti değil bina iskeletlerini çökertmek yıkıntı köşelerindeki el izlerini bile sildi Gazze’de. El izi başka ize benzemez. Siz gitseniz bile o orada sizi bekler. İnşaat demiri filizleri bile geceden sabaha gözyaşı döktüler, ihtiyar, kadın, çocuk inlemelerini duydukça. Gökten güneş değil, mavilik değil, kuş değil kara sisle ölüm aktı. Bir kez olsun Jean Genet’nin ‘Şatila’da Dört Saat’ metnini okusaydı bir kişi, ‘öldürmüş olanın neşe ve nefretini’ dipten anlar, birazdan tırmanacağı Elem Yokuşu’na Gethsemane Bahçesi’nden bakarken birkaç damla gözyaşı döken Hz. İsa ruhuyla kederlenirdi. İhbarcılar ise aşağıda bekliyorlardı onu. Ve bu sebepten, Kudüs’ü hayasızca işgal ederken bilerek duvarlara ateş eden Moşe Dayan’ın ruhunun bugün nerede sürdüğünü de hatırlardı Gazze’ye kulak veren. Şatila’da onca masum Filistinli ‘Tanrının kuzusu gibi’ boğazlanırken, ‘orada Yahudi olmayanlara, Yahudi olmayanlar bir şeyler yapmışsa ne olmuş’ demişti korsan gözlüklü Moşe Dayan.

Şimdi İstanbul’da eline kalemi alıp önüne bembeyaz kağıdın sonsuz uzayını çeken birisi, Refik Halid Karay’ın meşhur ‘Şeftali Bahçeleri’ hikayesindeki, zevk ve neşe peşinde, gününü gün edip, ‘kırk çekilmiş incir rakısının meziyetlerinden söz açan taşra bürokratı rahatlığıyla’ özgürlüğünün şevkine kapılıp gidebilir miydi? Gazze’de iki yıldır, o güzelim nur yüzlü bebekler, o ürkek ve çaresiz kadın bakışları, o toprağın bombadan yastan elenmiş tortusu dururken, eline kalem alan kişi, özgürlüğünün sonsuz kanat çırpışıyla yukarı, yukarı yükselir, neşeyle, kurşun resimleri çiziverir miydi öteyi beriyi hesap etmeden? Bir gram acı damlamadan çizgisini ilerletebilir miydi? Öyle oynak, öyle kararlı, öyle isabetli kurşunlardı ki bunlar daha birkaç hafta önce Trump’ın ağzından “Tanrıya şükürler olsun ki İran’ı bombaladık” sözleri ateş olup dökülmemiştir sanki. Dökülmediyse, aynı ABD başkanı, Gazze’nin harika bir turizm bölgesi olacağını ve Gazzelilerin oradan sürüleceğini de söylememiştir. İstanbul’da eline kalem alıp da çizim yapan birisi bunlardan haberli olmak zorunda değildir öyle mi? O hür tefekkürünün uzayında dilediğini hayal etmekle yetinebilir, öyle mi? Öyleyse nasıl olur da çizdiği şeyin konusu Gazze’ye, yakıp yıkılan Ortadoğu olabilir? Tesadüfen mi?

Ekmeğin ve suyun azlığı, soğuk veya yakıcı güneşin kırbacı, hastalık veya yıkım başka şeydir ama bir halkın dünyanın gözü önünde soykırıma uğraması asıl büyük meseledir. Türkiye limanlarından ‘ticaretin şevkiyle’ yol alan gemilere en yüksek perdeden hayır derken az sayıda insan, en başta çembere alınan, kelepçelenen kamuoyu tepkisizliğine karşı durmuştu onlar. Şu veya bu hesabın şu veya bu çenenin hizasında değil yaralı vicdanın köşesini tutmuşlardı. İsrail devletinin başındaki kişinin Tevrat’tan bölümler okuyarak bombalama görüntülerini paylaştığını gördüklerinde de Jean Genet’in ‘öldürmüş olanın neşe ve nefreti’ dediği şeyi içleri yanarak hatırlamışlardı.

Sanat ve düşüncede özgürlük ile onun hayatla sınanması başlı başına bir meseledir. Her sanatçı dilediğini hissedip düşünebilir tartışmasız. Ama bunu kamuoyuyla paylaştığında rikkatin ince dalına konmalıdır. Karikatür mü çiziyorsunuz, şiir, öykü, roman mı yazıyorsunuz? Kimsenin size bir söz söyleme hakkı yok. Madem ki içinizdeki böyle bir görüş taşıyor İsa ile Musa’yı, Himmet ile Nimet’i karıştırmayın. Onu, şunu kastetmiştim demeyin. Buyum, böyleyim, özgürüm deyin. Yanlış anlaşıldım balonuna asılmayın. Hele hele Mevlit şaheseri yazacak kadar incelmiş bir toplumu küçümsemeyin. Sinir uçları iyice törpülenmiş toplumun kutsalına göz dikmeyin.

Dahası, iki kutsal dinin peygamberini ‘karikatürize’ ettikten sonra, fail olarak daha üst bir maneviyatı, yani Tanrı’yı işaretleyip ilahiyatın doğasına saldırmayın. Kutsala bel altından vurarak özgürleşeceğinizi sanmayın. Hakikat her hal ve şartta tek bir insan tarafından temsil edilir ve yaşanır. Tek bir insanın kutsalına dalma cüreti sanatta kurnazlıkla ilişkilidir. Düşünün ki, çizdiğiniz karikatür, oluşturduğunuz atmosfer, iki yıldır Gazze’de insan boğazlayan İsrail olmasa, Amerika isimli küresel haydut İran’a göz koymasa tematik bir karşılık bulacak mı? Ateşin yükseldiği ve insanlığın ‘öldürmüş olanın neşe ve nefreti’ içinde aşağılandığı bir dönemde, Tanrıyı fail, peygamberleri neşeli ortak göstermenin birleştiği çizgi neresi olabilir?

Öte yandan sokağa dökülmek, eline sopa alıp duvara tırmanmak bir kitle davranışı olarak bazılarını rahatlatabilir. Devlet burada tepki duyulanın, üstüne yürünenin de güvenliği kadar hukukunu korumalıdır. Böyle olmadığı zaman sanat ve düşüncede inisiyatif her fırsatta kitlenin eline geçer. Kutsalın daha da zarı zedelenir. Kitle nereye taşacağı kestirilemeyen kontrolsüz duygudur. Sanat, düşünce, özgürlük ve vicdan ise üst koruyucu halkalar birbirini. Vicdan hele o, hayata baktığında kupkuru ve donuk bakışlar değil insan olmanın yüceliğiyle nemlenmiş nazarlar görür. İnancın rikkatine saygı duymayan özgürlüğün göğünde güneş olamaz. İlahi bir neşve ile yazan E.M. Cioran der ki; “Hayatta bulanık olanı ancak kutsala küfür ifade edebilir.”

YORUMLAR (5)
5 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.