Dünyanın çivisi

Bu günler umarız tez geçer. Ancak bu arada yüzleşmek zorunda olduğumuz bazı gerçekler var.

Meselemiz, sadece bu afetin, koronavirüsün gücü, yayılma hızı, öldürme kapasitesinden, bunlar karşısında yaşadığımız çaresizlikten ibaret değil.

Sorun aynı zamanda karşı karşıya kaldığımız bu durumun, insanın düzeni, değerleri, tahayyülü üzerine yaptığı derin etkilerle ilgili...

Bu anlamda yaşadığımız insanoğluna dair varoluşsal bir kriz anıdır. Toplumsal ve ekonomik düzeni, kurumlara yönelik güven duygusunu sarsan, yerleşik değerleri örseleyen, belirsizlik, korku, endişe pompalayan, bu anlamda zengin fakir, siyah beyaz, kadın erkek herkesi eşitleyen, evrensel bir kriz…

Tabloyu, bir yönüyle 1918-1920 arası 100 milyona yakın can alan İspanyol gribi salgınına veya liberal kurumları, siyaseti, ekonomisi, toplumsal değerleriyle felce uğratan, faşizm dalgasına ve 2. Dünya savaşına kapı açan 1929 ekonomik krizine benzetmek mümkün.

Ama, bu globalleşme çağında, büyük tecrit baskısıyla şüphesiz daha fazlasıyla karşı karşıyız.

Neler oluyor ?

Kurumlar krizde:

Gücünün tartışılmaz olduğunu sandığımız, düşündüğümüz yapılar, devletler, iktidarlar iki ayda dizlerinin üzerine çöktü.
Özgürlük baskı altında: Çağımızın varoluş anahtarı özgürlüğü bizzat kendi elimizle askıya alıyoruz. Maskeler ve eldivenlerle dolaşıyor, evden ders veriyor, evde ders alıyor, evde çalışıyoruz. Zira tecrit dışında hiç bir güvence yok. Ulaşım yok. Yüz yüze ilişki yok. Üretim yok. Şehirler hayalet kasabalar gibi.

Değer sistemleri, ilişki formları baskı altında: Samimiyet, dostluk, öpüşmek, el sıkışmak, görüşmek, birlikte yemek hem bir tehlike bir endişe nedeni.

Toplumsal güven sistemleri sarsılıyor: Virüsle mücadelede dayanışma yüksek ama, bir yanıyla herkes en güvenli kaleye çekirdeğe, kendisine yönelme eğilminde, bir tür yeni püritanizm baskısı ve kokusu yayılıyor.

Maddi dayanak düzenekleri bunalımda: Sanal tüm ekonomik değerler türbülansta. Mal, mülk, bankadaki para anlamı, değeri, görece ve gelecek belirsiz.
Bu yazılanlar abartılı gelebilir...

Bir tedbir döneminde olduğumuz, bir süre sonra normale döneceğimiz söylenebilir.
Muhtemelen…

Ama kimi gerçekleri görmek için bunların bir an için daimi olduğunu varsaymak da sayısız yarar var.

Kaldı ki, ağır hastalıklar gibi bu tür dalgaların toplumsal bedenlerde, düzenlerde iz bırakmayacağını sanmak hayalciliktir.
Ayrıca, bu tür kırılma anları aynı zamanda sınama, görme, sorgulama anlarıdır. Devlete, ekonomik düzene, bireye, güvence sistemlerine, insanlara dair sorgulama anlarıdır.

Devletler, endişe içinde aldıkları tedbirlerle ekonomik düzenin temel direklerini, şirketleri, kurumları ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bu, bir yanıyla doğal, ama kurum-insan, istatistik-gerçek arasındaki dengesizlik mutlak. Bunu görmek, izlemek düzenin aynı zamanda düzenin tabiatına, kırılganlığına ve eşitsizlik merkezli işleyişine dair çok şey anlatıyor.
Yıldıray Oğur, geçenlerde bir kaç cümleyle, evde kalamayanlara işaret ederek bu duruma neşter atıyordu:
“Evde kal, tamam da nasıl? Evde kalanların evlerini temizleyenleri, yemekleri yapanları, çocuklara, hastalara bakanlar (...) Evde kalanların elektriği, suyu, interneti, doğalgazı kesilmesin diye her sabah işe gitmek zorunda olanlar...”

Belki de görülmesi, sorgulanması gereken vatandaş ile devlet arasındaki taahhütler ve beklentiler üzerine oturan zımni sözleşmenin krizidir.
İnsanın gözden geçirmeye ihtiyacı var, bu kurumlara ihtiyacı var, birbirine bağlanmaya ihtiyacı var, dayanışmaya ihtiyacı var.

YORUMLAR (25)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
25 Yorum