Miras, iktidar, gelecek
Türkiye, yeni anayasal düzenle birlikte tarihinin en kötü toplumsal sözleşmelerinden birisine sahip oldu.
Anayasal düzenin öngördüğü iktidar yapısı ve tekelleşmesi, sistem üzerinde ağır bir hegemonya kuruyor. Mevzuatın öngördüğü vatandaşlık hakları, (olabildiğince) özgürlükler düzeni üzerinde bile açık keyfi ve fiili bir baskı oluşuyor.
Bu durumun, farklılaşan, özgül ağırlığı artan toplumsal bir yapı, toplumsal talep ve beklentiler ile tam bir tezat oluşturduğuna şüphe yok.
Siyasi iktidarın örselenmesine yol açan bu tezatın derinleşmesini ise, her zaman olduğu gibi milliyetçilik, yeni bir unsur olarak başarıya endeksli atak dış politika ve (uygun bir konjontür altında) bunları kuşatan geleneksel tehdit/güç söylemi engelliyor.
Bu tablo, elbet, iktidardaki zihniyetin, AK Parti’nin son evresinin eseridir.
Ancak, unutmamak gerekir ki, bu “eser”in temel unsurları ülkedeki yönetim geleneğine, bu anlamda tarihsel bir bagaja dayanıyor.
Nedir bu tarihsel bagaj? Bu bagaj, toplumsal sahada alınan tüm mesafeye, toplumsal farklılıklar arasında yaşanan tüm etkileşim fasıllarına rağmen, Türk toplumunun hala farklı ve yan yana yaşayan cemaatlerden oluşması gerçeğidir.
Bu toplulukçu doku siyasi faaliyeti önemli bir yönüyle, her topluluğun ya da cemaatin kendi yaşam alanını diğerlerinin aleyhine genişletmesi çabasına dönüştürür. Tüm kesimleri kuşatan bir zihniyet çerçevesi üretir.
Sonuç, kuralsızlık, faydacılık, aidiyet, sadakat üzerine kurulu siyasi ve kurumsal bir işleyiştir.
Bu bütünü, tehdit/tehlike söylemi tamamlar. Bu cemaatçi düzende, tehdit ve tehlike gündelik hayatın bir parçasıdır. Hatta, öteki kimliğin varlığı üzerinden kendi kimliğimizin oluşturucusudur.
Kare hep aynıdır.
Nitekim devlet alanının asker tarafından kontrol, yüksek yargının siyasi merkez ve devlet ideolojisi tarafından dizayn edildiği uzun dönemde, sistemin işleyişi güvensizlik/ sadakat mekanizmasıyla açık bir kimlik hükümranlığına yol açmıştır.
2011’de patlayan Gülenciler-siyasi iktidar kavgası da bu durumun bir diğer, iyice seviye kaybetmiş örneğidir.
Şimdi aynı işleyiş, 2011-2016 iktidar kavgası üzerinden daha keskinleşmiş biçimde AK Parti iktidarında da devrededir.
Devlet alanını kontrole yönelik iktidar çatışmalarıyla üreyen güvensizlikler, sadakat arayışını mutlaklaştıran bir yapılanmayı bugün anayasal düzeye kadar, bu çerçevede, taşımıştır. Dahası, uygun bir konjonktürle, içerideki öteki ile dışarıdaki öteki meselesi zihinlerde aynı anda siyasileşince, içeride ve dışarıda sonuç veren fetih polikaları devreye girince, anayasal-siyasal düzen bu politikaların aracı olarak algılanmaya ve sıradanlaşmaya yüz tutmuştur.
Sonuç olarak, Türkiye, bugün AK Parti’nin popülist politikaları kadar, toplulukçu bir dokunun siyasal alana yansımasıyla ortaya çıkan bildik bir sorunu solumaktadır.
Bu, zihniyet temelli, aşılması zor bir sorundur.
Buradan çıkış mümkün mü?
Anahtar toplumsal yapıda, onun yaşadığı değişim halindedir.
Altı çizilen bagaj sorun olarak toplumsal kökenli olmakla birlikte, panzehiri de toplumdur. Bugün toplumsal yapı mevcut zihniyet dokusunun tersi istikametinde yol almaktadır. Toplum ile siyaset yapısı arasındaki tezat da bir ölçüde bu istikametten kaynaklanmaktadır.
Sorunun üzerine gitmenin başlangıç noktası, “öteki fikrinin ve fetih duygusunun siyasallaşması “milliyetçi kabarma” olmalıdır.
O zaman, muhalif siyaset, toplumsal katmanları kendisine çekecek, bekacı-milliyetçi dile içeriden alternatif üretmek zorundadır.