Çözüm sürecinde yöntem zaafı

Çatışma çözümüne ilişkin literatür ve örnekler tarandığında, özellikle daha güçlü olan tarafın uyması gereken yirmi ilke sayabileceğimiz ortaya çıkıyor. Türkiye devleti ve hükümeti bunlardan sekizini benimseyip uyguladı, dördünde ikircikli kaldı ve giderek ilkeden uzaklaştı. Sekiz tanesinde ise söz konusu ilkeyi benimsemedi veya kullanmamayı tercih etti.

Bu sekiz maddeden dördü yöntemle, kalan dördü ise doğrudan siyasi kültür ve zihniyetle ilgili. Bugün yönteme ilişkin olanlara bakıyor olacağız…

***

Birinci ilke görüşme sürecinin kuşatıcı bir özellik taşıması… Meseleye taraf olduğunu düşünen bütün aktörlerle ilişkiye geçilmesi, her biriyle ayrı bir görüşme kanalının açılması ve bütün bu kanalların aynı hedefe doğru birbirini besleyerek ilerlemesi gerekiyor. Burada kritik unsur hükümetin kimin taraf olduğuna karar verememesi… Hükümet kendisini ‘taraf’ gören her kesim ve grupla ilişki kurmak durumunda. Ayrıca bu ilişki salt bilgi aktarımı amacıyla değil, söz konusu grupların sürece ikna olup ortak karar mekanizması üzerinde etkili olduklarını hissetmelerini garanti etmek üzere yürütülmeli. AK Parti bu gerekliliği muhtemelen fark etti ama bu yola hiç girmedi. Öcalan ile görüşmeyi temel alarak meseleyi daha az aktörlü ve daha az karmaşık tutmaya çalıştı. Ne var ki hükümet ile PKK arasındaki süreç durduğunda, ortada onu yeniden harekete geçirecek hiçbir farklı aktör yoktu.

***

İkinci ilke çözüme gidişin kademe anlayışı üzerinden olması gerektiği… Yavaş kalan süreçler motivasyonun kaybedilmesine, fazla hızlı gidenler de geri dönüşler nedeniyle hayal kırıklığı yaşanmasına yol açabiliyor. Dolayısıyla çatışma çözümü süreçlerinin tarafların kabullendiği ve herkes tarafından sindirilerek geçilmesi gereken kademeleri olmasında büyük yarar var. Bu sayede gerçekçi hedeflerin konması mümkün olduğu gibi, bu hedeflere gelindiğinde artık bir geri dönüş ihtimali de çok aza iniyor. Çatışmanın tanımı böylece her adım için daraltılırken, sürecin bütünü yakalanmış hedeflerin birikimi ile bir inşa faaliyetine dönüşüyor. En büyük yarar ise toplumun bu meseleyi bizzat çözmekte olduğuna dair özgüveninin tahkim edilmesi… AK Parti bu nüansa da yakın olmadı. Kademeli bir çözüm önerdi ama kademeleri kendince saptamakla kalıp bunu bir ültimatom gibi sundu.

***

Üçüncü ilke siyasi çözümün güvenlik ve insani durum değerlendirmesinden ayrı ele alınması. Siyaset öne çıktığında sürecin topluma olan somut etkisi arka planda kalıyor ve öngörülemeyen mağduriyetler yaratılabiliyor. Bu nedenle her adımda sadece siyasi çözümün merhalelerini değil, bunun yanında güvenlik ve insani ihtiyaçlar açısından ne yapılacağına ilişkin de konuşulması ve uzlaşılması gerekiyor. Kürt meselesinde bu husus da önemsenmedi ve silahlı çatışmayı merkeze alan bir bakış egemen oldu.

***

Nihayet dördüncü ilke ise yerelde ‘barış komitelerinin’ kurulması… Tüm tarafların ve ilgili toplumsal aktörlerin bir araya gelerek ‘özneleşmesine’ dayanan bir ara yapılanma. Çünkü çatışan iki tarafın inişli çıkışlı müzakere sürecinin hemen her zaman bir toplumsal ‘tampona’ ihtiyacı var. Sağduyunun sesi olabilecek, tarafları yeniden görüşme ortamına davet edebilecek sahici bir baskı unsuru olmadığında, masayı devirmek de çok daha kolay olabiliyor. AK Parti bu noktada da teşvik edici olmadı. Hükümete yakın odakların birlikteliğini önemsedi ama asıl mesele toplumsal tüm farklılıkların bir araya gelebilmesiydi. Bu ise muhtemelen tehlikeli bulundu ve sonuçta toplum seyirci konumuna itildiği ölçüde, çözüm de çatışan tarafların siyasi stratejilerine rehin düşmüş oldu…

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum