Meğer ne kadar ilerlemişiz

İstiklal Caddesi’nde bir sergi var… Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi düzenlemiş. Yusuf Franko adlı bir Osmanlı bürokratının karikatürleri. Tek nüsha olan ve yaratıcısı tarafından derlenen karikatür albümünün hikayesi sergi girişinde sunuluyor. 1956 yılında Kapalıçarşı’da bir halıcının Amerikalı bir diplomata sattığı albüm Afganistan, Hindistan, Burma üzerinden Kamboçya, Endonezya ve Japonya’ya derken Amerika’ya kadar gidiyor. Toronto’da yeniden bulunuyor ve İzlanda’da bir durak sonrası ana yurduna, Beyoğlu’na vasıl oluyor.

Serginin metinlerini kaleme alan Mehmet Kentel’in sözleriyle “Albümün içinden Osmanlı bürokratı, hariciyeci, mutasarrıf, cemiyet adamı, oyuncu, karikatürist Yusuf Franko Kusa ile müthiş yeteneğiyle çizdiği 19. Yüzyıl sonu Beyoğlusu ve insanları” çıkmış. İstanbul’da 1856 yılında bir Süryani Katolik ailenin altı çocuğundan biri olarak doğan Yusuf Franko, 17 yaşından itibaren Hariciye’de görev yapmış ve hatta Midilli Adası krizinde müzakereleri yönetip adanın Osmanlı tarafında kalmasını sağlamış. Sonrasında Lübnan Mutasarıflığı, imparatorluğun son yıllarında ise Posta ve Telgraf ile Hariciye nazırlığı var…

***

Sergilenen albüm neredeyse zamanının bütün nazırlarını, büyükelçilerini ve devlet adamlarını hem resmediyor hem de hicvediyor. Franko’nun olağanüstü yeteneği ve apaçık gözüken müstesna zekası estetikle mizahın mükemmel bir bileşkesi olarak gözlerimizin önünden akıp gidiyor. İnsan ister istemez kendisini 19. Yüzyıl sonu ile bugünleri mukayese ederken buluyor.

Örneğin Franko’nun 1888 yılında çizdiği karikatür bir Osmanlı bürokratının ‘Journal des Debats’ (Tartışma Gazetesi/Günlüğü) adlı bir yayın organını elleri, ayakları ve başı ile deldiğini resmediyor. Bürokratın elinde ‘tekzip’ yazan etiketler var. Çünkü o zamanlar yabancı gazetelere tekzip vermekle görevli kişiler varmış ve nitekim söz konusu yılda bu görevi yüklenmiş olan kişi Hariciye Nezareti Matbuat-ı Ecnebiye Müdürü Macid Paşa imiş… Ancak sansürün ifade özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldıran bir atmosferi de ima etmediğini ekleyelim. Aynı karikatürün açıklamasında Halep Mebusu Sebuh Efendi’nin bir sözü de yer alıyor: “Soytarılık diyorlar. Mizah soytarılık değildir. Bu basın yasası geleli acayip acayip şeyler duyuyoruz. Basın barutmuş, yok mizah soytarılıkmış.” Yani o zamanlar yöneticiler basını, sözü, yazıyı terörle ilişkilendiriyorlarmış… Şimdi geriye bakıldığında bize ne denli uzak geliyor…

***

Sergide bu karikatürün diğer kenarında tekzip görevlisi Matbuat Müdürü Macit Efendi’den çok hoş ve öğretici bir alıntı var. Ta 1877’de söylenmiş ama anlaşılan hükmünü çok uzun yıllar icra etmiş… “Gazetelerde saçma sapan konuşmanın, soytarılığın gereği yoktur… Bakalım, Avrupa’nın akıllıları, düşünürleri, bu mizah gazetelerinden hoşnut mudurlar? Benim alçakgönüllü bilgime göre hoşnut değiller. Mizah gazeteleri resim olmadan olamazlar. Resim denen şeyi bir kez düşünmeli… Zamanında birtakım deliler varmış ki, delilik maskesi altında gerçekleri anlatırlarmış. Böyle şeyler, dikta dönemlerinde geçerli olabilir. Hamdolsun, şimdi padişahın adaleti var.”

Diğer bir deyişle Macit Efendi herkesi gazetelerde olur olmaz şeyler yazmamaları için uyarıyor. Kendinizi deliliğe vurmanın gereği yok diyor… Onun ‘alçakgönüllü’ yaklaşımıyla bile bu gibi işlere ancak dikta dönemlerinde hoş bakılabilirmiş. Neyse ki artık padişahın adaleti geçerli olduğuna göre, bizler de böyle mizah kılığı altında işi deliliğe vurmaya müsamahalı bakılamayacağını tabi ki takdir ediyoruz.

Düşünün nerelerden nerelere gelmişiz…

YORUMLAR (38)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
38 Yorum