Muhafazakar zihnin fakirleşmesi

Siyasetin toplumsal alan üzerinde hegemonya kurduğu bir dönemden geçiyoruz. Topluma ait her şey siyasi prizma içinden süzülerek anlam kazanıyor ve siyasetçiler de etki alanlarının genişlemesinden memnunlar. Öte yandan siyaset halen cemaatçiliği ve kimlikçiliği sürdürüyor. Çünkü bir meseleyi ‘ideolojik’ kılmanın, kişinin aidiyeti üzerinden daraltmanın en kolay yolu bu… Böylece iktidarı da muhalefeti de, kendi ‘tabanına’ hükmettiğini düşünüyor ve kavga zamanlarında haklı da çıkıyor. Sonuç, siyasetin bilinçli kutuplaştırma tehdidi altında kalan toplumsal alanın, aidiyetler üzerinden daraltılması ve ayrışmasıdır.

***

Bu durum genel bir toplumsal tartışmaya meydan açmadığı için bizatihi sakıncalı. İstediğimiz kadar ‘tek toplum’ diyelim, siyasete hakim olma uğruna tek toplumun yaşama zeminini kendi elimizle ortadan kaldırıyoruz. Cumhurbaşkanlığı sistemi bu durumu daha da ağırlaştırdı… Çünkü artık çok daha fazla oya ihtiyaç var ve bu da daha derin bir kırılmaya muhtaç. Ancak söz konusu daralma ve ayrışmanın uzun vadeli ve kalıcı bir sonucu daha bulunuyor: Türkiye entelektüel duruş ve uğraş vermenin anlamlı olmadığı bir ülkeye dönüşüyor. Çabalar siyasetin altında boğuluyor, duyulmuyor ve derinlikli olan her şey sığ ve yüzeysel bir kapışmanın ortasında eriyip gidiyor.

Altını çizmek gerek ki söz konusu bireyselleşmenin asıl maliyetini muhafazakarlar ödeyecek. Çünkü böyle dönemler kişinin ülkesel sınırlar dışında ‘nefes’ alacağı alanlar aramasına neden olur ve entelektüel duruşun imkanları böyle alanların bulunup bulunmamasına bağlıdır. Laik kesim bu açıdan şanslı… Batı dünyası ile yoğun bir ilişki içinde ve orada entelektüel çeşitlilik, özgürlük ve yaratıcılık yelpazesi ‘başkalarını’ da içine almaya çok müsait. Kültürel benzeşme söz konusu ilişkiyi sosyolojik olarak rahatlattığı ölçüde, laik kesimin parlak yeni kuşağına da ev sahipliği yapıyor.

Bu ‘beyin ve gönül göçünün’ muhafazakarlar için iyi olduğunu düşünenler olabilir. Laik kesimin kültürel hegemonyasının bu şekilde biteceğini ve kendilerine yol açılacağını sanabilirler. Ne var ki meseleye bu terminoloji içinden bakmak bile, entelektüel olamama halinin bir göstergesidir. Daha da ileri giderek İslam’da entelektüelin olamayacağını ve zaten olmaması gerektiğini savunanlar da bildiğimiz üzere mevcut… Düşünce tarihi açısından tipik bir bağnazlık olarak değerlendirilebilecek bu görüş, aslında İslam’ı Müslüman cemaatle özdeşleştirmekle kalmıyor, her türlü bireysel duruşu da cemaatçi ve gelenekçi tahakküm altında ezmeyi hedefliyor.

***

Sorun şu ki eğer laik kesim entelektüel alandan çekilir ve eğer yukarıda zikredilen görüşler ‘İslami’ olarak vücut kazanırsa, parlak zihinli muhafazakarlar için geride hiçbir ‘nefes’ alanı kalmayacak. Ne laik kesimle ilişki imkanı, ne İslam aleminde Türkiye’ye yansıması anlamlı olabilecek düşünce ağları, ne de yurt içinde derinlikli bir tartışma ortamı…

İronik bir sonuç olabilir ama muhafazakarların siyasetteki hegemonyası onları kültürel ve zihni açıdan giderek daha fakirleştiren bir sürece de karşılık geliyor. Son dönemdeki ilave seviyesizleşme ve sanki bu gidişatın siyaset tarafından teşvik edilmesi ile birlikte, muhafazakar camianın entelektüel düzeyinin de bir bütün olarak düştüğü ve pırıltılı beyinlerin çeperlere kaçarak tutunabildikleri gözlemleniyor.

Yönetmek tabii ki çekici… Hele laik kesime rağmen yönetmek ve özellikle onları da yönetmek... Ama eğer bunun bedeli zihnen fakirleşmek ve bireyselliği cemaatçiliğe, cemaati ise kutuplaşmış bir dünyanın kimlikçi siyasetine mahkum etmek ise belki biraz düşünmekte yarar vardır…

Not: Konu devam edecek. Bu arada zorunlu okuma: Erkan Koca: ‘Muhafazakar entelektüel olur mu?’ /serbestiyet.com

YORUMLAR (29)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
29 Yorum