Türk kimliğindeki malum korku

Sorunlarını çözememek ‘olgun’ toplumlar için bir züldür. Nitekim eğer kendinizi ‘olgun’ olduğunuza inandırmışsanız ve fakat sorunlarınızı çözemiyorsanız, kabahati dışınızda aramanın türlü çeşitli yollarını denemeye kalkarsınız. Hele söz konusu sorun tarihten, ‘sizi siz yapan’ geçmişten kaynaklanıyorsa sorunu çözme konusunda daha da tedirgin, alıngan ve tutucu olmaya doğru gider, yaşananların sorumluluğunu bütünüyle üzerinizden atıp rahatlamak istersiniz…

***

1915 konusunda da Türkiye çok uzun zaman direndi. Önce konunun tarihe gömülüp gitmesini umdu, böyle olmayacağı anlaşılınca tarihsel olguları yok sayan anlatılar peşinde koştu, bu da yürümeyince karşı tarafı ve dönemin güçlü aktörlerini suçlayarak yaşanmış olanı ‘kabul edilebilir’ kılmaya çalıştı.

Ne var ki bu türden her adım ‘Türk’ kimliğini biraz daha tarihsel balçığın içine çekmekle kalmadı, Türkiye’nin henüz yeterli olgunlukta olmadığını da ima etti. Bu ise kimliksel inşa dönemini tamamlamamış, ‘millet’ olmayı çok istemekle birlikte bunun gerektirdiği ontolojik yüzleşmeyi bitirmemiş olan toplumu rencide etti. Öyle bir noktaya gelindi ki sanki Ermeni meselesini konuşmak ve objektif bir biçimde anlamaya çalışmak, bazı Türklerin kimliğini onların ellerinden alacak, bazı Müslümanlarınkini ise kirletecek bir tehdit oldu. Oysa son yirmi yıl içinde toplumun geneli bu konuda ister istemez nesnelliğe doğru ilerlemiş, kendisiyle ilgili olarak bir nebze rahatlamıştı. Artık olmuş olan birçok olaya olmamış muamelesi yapmak mümkün değildi. Ermeni mallarının kimlerin eline geçtiği yerelde açık bir bilgiydi… Kadın, yaşlı ve çocukların nerelerde ve nasıl öldürülmüş oldukları da öyle…

***

Kimliği tehdit eden bu kıskaçtan nasıl çıkılacağı muhtemelen birçok aydının kafasını kurcalamaktadır. Karar’da yayımlanan 11 Haziran tarihli ve İsmail Küçükkılınç imzalı makale bu duruma cesur bir çıkış önerisi getiriyor. Yazar’a göre Ermeni Tehciri kararı, İttihat Terakki Cemiyeti’nin ve Talat Paşa’nın “Türk Milleti’nin yok oluşuna hiçbir surette izin vermeme azminin neticesi aldıkları yerli, milli ve hayati” bir ‘beka’ kararıdır… Sorumluluğun Almanlara ait gibi gösterilmesini “travmatik bir aşağılık kompleksinin tezahürü” olarak adlandıran Küçükkılınç’a göre, eğer bu müdahale yapılmasaydı Ermeniler ve Rumlar Balkanlardaki dindaşlarından “daha merhametli olmayacaklardı”. Bu bakışa göre amaç ‘Ermeni nüfusunun yok edilmesi’ değil, ‘Müslüman nüfusun homojenliği ve bekası’ idi…

***

Bu epeyce cesur bir önerme. Çünkü özet olarak “Biz yaptık, bilerek yaptık ve iyi ki yaptık” diyor. Müslümanların o dönem bir ‘beka’ kaygısıyla karşı karşıya oldukları doğru. Ancak kendisinin de söylediği üzere Rum ve Ermeni toplumları aslında tehciri hak edecek bir şey yapmış değiller. Zamana bırakıldığı takdirde yapabilecekleri düşünülüyor… Dolayısıyla tehcir bir ‘önlem’ olarak hayata geçiyor. Yani bilinçli bir karardan söz ediyoruz. Sorun şu ki tehcir bu kişilerin geri dönmemesini ve mallarına el konmasını da garanti ediyordu. Malları sağlama almanın yolu ise ‘hiçbir zaman’ geri dönmemelerini sağlamaktı…

Küçükkılınç tehcirin ‘niçin yapıldığını’ anlatırken gerçekçi ve cesur. Belki ilerde yapılanın sonuçlarını da aynı cesaretle yazar. Belki o zaman “Tehcir kararı Türk Milleti’nin beka tapusudur” şeklindeki başlığını da yeniden düşünür. Çünkü “Türk Milleti’nin beka tapusu” olan şey tehcir kararı değil, tehcirin ‘sonucuydu’. Tehcir kararı ise olsa olsa “Türk Milleti’nin” beka ‘korkusuydu’… Hala tam olarak atlatılamayan ve kimliğin parçası haline gelerek olgunlaşmayı engelleyen o malum korku…

YORUMLAR (69)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
69 Yorum