Yeni sistemde ‘millilik’

Demokrasilerde sıradan insanların sandık başı tercihleri belirleyici olduğu için saha çalışmaları da bu tercihin nelerden etkilendiğini ölçmeye çalışır. Genelde dört temel alan ortaya çıkar: İdeolojik duruş, ekonomi, hak talepleri ve güvenlik. Hemen her ülkede koşullar ne olursa olsun kendi partisine oy verecek olan bir kesim bulunur. Ama bu gruplardan birinin tek başına bir partiyi iktidara getirecek çoğunluğa erişmesi enderdir. O nedenle ideolojinin dışındaki etkenlerden hangisi verili bir konjonktürde önemli hale gelirse, toplumun iradesi de ona göre şekillenir.

***

Peki, bizimki gibi ‘demokrasi öncesi’ toplumlarda bu iş nasıl olur? ‘Demokrasi öncesi’ ibaresinden kasıt bizim tür ülkelerde bireyselleşmenin derinleşmemiş olması, cemaatçi yapıların sürmesi ve vatandaşın kamusal alan konusunda bir tür yabancılaşma yaşaması… Aynen evlerimizin içini gayet temiz tutmamıza karşın, evimizin önünün pis olmasını dert etmememiz gibi. Çünkü evimizin sorumluluğunu biz taşıyoruz ama evimizin önünün, yani kamusal alanın sorumluluğunu devlete yüklüyoruz. Siyaset ise doğrudan kamusal alana ait bir uğraş… Yani evimizin içi değil, önü. Bu nedenle bizim için kötü giden siyasetin sorumluluğu hep ‘başkaları’, yönetim sisteminin içinde yer alanlardır. Aynen Osmanlı dönemini hatırlatan şekilde, sanki kamusal alanda aktörleşenler ‘bizlerden’ ayrılmış, farklı fıtrata geçmişlerdir. Eklemek gerek ki söz konusu fıtrat esas olarak olumsuz niteliklerle bezenmiştir. İdol haline getirdiğimiz ve ideolojik yakınlığımız nedeniyle yücelttiğimiz liderler bile, iç dünyamızda ‘sokağın kirine’ bulaşmış ve evimizin temizliğinden uzaklaşmıştır.

Bu ruh hali vatandaşı kendi gözünde sorumsuz kıldığı ölçüde, o ülkeden demokrasi çıkmasını da zorlaştırır. Nitekim siyasi partiler ve liderler de bunu bildikleri için kendi tabanlarına ‘oyunu at gerisini ben yönetirim’ mesajı verirler. Yine aynı nedenle liderler ve partiler kuvvetler birliğine sahip yönetim sistemlerini, keyfiliğe alan açan karar mekanizmalarını ve denetim dışı kalmayı mümkün kılan siyasi yapılanmaları tercih ederler. Hatta ideolojik zemin müsaitse ve/veya kendilerini alternatifsiz görüyorlarsa bunları ‘millileştirerek’ açıkça savunabilirler.

Türkiye’de de geldiğimiz nokta bu… MHP/AK Parti işbirliği ideoloji ve güvenlik üzerinden giderek vatandaşın kamusal alanın dışında kalmasını olağanlaştıran bir anayasa değişikliği sunuyor. Vatandaşın kamusal alanla bağı beş yılda bir sandığa gitmekten ibaret kalmaya devam edecek ama şimdi ‘milli’ bir çözüm olarak yaşanacak. İnsanların sonuçları kendilerini doğrudan ilgilendiren konularda bile seyirci kalmayı kabullenmekten, seçilmiş iktidarın basiretine güvenmekten başka çareleri olmayacak.

***

Bu durumun eskiden de pek farklı olmadığı söylenebilir… Ama son derece aksak yönleri olmasına karşın, eski sistemde yasama, yargı, bürokrasi (ve medyanın) göreceli bir özerkliği bulunmakta ve aralarındaki mesafe vatandaşa işlerin yanlış gitmesi halinde engellenebileceğine dair bir umut verebilmekte. Şimdi kuvvetler birliğine doğru gidilirken, güven alanındaki çoğulcu yapı da tekilleştiriliyor. Geçmişte kurumlar önemliydi ve güvence ihtiyacı aralarındaki dengeden neşet ediyordu. Yeni sistemle birlikte kurumların önemi kalmıyor ve güven duygusu tek bir kişide tecelli ediyor.

Ancak söz konusu kişinin alabileceği oy, ikinci turda bile hemen her zaman yüzde elliyi birkaç puan aşacaktır. Yani toplumun geri kalanında giderek koyulaşan bir yabancılaşma, içe kapanma, direnme ve nefret duygusu üreyecektir. Toplumsal ayrışmayı derinleştirip kırılganlaştırma potansiyeli olan böyle bir sistemden ‘demokrasi’ ya da ‘millilik’ çıkması ise pek beklenemez…

YORUMLAR (47)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
47 Yorum