9/11'den ortak operasyonlara Amerika...

2001’in Eylül ayında Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine çarpan iki uçak, yol açtıkları yangın sonucu kuleleri yıkıp 3000’e yakın insanın ölümüne sebep olduğunda, bunun bir “milat” olduğu söylendi.
Olay, bir kısmı da uydurma olan, neredeyse tüm vecheleriyle bolca konuşulup yazıldı ve bu halâ devam ediyor.

Ancak olayın, neyin, nasıl, hangi biçimde miladı olduğu konusunda çok fazla kayda değer bir yoruma rastlamak zor..

9/11 olarak anılan saldırının, ABD sistemi üzerindeki yıkıcı etkisi üzerine de yorumlar yapıldı ve tabii bunların bazıları da saklandı. Çünkü etki absorbe edilmeli, yıkıcı artçı şoklar engellenmeliydi.

Dünya, Varşova Paktı’nın dağılmasıyla önce tek ve sonra da çok kutuplu bir yapıya doğru evrilirken, Soğuk Savaş’ın kazanan tarafı ABD, belki en uygun açıklayıcı kelimenin “rehavet” olabileceği bir toplumsal psikolojiyle giderek kristalleşti ve kırılgan bir yapı kazandı.

9/11, bu eskisinden belki “uygarlık” bağlamında üstün ama aynı anda da kristal kırılganlığındaki yapıya atılmış, etkili bir taş oldu..

Sistem, saldırılara eskisinden daha açık, onlardan yine eskisine göre çok daha fazla etkilenecek özellikteydi ve bırakın 9/11 kadar şanslı, güçlü bir saldırıyı, onun çok daha alt modellerinin, hele de seri halde gelmesini artık kaldıramazdı.

Sistemin, kendisinde büyük değişikliklere gitmeden korumanın olası tek yolu, ABD topraklarını hedef olmaktan çıkarmak ve saldırıları üzerine çekecek yeni bir hedef bulmak/yaratmaktı.

Amerikalılar, bir taraftan ülke içinde güvenlik duvarlarını yükseltip “hedefi” ararken, bir taraftan da artık bir taş atımı mesafeye kadar yaklaşmış Ortadoğu’yu baştan düşünmeye başladılar.

Önce hedef bulundu.

Bu, terore destek potansiyeli en yüksek ülkelerden biri ve tipik bir Ortadoğu diktatörlüğü olan Irak dı.

9/11’den yaklaşık 1,5 yıl sonra, 20 mart 2003’de, titizlikle hazırlanıp önemli bir kısmı da uydurulmuş gerekçeleriyle, Irak’ın işgali başlatıldı.

Böylece ABD, Ortadoğu’dan gelen saldırıları, anavatanı yerine kaynağında, Ortadoğu’da, o saldırılara hazırlıklı ve donanımlı ordusuyla karşıladı.

Operasyon, Batılı müttefikleriyle birlikte ABD’ye 5000 civarı, toplamda ise netleştirilmesi zor ancak toplamda, yüzbinlerce kişiye vardığı bilinen kayba mal olsa da, işini yaptı.
Bir taraftan saldırı odağı kaydırılırken, bir taraftan da ülkede 9/11 etkisini gideren ve olası yeni saldırılarda sisteme bağışıklık sağlayacak bir savaş atmosferi yaratılıp sürdürüldü.

İşgal, 8 yıl sonra, 15 Aralık 2011’de sona erdi ve ABD Irak’tan çekildi.

Bütün bunlar olurken, İran ve İsrail’den başka Ortadoğu’daki önemli aktörler arasına, adı geçenler kadar kuvvetli, fakat o güne kadar pompalanan iç karışıklıklarıyla oyun kurucu olmaktan çok figuran kılınmış bir başka güç, Türkiye, yıllar sonra Ak Parti iktidarlarıyla gelen istikrarıyla katıldığının açık sinyallerini vermeye başladı.

O güne kadar tüm söylemleri karşılıklı düşmanlık ve tümüyle

etki-hakimiyet alanı geliştirmek üzerine kurulu stratejileriyle İran-İsrail ikilisinden farklı olarak Türkiye, Osmanlı mirası üzerine inşaa edilmiş yepyeni ve kapsayıcı, uzlaştırıcı/yaşatıcı paradigmasıyla oyuna katıldı.

Ortadoğu’nun içinde yandığı yangını söndürmek konusunda,
o zamana kadar çıkmış çıkacak bu en derli toplu ve ümitvar söylem, tabii ki amaçları yukarıda belirtilen İran, İran etkisindeki diğer daha küçük güçler, İsrail ve onun yine kaostan beslenen ABD’deki uzantıları için bir tehlike sinyaliydi.

Türkiye’ye saldırıldı.

Saldırı, ülke içinde Ak Parti’nin kendilerini politik arenanın dışına bir daha dönmemek üzere iteceğini gören siyasi odaklar ve uyguladığı politikalardan, türlü sebeplerle memnun olmayan ve olmayacak diğer bazılarınca da memnuniyetle karşılandı, desteklendi, beslendi.

Ak Parti iktidarı, süreçteki bütün saldırılara başarıyla göğüs germişken, 7 Haziran seçimlerine gelindi ve Parti, tüm bu sözü edilen iktidarı sürecindeki olup olabilecek en zayıf fotografını verdi.

Ancak bu bir son, bir bitiş olmaktan çok uzakta, yeni bir başlangıçtı ve Ak Parti hareketinin vurabileceği “en dip”i gösterdi, alt çizgiyi çizdi..

ABD ise, Ortadoğu’da, olabilecek en doğru ve sürekliliği olan partnerini bulmuş (ya da önceden bulduğunu bir daha denemiş) oldu.
Üstelik bu partner, onun hiçbir zaman kurgulayamayacağı, kurgulasa da da dillendirecek kimseye ulaşamayacağı bir coğrafyada, o söylemi gerçeğe de dönüştürebilecek bir güçle sahnede.

Ak Parti iktidarına karşı saldırının, birkaç yıldır asli argümanı olan “Türkiye Devleti IŞİD’ı destekliyor” iddiası, dillendirenlerin yüzünü kızartacak bir eski yalana çoktan dönüşmüşken, iddia sahibi taraflar son günlerde, ABD ve Türkiye arasında IŞİD’e karşı varılan ortaklaşmayı itibarsızlaştırma, yok sayma peşindeler.

Tam burada, hem Soğuk Savaştan kalma kimisi halen hafızalarda çok canlı bagajlarıyla sol kesimin, hem de Irak ve Afganistan gibi bölgelerdeki kıyıcı antiteror operasyonlarıyla Ak Parti tabanı genelini oluşturan mütedeyyinlerin, sözü edilen bu tezvirata karşı durmakta oldukça isteksiz durdukları da, ayrıca kaydı düşülmesi gereken bir olgu.

Aynı konuda, Alman ve ABD Patriot bataryalarının, Türkiyedeki konumlarını terkederek geri çekilecekleri de, tüm resmi açıklamalar görmezden gelinerek, ABD ve Türkiye arasındaki anlaşmanın hiçleştirilmesine destek olgu olarak kullanıldı.

“İncirlik üssü ortak operasyonlara açıldı-açılmadı”, “ABD ve Türkiye arasında böyle bir anlaşma var-yok” denilirken bu tezvirat, ilk ABD Hava Kuvetleri filosu, altı F-16 Fighting Falcon, bir C-5 Galaxy destek uçağı ve bir KC-135 tanker uçak, 9 Ağustos’ta İncirlik’e iniş yaparken de bütün hızıyla sürüyordu.

“Türkiye Devleti IŞİD’ı destekliyor” propagandası “ Türkiye ile ABD arasında bir anlaşma yok”a evrilmişken, “büyük resme” bakmak için bir optik gereç olarak kullanılabilecek, New York Times 27 Ağustos tarihli makalesiyle, Bush dönemi ABD eski Türkiye Büyükelçisi Edelman, tüm Yahudi diasporası kimliğini de sırtlayarak, bu aşamada çıkageldi.

Edelman makalesinde özetle, Ak Parti-Erdoğan iktidarlarını, PKK üzerine yöneltilmiş bir savaşı başlatıp kullanarak, gayrı meşru yöntemlerle sürdürme yoluna girdikleri üzerinden suçluyor ve bolca iç tutarsızlıklar da içeren yazısında, ABD’yi bu yeni ortak konusunda dikkatli olmaya çağırıyordu.

Türkiye’nin, tabandan yükselen (kimisi de oldukça haklı gerekçelere dayanan) itirazlara rağmen, kendi Suriye politikaları, bölgede Esad diktasına karşı savaşan IŞİD harici İslamcı unsurlarla, sair seküler direnişçilerin bekası, PKK ile yeniden alevlenen savaş ve hatta daha da ileri giderek Türkiye’nin İsrail politikası gibi, belli ve önemli konularda ABD ile anlaşmaya varmadan, İncirlik Üssünü ortak operasyonlara açmayacağı ortada.
Büyük ihtimalle Edelman, bu yazısıyla, konuyla ilgili bir takım odakların geleceğe dönük tedirginliklerinin de sesi oldu.

Edelman’ın uyarıları, anlaşmanın varlığı ve yokluğu ile benzeri konulara yanıt, 29 Ağustos gecesi ABD ve Türkiye Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların ortak operasyonuyla geldi.

Son günlerde Türkiye’nin “Güvenli Bölge” için uygun alan olarak belirlediği Azez-Cerablus hattına sarkmaya başlayan IŞİD güçlerine ait hedefler vuruldu.

Şimdi ve bu aşamada da, “Türkiye IŞİD’ı destekliyor” iddiasındaki kesimlerin, “operasyonlarda Türk F-16’larının IŞİD’e patlamayan bombalar attıkları ve üstelik te bunu, hiç zararı olamasın diye attıklarına paraşüt takarak yaptıkları” söylemiyle, tekrar sahneye dönmeleri bekleniyor.

Ne de olsa asri zamanlardayız, olaylar çok hızlı değişip gelişiyor.
Herşey beklenebilir.

30 Ağustos kutlu olsun.









YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.