Hepimizin başı sağ olsun

Bugün dünyanın herhangi bir yerinde basılmış, herhangi bir dilde yazılmış hangi “Batı Felsefesi Tarihi” kitabına baksanız muhakkak Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd ve Gazali isimlerine rastlarsınız. Çünkü nasıl ki Thales, Herakleitos, Platon, Aristo vs anılmadan batıdaki felsefe geleneğini anlatmak mümkün değilse en azından skolastik ortaçağ felsefesini ve skolastikten çıkış sürecini anlatırken de Müslüman Meşşaileri (ve elbette onların en büyük eleştirmeni olan Gazali’yi) zikretmemek olacak şey değildir.

17-03/04/asf.jpgNİHAT KEKLİK 1926-2017

Ne var ki bizdeki felsefe tarihi çalışmaları bunun istisnasıdır. Söz gelimi Macit Gökberk’in bu sahadaki en yetkin çalışmaların başında gelen “Felsefe Tarihi” isimli hacimli eserinde mesela İbn Rüşd’e kısacık bir paragraf ayrılmıştır sadece. O da sayfalar boyunca anlatılan Saint Thomas felsefesinin Aristo ile bağını izah sadedinde Kurtubalı bilgenin adının anılması elzem olduğundan.

Bu anlayış bir devrin kültür ve medeniyet meselelerine yönelik genel yaklaşımıyla ilgili esas itibarıyla. “Kemalist kültür devrimi” diye adlandırılan batılılaşma politikasından söz ediyorum.

***

Aslına bakarsanız, Kâtip Çelebi’nin yazdığına göre, felsefe eğitimi Osmanlı medreselerinden 16. asır sonlarında “dini akidelere aykırı” olduğu gerekçesiyle kaldırılmıştı. Keşfü’z-Zünûn müellifi bunu eleştirerek ve hayıflanarak anlatır. (Dikkat ederseniz, Osmanlı sistemindeki problemlerin ortaya çıktığı ve “gerileme”nin başladığı dönemde felsefe terk ediliyor. Bu tesadüf olamaz.)

Ancak 19. asır başlarında felsefe yeniden medrese eğitimine geri döndü; bu dönemde açılan modern okullarda da fen bilimlerinin yanısıra felsefe ve mantık dersleri okutuluyordu. Darülfünun adıyla kurulan İstanbul Üniversitesinde de felsefe eğitimi verilmekteydi. Bu derslerde hem İslam felsefesi hem de Avrupa felsefesi okutuluyordu. Orta öğretim müfredatında da durum aynıydı.

1933’deki “Üniversite reformu” ile Tasavvuf, Din felsefesi ve Kelâm dersleri resmen, İslam felsefesi ise fiilen öğretim programından çıkarıldı. İslam felsefesinin yeniden ders olarak okutulması için 1933’de kapatılan İlahiyat fakültesinin 1949’da tekrar açılmasını beklemek gerekecekti. Aslında bu okulda da şimdiki anlamda bir felsefe eğitimi 1950’li yıllarda başladı. Her ne kadar bu ara dönemde Hilmi Ziya Ülken İstanbul Üniversitesi’nde okuttuğu derslere İslam felsefesini de dahil etmiş olsa da -ilahiyat dışındaki- felsefe bölümlerinde bu dersin müfredata girişi ancak 1970’de mümkün oldu.

***

İstanbul Üniversitesi’nde “Türk-İslam Felsefesi Tarihi” adıyla bir kürsünün kurulmasında en fazla emeği olanların başında geçen gün kaybettiğimiz “hocaların hocası” Prof. Nihat Keklik geliyordu. Hocaların hocası sözünü sadece Mahmut Kaya, Bekir Karlığa gibi hocalardan silsile yoluyla bugün bu sahanın en bilinen hocaları olan İlhan Kutluer, Muhittin Macit gibi isimlere ve onların öğrencilerine kadar büyük bir bilim kadrosunun yetişmesindeki payı için söylemiyorum. Aynı zamanda Türkiye’deki genel felsefe okuruna da doğrudan ve dolaylı yollarla hocalık yaptığı için söylüyorum. Zira -mesela benim hiç yüzyüze gelmediğim- rahmetli Prof. Nihat Keklik’in yayımlanmış eserlerinin ciddi bir bölümü “felsefenin abc’si” diye okutulmaya müsait türden “eğitici” kitaplardır.

Gerçekten de tarih boyunca filozofları meşgul eden problemleri ve bunlara yönelik ileri sürülen çözüm önerilerini -felsefe dilindeki metaforlar veya filozofların kişisel özellikleri gibi renkli detaylar üzerinden- orta seviyedeki bir okura bile inanılmaz bir yalınlıkta izah edebilen Nihat Hoca o kitapları okuyarak bu sahaya nüfuz etme imkânı bulan herkesin hocasıydı.

Allah rahmet eylesin. Önce ailesinin, sonra bütün öğrencilerinin, yani hepimizin başı sağ olsun.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum