Osmanlı’da şehzade kavgaları parti mücadelesiydi

CUMARTESİ YAZILARI

Dündar Bey ve Şehzade Alaeddin hadiseleri hakkında yazdığım yazılar anladığım kadarıyla çoğunlukla “Osmanlı tarihinin fazla bilinmeyen sayfalarından renkli, ilginç hadiseler” diye okundu ama benim niyetim aslında söz konusu ilginç olayları hikâye ederek okuyanlara keyifli vakit geçirtmekten ziyade bunlar üzerinden “sıkıcı” bazı problemlerin çözümüne ulaşmaya çalışmaktı. Zaten daha “cumartesi yazıları”na ilk başladığım sıralarda teşrih masasına yatırma girişiminde bulunduğum konu Osmanlı merkezileşmesinin yol açtığı veya ortaya çıkardığı siyasi, sosyal ve insani problemlerdi…

Çünkü tarihte olup bitenleri insani boyutu dışarıda bırakarak anlayamayız… Çünkü etten kemikten yaratılmış, kanlı canlı insanların yapıp ettiklerinden oluşuyor tarih dediğimiz olgu. Ama yalnızca insan teklerinin (yani kahramanların veya hükümdarların) değil, insan topluluklarının beraberce yapıp ettiklerinden… Dolayısıyla toplumsal/ekonomik/politik boyut da dışarıda bırakılamaz adına tarih dediğimiz mirası anlamak istiyorsak. Anlamak istemeliyiz bence. Hatta buna mecburuz. Dünü anlamazsak bugünü de anlayamayız, yarına da hazır olamayız.

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi” diye boşuna söylememiş milli şairimiz. Keza Hegel’in “tarihteki bütün büyük olaylar iki kere sahnelenir” tespitine “ilkinde trajedi, ikincide komedi olarak” ilavesinde bulunan Marks da haklı görünüyor.

18-02/17/asd.jpg

***

Osmanlı merkezileşmesine ilişkin çok önemli bazı ipuçlarını insani trajediler üzerinden izliyoruz. Söz gelimi kimi bir yandan saltanat rüyası görecek bir yandan da ölümün nefesini ensesinde duyacak yaştayken, kimiyse daha anne kucağındayken katledilen şehzadelerin baş rolünde olduğu trajediler…

Aile üyeleri arasındaki kin veya düşmanlıklar yüzünden değil, siyasi bir tutum gereği iktidarın paylaşılmaması adına yaşanmıştır bu acı hadiseler.

Daha açık ifade etmek gerekirse, hanedan üyeleri arasındaki iktidar mücadelesi aslında farklı toplumsal çıkar odaklarının temsilcisi durumundaki gruplar arasında gerçekleşmiştir. Öyle ki Halil İnalcık söz konusu mücadelelerin taraflarını tanımlarken doğrudan “parti” terimini kullanıyordu. Yanlış bilmiyorsam ilk defa bugüne ait bu terimi kullanarak İkinci Murad devrinde Edirne’de baş gösteren siyasi çekişmenin “Çandarlı Halil Partisi ile Şahabeddin– Zağanos Partisi arasında” yaşandığını yazmıştı İnalcık. (“Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar- 1”, sh. 84 vd.)

Büyük tarihçimizin “sulhsever” diye tanımladığı Çandarlı’nın da “fütuhatçı” dedi
ği paşaların da kişisel iktidar mücadelelerini toplumdaki belirli kesimlerin çıkarlarını ve beklentilerini temsil misyonu içinde yürüttüklerini düşünmek durumundayız. Tıpkı bugünkü siyasi partiler gibi…

Diğer yandan, sulhseverlik veya fütuhatçılık siyasetlerinin aslında merkeziyetçi ve ademimerkeziyetçi yaklaşımların ifadesi olduğunu unutmamak gerekiyor.

Çünkü söz konusu dönemde belirli toplumsal kesimler arasındaki asıl anlaşmazlık konusu merkezileşme meselesiydi.

***

Birtakım savaşçı şeflerin yönetimindeki gazi gruplarının ve bazı yerel feodallerin bir araya gelmesiyle başlangıçta bir tür “konfederasyon” olarak şekillenen Osmanlı Beyliği’nde padişah otoritesinin ve Saray’ın merkezi rolünün güçleniş süreci özellikle Rumeli’de bir hayli sancılı geçmişti.

Kendi bölgelerinde neredeyse Fatih devrine kadar -iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Osmanlı Sarayına tâbi diyebileceğimiz şekilde- özerk bir yönetim sürdüren Rumeli’deki gazi gruplarının liderleri Osmanlı padişahının primus inter pares konumunda kalması için mücadele veriyorlardı.

Buna karşılık, Osmanlı Sarayı bu gruplara askerî açıdan duyduğu ihtiyacı -daha doğrusu bunların sistem üzerindeki ağırlığını- azaltmak üzere “devşirme” sistemini hayata geçirdi. Akıncı beylerinin askerine muhtaç olmamak kadar bu beylerin silahlı gücünü de denetlemek ve gerekirse etkisizleştirebilmek amacıyla siyasi otoriteye “mutlak itaat” ilkesiyle bağlı bir ordu oluşturulmaya girişildi.

Osmanlı sisteminin merkezileşmesi yönündeki adımları Timur istilası duraklattı. Ülke yeniden merkezkaç güçlerin egemenlik alanlarına bölündü. Belli başlı ailelerin gücü yeniden arttı. Fetret Devri’nde birbirleriyle kıyasıya savaşanlar aslında Yıldırım’ın oğulları değil, toplumun farklı kesimleri ve çıkar gruplarıydı.

İkinci Murat dönemi ise kapıkulu sınıfıyla aristokrat kesim arasındaki nihai hesaplaşmanın tarihidir. Öncelikle 38 yaşındaki padişahın tahtı 14 yaşındaki oğluna bırakmak zorunda kalışı çerçevesindeki gelişmeler ve bilahare İkinci Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra Osmanlı yönetim sisteminde benzeri görülmemiş derecede katı bir merkeziyetçiliği tesis edişi (mesela kendi mutlak otoritesine engel teşkil eden aristokrat kesimi iktidardan tamamen kazımak için sadece orduyu değil, bürokrasiyi de devşirme zümresine emanet etmesi) bahsettiğimiz bu mücadele çerçevesinde değerlendirilmek durumunda.

Ancak bu değerlendirmeleri yapabilmek için de bazı tekil olayları ele alarak Osmanlı tarihindeki birtakım boşlukları doldurmaya ve bilhassa siyasi hadiselerin arkasındaki toplumsal dinamikleri denkleme dahil etmeye ihtiyaç var.

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum