Taht kavgası baht kavgası değil

CUMARTESİ YAZILARI

İlk dönem tarih kaynaklarından çıkarabildiğimiz kadarıyla, Osmanlı Beyliği bazı savaşçı şefler yönetimindeki gazi gruplarının ve birtakım yerel feodallerin bir araya gelmesiyle başlangıçta bir tür konfederasyon olarak şekillenmişti.

Osmanlı Beyliğinin bu konfederatif yapısının kuruluş yıllarından sonra da uzunca bir süre ve Anadolu’daki topraklarından ziyade özellikle Rumeli’de devam ettiğini görüyoruz. Rumeli’deki gazi gruplarının liderleri kendi bölgelerinde neredeyse özerk bir yönetim sürdürmekteydiler. Öyle ki bu akıncı ailelerinde beylik babadan oğula geçiyordu.

Kuruluş döneminde, tabiri caizse, “eşitler arasında birinci” durumunda olan Osmanlı padişahlarının daha I. Murad’dan itibaren iktidarı merkezileştirme yönünde attıkları adımlar devlet içinde iç çatışmalar şeklinde yankı bulmuştu. Özellikle fetret devrinde iyice su yüzüne çıkan çekişmelerin temelinde farklı toplumsal kesimler arasındaki çıkar farklılıklarının yer aldığını söylemek mümkün görünüyor.

Anadolu beyliklerinin varisleri ve Rumeli’deki eski akıncı aileleri ile büyük tımar sahipleri merkezileşme temayülünden hoşnut değillerdi doğal olarak. Çünkü siyasi ve iktisadi güçlerini büyük ölçüde saraya devretmek zorunda kalacaklardı. Tarikatların da büyük bölümü merkezileşme adımlarından memnuniyet duymuyordu.

Devşirme kökenli yeniçeri askerleri ve bürokrasi ile ulema kesimi ise çoğunlukla sarayın yanındaydı. Ancak merkezi yönetimin yanında olan kesimler içinde de çıkar çatışmalarına veya doğrudan iktidar paylaşımına dayalı anlaşmazlıklar olduğu anlaşılıyor.

***

Aslında ilk olarak I. Murad devrinde başladığını söylediğimiz merkezileşme temayülü Hüdavendigar unvanıyla anılan bu padişahın Rumeli fütuhatındaki parlak başarılarını sürdüren oğlu Yıldırım Beyazıt tarafından -o devir itibarıyla- en ileri boyuta taşınmıştı.

Ne var ki bu süreç harici bir gücün müdahalesiyle durduruldu. Yıldırım’ı tahtından indiren Timurlenk, Osmanlı topraklarını işgal etmek için uğraşmak yerine merkezi siyaset düzenini tasfiye etti. Feodal beylerin gücünü iade etti. Osmanlı arazisi Yıldırım’ın oğulları arasında paylaşıldı. Biri Rumeli’de ve diğeri Anadolu’da olmak üzere iki ayrı saltanat ortaya çıktı.

Bunlardan birinin merkezi Bursa, diğerinin başkenti Edirne’ydi. (Amasya’yı devlet merkezi saymıyorum.) Bu iki merkez arasındaki ekonomik ve siyasi tercihlerin farklılığı aslında Rumeli fütuhatının başlamasından hemen sonra şekillenmişti.

Edirne ile Bursa arasındaki ayrışma elbette iki şehrin ahalileri veya yöneticiler arasında şu veya bu şehzadeye duyulan gönül yakınlığından kaynaklanmıyordu. Bu ayrışmanın öncelikle Rumeli ile Anadolu’nun veya hususen söz konusu iki merkezin ekonomik çıkarlarının farklılaşmasıyla izahı daha makul görünüyor. Nitekim bunlardan biri sınai üretime dayalı ticaretle, diğeri -tabiri caizse- savaş ekonomisiyle tebarüz ediyordu. Bursa devletin kuruluşunda rol oynayan kesimlerden ulema kökenli sivil bürokrasinin merkeziydi. Edirne ise Rumeli fütuhatını gerçekleştiren savaşçı kesimlerin ve onlarla işbirliği içindeki -önemli bölümü heterodoks karakterli- sufi çevrelerinin…

Bizans’ın önce Süleyman Çelebi’yi, sonra Mehmet’i desteklemesi; Sırp ve Bulgar hükümdarlarının baştan yanında yer aldıkları Musa’ya karşı bilahare Mehmet’le işbirliği yapmaları meselenin “uluslararası dengeler” içinde de anlamı olduğunu gösteren ayrıntılar…

Elbette, diğer yandan, Çelebi Mehmet’in çoğunlukla büyük feodal beylere ve tımar sahiplerine dayanmasına mukabil babasının sağlığında Rumeli’de akıncı beyi olarak görev yapmış olan Musa Çelebi’nin hem akıncıların hem de bu bölgedeki göçebe Türkmenlerin ve köylülerin desteğini alması söz konusu iki “siyasi parti”nin tabanlarının tesadüfen belirlenmiş olmadığının kanıtları.

***

Çelebi Mehmet’in saltanatı tek başına ele alması babasının devrindeki merkezi düzenin yeniden kurulmasına yetmedi. Fetret devrinde eskisine göre daha fazla bağımsızlaşmış farklı çıkar ilişkilerini temsil eden toplumsal güç odaklarının koalisyonu sayesinde tahtı ele geçirmişti çünkü.

II. Murad’ın saltanat yıllarında da iktidarın merkezileştirilmesi yönünde istenen adımlar atılamadı. Güç dağılmıştı. Ne var ki elimizdeki tarih kaynakları ne II. Murat’ın ki oğlunun öldürülmesiyle sonuçlanan olayları ne de padişahın önce tahtını küçük oğluna terk etmesi, sonra yeniden padişah olması hadisesindeki tuhaflığı pek aydınlatmıyor. Dolayısıyla devlet içindeki güç odakları arasındaki çatışmanın mahiyetini yeterince bilemiyoruz.

Ancak bazı ipuçlarından hareketle bazı noktalara ulaşmak mümkün. Mesela, yukarıda da işaret ettiğimiz üzere, bütün bu süreçler içinde “Rumeli-Anadolu” veya “Edirne-Bursa” karşıtlıkları dikkat çekici…

İkinci Murat tahtını oğlu Mehmet’e bıraktıktan sonra Bursa’da saltanat sürmüş, Mehmet de babası yeniden Osmanlı tahtına oturduktan sonra Bursa’ya yerleşip “Anadolu padişahı” olarak hüküm sürmüştü. İleriki yıllarda devletin idari yapısını merkezileştirme doğrultusunda yeniden ciddi ve kararlı adımlar atacak olan II. Mehmet’in siyasi anlayışının şekillenmesinde bu tecrübenin de payı olduğu tahmin edilebilir.

***

Siyasi merkeziyetçiliğin zirveye ulaştığı Fatih devri ile bu devirdeki sert merkeziyetçilikten bir nebze geri adım atılarak tabiri caizse daha yumuşak bir merkeziyetçiliğin inşa edildiği II. Beyazıt’ın saltanat yıllarını karşılaştıralım haftaya…

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum