Yeni bir ‘tarz-ı siyaset’in sembolü: Malazgirt

Ondokuzuncu asrın son ve yirminci asrın ilk çeyreğinde aydınlarımızı peşinden sürükleyen fikir akımlarının hepsinin ortak yanı “devleti ayakta tutmanın yolu” olarak gündeme gelmiş olmalarıydı. Bu husus dikkate alınmadan ne İslamcılık layıkıyla anlaşılabilir ne Osmanlıcılık ne de Türkçülük.

Yusuf Akçura meşhur Üç Tarz-ı Siyaset makalesinde “Müslümanlık ve Türklük siyasetlerinden hangisi Devlet-i Osmaniye için daha nafi ve kabil-i tatbiktir?” diye sorduktan sonra kendi cevabını verir. Yani Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük görüşlerine “hangisi daha faydalı ve uygulanması mümkün” diye bakıyordu Osmanlı aydınları… Kategorik tercihlerle değil...

Osmanlıcılık ve İslamcılık yöntemlerinin işe yaramadığı, Osmanlı vatandaşları arasında birlik veya ortak kimlik oluşturmayı başaramadığı ve neticede dağılmanın önlenemediği malum.

Cumhuriyetin kuruluşunun ardından Türkçülük kendiliğinden tek seçenek olarak kalmıştı.

Bu dönemde “Türk kimliği” -Fransa örneği esas alınarak- ortak aidiyet değeri olarak benimsendi.

Ancak Türk kimliğinin de anlam içeriği biraz muğlaktı henüz. Resmî görüş bütün vatandaşları Türk olarak kabul ediyordu. Ama Türklüğü bir milli kimlik gibi değil etnik aidiyet gibi tarif ediyordu. Aydınlar arasında da benzer bir kafa karışıklığı kendini gösteriyordu. Özellikle millet kavramının içerdiği etnik çeşitlilik bir yere oturtulamıyordu.

Çünkü Türk toplumunun sosyo-ekonomik gelişmesi modern anlamda milletleşme safhasına geçişe izin verecek seviyeye ulaşmadığı için etnik kimlik-milli kimlik ayrımının yapılabileceği bir kültürel zemin oluşmamıştı henüz. (Zaten bugün bile hâlâ oluşmuş değil.)

İşte bu noktada bir “çözüm yolu” olarak Anadolu milliyetçiliği fikri ortaya çıktı.

Anadolucular romantik Turan idealinin peşinden gitmek yerine bin yıldır üzerinde yaşadığımız toprakları ezeli ve ebedi vatan olarak görmemizi öneriyorlardı. Bu gruptaki aydınlar üzerinde Yahya Kemal’in ciddi bir tesiri olduğunu biliyoruz. Meşrutiyet döneminde “Nev-Yunanilik” idealine bağlanmış olan şairimiz ilerleyen yıllarda Türk milliyetçiliğinde karar kılmış ve milli kimliğimizi tarih ve coğrafya temeline oturtan bir anlayışı vazeder olmuştu.

Malazgirt’i milli bir sembol, daha doğrusu Türk kimliğine milat olarak ilk defa ileri süren de Yahya Kemal’dir.

Kendi Gökkubbemiz şairi o günlerde çoğunlukla afaki ve hayali birer anlam dünyasına sahip görünen vatan ve millet kavramlarını coğrafyaya ve tarihe bağlayarak somutlaştırmak istiyordu.

Camile Jullian’in “Fransız milletini bin yılda Fransa’nın toprağı yarattı” sözünden ilhamla Anadolu milliyetçiliği fikrinin ilk nüvesi olarak “Acaba bizi de Malazgirt’ten, 1071’den sonraki sekiz yüz senede Türkiye’nin toprağı yaratmamış mıydı?” sorusunu ortaya attı.

Yahya Kemal’den sonra da “Anadolu milliyetçiliği” fikrinin kimileri müfrit, kimileri mutedil takipçileri oldu. Nurettin Topçu’dan, Remzi Oğuz Arık’a, Mükrimin Halil Yinanç’tan Hilmi Ziya Ülken’e... (Cevat Şakir ve Sabahattin Eyüboğlu gibi “hümanist” aydınların öncülük ettiği “Mavi” Anadoluculuk ise bambaşka bir ekol...)

Ancak milli kimliğin hem zemini hem de yapı taşları olan coğrafya ve tarih unsurları Türk aydınlarının zihin dünyasında çoğunlukla önemi ve anlamı layıkı veçhiyle anlaşılmayan konular olarak kaldı.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.