Diplomaside hareketli bir hafta...

Bu hafta diplomatik açıdan hareketli başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Irak’ı ziyaret etti. Önce Bağdat’a, sonra Erbil’e gitti. Türkiye ile Irak arasındaki ilişkileri geliştirecek 26 anlaşma, bir de Katar, BAE ve Irak’ı kara yoluyla Türkiye’ye, oradan da dünyaya bağlayacak olan mutabakat muhtırası ulaştırma bakanlarınca imzalandı. PKK’ya karşı mücadele konuşuldu.

Bu sırada da Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Türkiye ziyaretinin ilk iki ayağını gerçekleştirdi. İstanbul ve Gaziantep’te temaslarda bulundu ve önemli mesajlar verdi. Döner üstünden Türkiye kökenli Almanların Almanya ekonomisine ve kültürüne yaptığı katkıları anlattı. Sirkeci Garı’nı gezdi, İBB Başkanı İmamoğlu’yla konuştu.

Bugün de Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşecek, Ankara Üniversitesi’ni ziyaret edecek, programının diğer bölümlerini tamamlayıp umarım Türkiye’den kendisi ve ülkesi için hoş anılarla ayrılacak. Ziyareti ikili ilişkilerdeki siyasi sorunların aşılmasına, ülkesinin Türkiye’ye bakışının değişmesine yardımcı olacak.

Üst düzey bir Amerikalı heyet de Pazartesi günü iki ülke arasındaki güvenlik sorunları hakkında görüşmeler yaptı. Ve sanırım Amerikalı yetkililerle yapılan toplantılar da olumlu geçti, somut ilerlemeler kaydedildi. Tüm bunların yanı sıra bir askeri delegasyon da Atina’da muadilleriyle güven arttırıcı önlemleri müzakere etti.

Yakında Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin Türkiye’ye gelmesi, OdaTV gerekçesi akla ve mantığa hiç uygun gelmeyen, teyidi olmayan bir haberle aksini iddia etse de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile görüşmek için ABD’ye gitmesi bekleniyor. Bakan, diplomat ve bürokratların temaslarının da tabii ki sürmesi.

Eğer kurulan bir denge diğerini etkilemezse, Türkiye diplomasisindeki yeni açılımlarla çıkar ve hatta beklentilerini korumak, kazanımlarını konsolide etmek, güvenliğini daha sağlam temeller üstüne oturtmak imkanına kavuşacağa, bu dalgalı, sarsıntılı ve çok savaşlı bölgenin ortasında istikrarlı bir düzen içinde yaşayabilme olasılığını güçlendireceğe benzer.

Belli ki Türkiye’nin tehdit dilinden uzaklaşıp uzlaşma mantığına yaklaşması, çıkarlarını beklentilerinden ayrıştırması, yakınlaşmayı ve müzakere etmeyi yöntem olarak benimsemesi işe yaradı. Uzama ve tırmanma ihtimali her geçen gün artan Ukrayna’daki savaş ve İsrail’in Gazze müdahalesi de siyasi özgül ağırlığını pekiştirdi.

Doğal olarak bu gelişmelerin hiç biri tüm sorunlarımızın çözüleceği, Türkiye’nin tarihin sonunu yaşayacağı anlamına gelmiyor. Yakın gelecek bize refah ve bolluk, insan hakları saygı ve hukukun üstünlüğü vadetmiyor. Zaten iktidara yakın gazeteciler mantıklı şeyler söylediğinde, iktidar mensubu bakanlar teknik terim kullandığında iktidarın küçük ortağınca paylanması da bu alanlarda gidecek daha çok yol olduğuna işaret ediyor.

Ancak diplomatik alanda yaşadıklarımız çevresel faktörlerin yardımıyla da olsa Türkiye’nin doğru şeyler yapabilme, doğru kararlar verebilme, çıkarlarını korumak için doğru adımlar atabilme potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Muhalefetin bu doğru adımları desteklemesi, iki gün önce Davutoğlu’nun KararTV’de Erdoğan’ın Irak ziyaretine ilişkin söylediği gibi zamanında bulması da beni umutlandırıyor.

Eğer Türkiye baskılara direnip, uygulamaya koyduğu çok boyutlu ve çok katmanlı siyasetini, çatışmaların değil çözümleri parçası olma becerisini sürdürebilirse, bir de hukukun üstünlüğünü sembol davalardan başlayarak sağlamak için çaba harcarsa dünyanın belki en güçlü, en müreffeh, en demokratik, en gelişmiş ülkesi olmaz ama önemini, ağırlığını, istikrarını, refahını, çıkarlarını çok daha kolay korur…

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum