Krizi yaşarken ve aşarken…

ABD-Türkiye ilişkileri en ciddi krizlerinden birini yaşıyor. Daha önce de sorunlar, krizler yaşanmıştı ama bu seferki ciddi. İkili ilişkilerin tarihinde ilk kez bu kadar çok sorun aynı anda yaşanıyor. İlk kez şahsi yaptırımlar uygulanıyor. İlk kez Ankara’nın Washington’daki muhataplarının konumları bu denli zayıf. İlk kez Batı ittifakı bu denli kırılgan. Kısacası her an her şeyin olabileceği bir dönemden geçiyoruz.

Sorunlar kadar sorunlara çözüm bulunabilecek koşullar da çetrefilli. NATO’nun çok da fazla anlam ifade etmediği bir ABD Başkanı ve ekibiyle karşı karşıyayız. Bu yüzden jeopolitik algımızdan kaynaklanan gücümüz kısıtlı. Trump ve yardımcısı Pence dünyaya alışık olmadığımız bir pencereden bakıyor. Öncelikleri farklı, uyguladıkları politikalar Türkiye’nin beklentileriyle neredeyse hiç örtüşmüyor.

Tüm bu kaos halinin içindeki tek sevindirici gelişmeyse Türkiye’nin sorunlarını diplomatik yöntemlerle çözeceği iradesini beyan etmesi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun temasları önemli ve değerli. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın açıklamaları da öyle. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün “Ne ABD ile ne de başka bir ülkeyle çözülemeyecek bir sorun olduğunu düşünmüyorum” demesi ise Türkiye’nin tırmandırma istemediğinin göstergesi.

Bazıları aksini düşünse de ABD, Türkiye için her şeye rağmen önemli. İlişkilerimizin kopmaması menfaatimize. Yapılması gereken ilişkiyi yönetmek, Washington’un çıkarlarımıza ve beklentilerimize uygun davranmasını sağlamak. Onları en güçlü şekilde etkilemek. Benim görebildiğim kadarıyla Ankara’nın amacı da zaten bu. Amerika ile pazarlık etmek, çıkarlara en çok hizmet edecek noktada uzlaşmak istiyor.

Her pazarlıkta olduğu gibi belli ki bunda da süreç ve kozdan kaynaklanan sorunlar var. ABD tepkisini sert ve ikili ilişkilerin ruhuna hiç uygun olmayan bir şekilde ifade etti. Türkiye de protesto etti, her düzeyde dayanışma sergiledi. Dün de orantılı diplomatik tepkisini verdi. Fakat krizi tırmandıracak adımlar atmaktan imtina etti, diplomasiye fırsat tanıdı. Amerika’dan gelen tepkiler derseniz olumluya dönmeye başladı.

Umuyorum ki, iki ülke de yaşanan krizden dersler çıkartacak ve bu kriz mümkün olan en az zararla aşılacak. Ancak şurası gerçek ki Türkiye’nin dünyadaki algısını değiştirmek için çaba harcaması gerekiyor. Dışarıda insani diplomasiyi, çatışma çözümünü önceleyen bir politikanın benimsenmesinde ve bunun Eylül’de başlayacak BM Genel Kurul’unun 73’üncü dönem açılış toplantılarında vurgulanmasında yarar var.

Bence Türkiye yeniden sorunlar yerine çözümlerle anılmalı. İçeride de hukukun üstünlüğünün teyidi, ifade özgürlüğünün önünde engellerin kaldırılması, OHAL’in tümden bittiğinin anlaşılmasını temin edecek adımların atılması, AİHM içtihatlarına uyumun önemsendiğinin gösterilmesi ABD’yle ve AB’yle olan ilişkilerimizde sıçrama sağlama potansiyeli taşıyor. Pek çok sorunumuzun çözümü Türkiye algısının değişmesinden, yumuşak gücümüzün yeniden kullanılabilir hale gelmesinden geçiyor.

Tüm bunların ötesinde Türkiye’nin kendini sistemik sarsıntılara hazırlamasında da fayda var. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzen bizzat düzeni kuran ülke tarafından bozuluyor. Ticaret savaşları başlıyor. Devletler sisteminin temel normları açıkça ihlal ediliyor. Nükleer silahlanma yaygınlaşıyor. Uluslararası örgütler etkinliğini yitiriyor. BRICS gibi yeni oluşumlar güç kazanıyor.

Türkiye tabii ki NATO’dan çıkmamalı, BM’yi veya AGİT’i dışlamamalı. AB’ye üye olmasa bile işbirliğini derinleştirecek yöntemler aramalı, ki arıyor da. Ama eş zamanlı olarak Çin’e, Rusya’ya, özellikle de Hindistan’a şimdikinden çok daha fazla önem vermeli. Afrika kıtasını her açıdan yeniden keşfetmeli. Mesela YÖK antropolojik çalışmaları, saha araştırmalarını özendirmeli.

Dışişleri Bakanlığı hasımların sayısını, hasımlığın şiddetini azaltacak yeni yeni inisiyatifler geliştirmeli. Bölgesinin Mısır gibi kilit ülkeleriyle işbirliği yapabileceği ortak çıkar alanları bulmalı. Sadece devlet değil, basın, üniversiteler ve düşünce kuruluşları da sorun tespitinden ziyade çözüm odaklı bir anlayış benimsemeli.

***

Hepsinin ötesinde son krizin bize gösterdiği gibi Türkiye’nin askeri teknoloji alanında daha otonom bir yapı oluşturması, yeni tedarik zincirleri kurması şart. Ekonomide ise zemindeki gerçeklerden uzaklaşmadan ihracat ve ithalat pazarları çeşitlendirilmeli. Unutmayalım ki bu krizi aşsak dahi ABD’nin tek taraflı tasarruflarında kaynaklanacak sorunlar yine çıkabilir. İran ambargosu, Filistin’e dayatılacak çözüm ya da Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları yeni krizleri tetikleyebilir…

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum