Sağduyuyu seslendiren iki Filistinli

Trump ve Netanyahu’nun kaderler ve beklentilerinin kesiştiği, Ortadoğu’nun pek çok sorunla birden boğuştuğu bir dönemde İstanbul Kültür Üniversitesi Küresel Siyasal Eğilimler Birimi, cuma sabahı iki sağduyulu Filistinliyi ağırladı. Ezanın okunmasına getirilmeye çalışılan kısıtlamadan Türkiye’nin bölgedeki rolüne kadar pek çok konu masaya yatırıldı.

Yerine getirdiği sorumlulukları arasında belediye başkanlığı, İsrail El-Aksa Müslüman Bağış Örgütü Başkanlığı, Kahire Yüksek Müslüman Konseyi üyeliği bulunan Kamel Rayan ve şehir planlamacısı, aktivist Naif Abu Sharkia okulun öğrenci ve öğretim üyeleriyle görüşlerini paylaştı. Türkiye’den beklentilerini sıraladı.

Bazı konularda görüşleri örtüşmese de iki konuşmacının genel hatlarıyla yorum ve önerileri aynıydı. Ben de kendilerinden izin alarak anlattıklarını, onların anlattıklarından anladıklarımı özetleyerek paylaşmak istedim. Söyledikleri bilmediğimiz şeyler değil, ama onların ağzından ve aklından duymak önemli.

***

Her şeyden önce ezanın belirli saatlerde okunmasına getirilmeye çalışılan kısıtlama onlar açısından dini bir sorun olduğu kadar belli ki kimliklerinin inkarı anlamına da geliyor. Ezan kısıtlamasını/yasaklamasını İsrail’de var olan Müslüman kimliğin (aşamalı) reddi olarak algılıyorlar. Bu çabayı İsrail’i Yahudi devleti görme ve gösterme çabasının parçası olarak addediyorlar.

Oysa bırakın 1967 sınırları çerçevesinde kurulacak Filistin devletinin Filistinli nüfusunu bir kenara, İsrail toprakları üstünde şu an 1 milyon 786 bin (çoğunluğu Müslüman) Filistinli/Arap yaşıyor. Köyleri ve kasabaları var. İki devletli çözüm bulunsa bile bu insanlar İsrail vatandaşı olarak yaşamaya devam edecekler. Kimliklerinin kabulü, daha doğrusu kabulünün devamı onlar için yaşamsal.

Kaldı ki, nüfusun yüzde 20’sine tekabül eden, hakları ve toprakları sürekli ellerinden alınan bu insanların kimliğinin reddi anlamına gelebilecek böylesi bir yasaklama sadece onlar açısından değil, Filistin sorununun çözümünü ciddiye alan herkes açısından önemli olmalı. İlk oylaması çarşamba günü yapılan bu yasa tasarısına karşı diplomatik tepki gösterilmeli. Hiç olmazsa İsrail’in ileride kendini bağlayacak açıklamalar yapması sağlanmalı.

Ancak Cuma günkü Karar’da da aktarıldığı gibi dünya, özellikle de İslam dünyası bu konuda büyük ölçüde sessiz. Neredeyse tek ses Türkiye’den geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ezan yasağının İsrail ile Ürdün arasındaki Barış Antlaşması’na aykırı olduğunu İsrail Cumhurbaşkanı Rivlin’e bildirdi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın’ın belirttiği gibi, Türkiye bu konuyu Ürdün’ün de dikkatine getirdi. Diyanet İşleri Başkanı Görmez konunun hassasiyetine değinen bir açıklama yaptı.

***

Türkiye’nin gösterdiği hassasiyet konuşmacıların da gözünden kaçmamış olmalı ki bu ve benzeri konularda Araplardan çok Türkiye’ye güvendiklerini vurgulamak ihtiyacı hissettiler. Filistinliler olarak Türkiye’nin gücüne, özellikle de demokrasi ile Müslüman kimliğinin bir potada erimesinden doğan yumuşak gücüne atıfta bulundular.

Mısır ve Türkiye karşılaştırması ilginçti. Hatta özel bir konuşmada Suudi Arabistan’dan çok Türkiye’ye güvendiklerini söylediler. Türkiye’nin kendi haklarını savunmak için de güçlü olması gerektiğinin altını ısrarla çizdiler. Ancak biri dış desteğe daha çok önem verirken, diğeri sorunun kendi irade ve güçleriyle çözülebileceğini belirtti.

Her iki konuşmacının da istediği, tıpkı daha önce başka Filistinlilerden de duyduğumuz gibi, Türkiye’nin İsrail’le bağlarını koruması ve hatta derinleştirmesi, böylece de İsrail üstünde etkili olmasıydı. Sivil toplum temaslarının önemine de değindiler. Dikkat çektikleri bir başka konu da Suriye’nin zafiyetinin, soruna bir türlü çözüm bulunamamasının İsrail’in stratejik çıkarlarına hizmet ettiğiydi…

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum