‘Ben sana teşekkür ederim’
Gecenin ilerlemiş bir saatiydi öğrendiğimde; Ülkü Tamer vefat etmiş.
Durdum ve modern Türk şiirinin serencamını düşündüm kendiliğinden. Ses sahibi şairler, şiirimizin geldiği yer, şu bu.
Ülkü Tamer şiiri bana hep şaşırtıcı gelmişti.
Şiirle ilgili konuşmaktan kaçınır gibidir ama diğer taraftan ikinci yeninin en genç şairi olarak eklemlendiği şiir damarı içinde oluşturduğu sesle “Hey, buraya bakmadan geçersen eksik kalır yürüyüşün” der gibidir.
Çocuk dergisi yönetmiştir ve elbette bir kuşağın duyarlık biçiminin oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Çok bilinen kimi şarkıların sözleri ona aittir.
Anteplidir ve çocukluğunun eski şehrini, şehirdeki sıcak, içten bir üslupla bizlere anlatıp aktarmıştır. Yetmişten fazla kitabı çevirerek Türkçe’ye kazandıran bir dil işçisidir. Gazeteci ve oyuncudur ayrıca. “Çocuğun savunmasıdır şiir” diyebilen bir şairdir.
Sizi bilemem. Bendeniz, bir şair öldüğünde ülkenin sessizce yoksullaştığını düşünürüm.
Dilden, düşüncelerden, duygulardan kendi evrenini kuran şairin, giderken o evreni de götürdüğünü hissederim.
“Bir soğuk yel eser/Üşür ölüm bile” demeden önce ne düşünmüştü acaba?
“Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün
Serinlik vurdu korulara, canlandı serçelerim
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta
Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da”
Ve biraz da şu, diğer şiirleriyle birlikte:
“Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten
…
Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.”
Şey… Herkes gitti, herkes gider. Ülkü Tamer de gitti işte.
Allah rahmet eylesin.
Bir çocuk düşü olarak imge
(…) Bana öyle geliyor ki Ülkü Tamer şiirini koruyan, şairinin kendini bir insan teki olarak hallerine ve çocukluğuna bırakmasıdır. İntellect’inin ahtapot kollarının imgelemine uzanmamasının şiiri için ne demeye geldiğini çok er fark edip olanca titizliğini göstermiş Cahit Zarifoğlu ile Ülkü Tamer’in adını bu hususta yan yana anmak, son derece zihin açıcı olabilir. İkisi de dergi yönetseler de şiir üzerine kendileri yazmaktan, konuşmaktan uzak dururlar. Tamer’in sık sık andığı Amado’nun “İnsanın anayurdu çocukluğudur” sözü, iki şair için de çocukluktan bir tema olarak çokça söz açmanın ötesinde bir anlama gelir: Ne ise, nasılsa öyle olma. Wallace Stevens’in Mavi Gitarlı Adamı’nda durmadan sözü edilen “things as they are”, ancak bu suretle dile getirilebilir çünkü. Şair, şiir yazmakla şeylerin nasılsa öyleliğini ihlâle yeltenir ama tam da bu yolla işin aslına varabilir. Gitarı mavi olanın ezgisi şeylerin özünü örterken, örtüşüyle açık eder. İmge dediğimiz de zaten böyle bir şeydir. Toprak zemin içinde bir yerde, zeminden bağı birden kopan bir zihin toz toprak içinde çer çöpü havalandırıp sonra tekrar yerli yerine bırakır. Ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Şeyler böylelikle anayurdunu, esasını bulur, yeniden kaybedinceye dek. Çocukta ya da çocukluk yaşananlar da böyle olsa gerektir.
Gerçekten de Ülkü Tamer, Soğuk Otların Altında kitabında, şiiri için en sahici imge membaına, çocukluğuna kendini bırakır. Çocuk ya da çocukluğa ilişkin çağrışım yaratan diğer anlam vurguları, Tamer şiiri için sadece bir tema değildir. Bu anlam vurguları Tamer’in ilk kitabında epeyce yer tutar; hatta Tamer şiiri bu bakımdan İsmet Özel’in Geceleyin Bir Koşu’sunu da beslemiştir. Fakat bu hususta asıl fark edilmesi gereken, Soğuk Otların Altında’daki şiirlerde çocukluğun bir tema olmasından çok, imgenin bir çocuk düşü olarak oluşturuluşudur. İsmet Özel’in Geceleyin Bir Koşu’daki şiirlerinden Kuşun Ölümü, demek istediğimiz için iyi bir örnek. Bu şiir, çocuklukta sıkça görülen yüksekten düşme kâbuslarının çocuk duyarlığında algılanması gibidir. Tamer’in Soğuk Otların Altında’daki şiirlerinin özellikle ilk bölümünde de bu durum (imgenin bir çocuk düşü olarak oluşturuluşu)söz konusudur. Bu şiirlerde konuşan ses, türlü halleriyle bir çocuk ölümünü yaşar durmadan. Yaşantının dışavurumu ise çocukla identikleşilerek verilir. Bu da şiirlerde duyulan sesin düşlerinin, imgeyle mayalanarak şiire kalbolmasını kendiliğinden sağlar: Ses, kendi kuytu, derin düş ormanının adını Dokuma kor. Dokuma’nın ağaç budaklarıyla örülmüş yalnızlığı şehirle ihlâl edilmektedir. (…) Celâl Fedai (Bu değerli yazının tamamı celalfedai.wordpress.com/tag/ulkutamer/ adresinden okunabilir.)