Bir bahçede yürümek

Politik yalpalamalar siyasetin doğasında vardır. Yalpalayan politikacılar dahi öyledir.

Görünür sebep, tabii ki biraz tutarsızlıklarsa, biraz da kolayından öngörülemeyen, ama yine de sözün şehvetine kapılıp, üzerine söz söylemeden durulamayan uluslararası her şeydir.

Bu cümlelerin çok genel olduğunu, dolayısıyla pek de anlamı bulunmadığını biliyorsam da bu böyledir. Bunun sebebi de bütün anlamlara nüfuz edip, koleksiyonunu yapıp, turşusunu kurup, suyunu bardaklara doldurup içmenin pek mümkün olmamasıdır.

Bulduğunuz, anlamlardan bir anlam, yaşadığınız, zamanlardan bir zaman, içtiğiniz, sulardan bir su, gittiğiniz, anteplerden bir antep, yediğiniz de pekmezlerden bir pekmezdir.

Ne hatadan münezzeh, ne la’yüsel, ne de ebedî olmadığınız için fenafiddünyanın iğvasına kapılıp dünyayı kendiniz ve başkaları için fenalaştırmanın âlemi yoktur bu âlemde. Daha önce deneyenler pek hayırla anılmamaktadır.

Bakmayın Napolyon’un “Çarına selam söyle, bu barış teklifini Moskova’da görüşelim” demesine. Bugün Napolyon da Çar da öyle pek hayranlık pencerelerinden görülmez kendi ülkelerinin savaş sonrası kuşaklarınca.

Kötü sesler çıkaran enstrümanlar vardır ve harika sesler çıkaran enstrümanlar ya da gırtlaklar. Ama aynı sınıflamayı kulaklar için yapmayız pek. Kötü duyan kulaklar, hiç duymayan kulaklar yok mu?

“(Artık) dikey mimariden yatay mimariye geçelim, çirkinliklere izin vermeyelim” sözü en üst perdeden defalarca dillendirildiği hâlde gördüğümüz veya göremediğimiz nedir?

Belediye Başkanları, müteahhitler, toprak sahipleri, beton bürokrasisi? Bunlardan hangisinin duymadığından emin olabiliriz?

Sorun nedir geçip giderken? Durup bazı şeylere katlanamamaktır.

Beklerken şeyi gördük: Uyuyor numarası yapan birini kimse uyandıramaz.

İyi uykular elbette.

Ama şöyle bir ayağa kalkıp tertemiz bir bahçede yürümenin, çiçeklere, ağaçlara, varlığa dokunmanın da güzel, ışıklı yanları yok değil be kardeşim.

Bakarsın bir kuş geçer üstünden gökyüzü değişir.

Bakarsın bir melek geçer sana dokunup.

Bak.

HOCA VE SOKRATES

Hocanın iki temel edimi bunlardır: Soru sorar, öğrenciden bir söz söylemesini ister, yani kendini bilmeyen veya ihmâl eden zekâdan bir tezahür bekler. Bu zekâ çalışmasının dikkatli yapıldığını, zorlamadan kaçmak için bu zekânın rastgele bir şey söylemediğini doğrular. Bunun için çok becerikli ve çok bilgili bir hocanın gerektiği mi söylenecek? Aksine, bilgin hocanın ilmi, yöntemi çığrından çıkarmamasını zorlaştırır. Cevabı bilir ve soruları öğrenciyi doğal olarak oraya götürür. İyi hocaların sırrı budur: Sorularıyla öğrencinin zekâsına gizlice yol gösterirler –zekâyı çalıştırmaya yetecek ama tembelleştirmeyecek kadar gizlice. Açıklayan her hocanın içinde uyuyan bir Sokrates vardır. Jacques Ranciere- Câhil Hoca-Çev.: Savaş Kılıç- Metis yay.

CÖMERTLİK VE İYİLİK

İçten bir istekle yapılan iyilik ve cömertlik iki çeşittir:

Birincisi, isteyici tarafından bir taleb vukû bulmaksızın, sırf cömerdin kabaran gönlünden fışkıran kuvvetli bir iyilik duygusu ile yapılan cömertliktir.

İkincisi, bir isteyicinin taleb ve suali sonunda yapılan iyilik ve cömertliktir. Bunlardan da birincisinin şerefçe, ikincisinden yüksek olduğunda tereddüt gösterecek akıllı tasavvur edilemez.

Hz. Ali’ ye: “Cömertlik nedir?” diye sormuşlar.
Cevap vermiş:

“İstemeksizin kendiliğinden yapılan iyilik cömertliktir. İstedikten sonra verilen utanmadır, cömertlik değildir. Çünkü isteyici istemeseydi vermeyecekti. Ne yapsın ki istedi, utandırdı.” Mâverdî- Yüce Hedefler Kitabı-Haz.: Yaşar Çalışkan- Büyüyen Ay

ANONS

Uzungöl için çıkan yasanın İstanbul için çıkmaması tuhaf değil mi?

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum