Yeni nesil kütüphane
Kütüphane Haftası’nın bu yılki teması yeni nesil kütüphaneler.
Bir süredir görülmemiş bir bina ve içerik yenileme hamlelerini bildiğim kütüphanelerimiz, özellikle akademik çevrelerin de katılımıyla kütüphanelerin ıslahı, geliştirilmesi yönünde ilginç ve değerli adımlar atıyor.
Bu yıl ülke çapında seçilmiş kütüphanecilerin ve birkaç ülkenin Millî Kütüphane yöneticilerinin de katılımıyla birkaç gün sürecek olan 54. Kütüphane Haftası’nın açılış töreni dün Milli Kütüphane’de gerçekleşti. Bakan Numan Kurtulmuş Beyefendi açış konuşmasını yaparken kitap ve insan üzerinden geniş ufuklu bir panorama çizdi. Yurt çapındaki sıradışı okurların ve Ankara’daki müthiş kitap okurlarının ödülleri verildikten sonra sahne alan Karagöz perdesi salondaki izleyiciler için hoş bir sürpriz oldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Ömer Arısoy ve Kütüphaneler Genel Müdürü Hamdi Turşucu’nun titiz ev sahipliğinde gerçekleşen etkinliklerin bugün ve yarın da devam edecek panellerinde
‘Dünya Çocuk Kütüphanesi Örnekleri’,
‘Çocuklar, Kütüphaneler ve Fırsat Eşitliği’,
‘Halk Kütüphanelerinde Maker Hareketi’,
‘Kodlama, Robotik, Ahşap, Elektronik ve Üç boyutlu Modelleme Atölyeleri’ gibi çok sayıda başlık altında panel ve atölye çalışmaları yapılacak. “Yeni nesil” her zaman kulağa hoş gelen bir tınıyla dolaşıyor zamanın içinde.
Yeni nesil hep var, hep olacak. Yeni nesilden umutlar da, şikayetler de hiç bitmeyecek. Fakat biliyorsunuz sokakta üç beş liraya satılan ve geri dönüşsüz yıkıcı sonuçlara yol açan uyuşturucuların kod adı da yeni nesil.
İnsanlığın not defteri olarak gördüğüm kütüphanelerin işi bu dijital çağda biraz daha zorlaşıyor mu, kolaylaşıyor mu bilemiyorum. Ama işte dün gördüğüm manzara Bakanlık şemsiyesi altında bir avuç kütüphanecinin ve diğer misafirlerin katılımıyla başlayan yüksek nitelikli arayış, yeni güzel şeylerin bir habercisiydi.
Kitap neydi? Bizi yıkarak inşâ edendi, bazan kanatarak onarandı, sarsıp değiştirendi. Kitaba ve kütüphanelere kendini onaylamak, onaylatmak için gidenler yanlış yerde, onlar notere gitsin, değil mi ama? Nedir? Matbaa önemli değildir, orada hangi düzeyde kitap basıldığı önemlidir. Ve nedir Usta’nın dediği gibi: Okumadığın gün karanlıktasın!
Hay Merlin’in sakalı
Bazen “Hay Merlin’in sakalı!” diyesim geliyor, tövbe estağfirullah!
Büyücü Merlin, Kral Arthur, Avalon, Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Excalibur. Rüyalarıma giremediler diye şükrediyorum, demek ki sevmemişim, korkmamışım da. Ama son günlerde durmadan aklıma geliyorlar. Heybetli, adil, kahraman, efsaneleşmiş.
Elin kralını nasıl da biliyorum. Bir İngiliz entellektüeli muhtemelen bana “Sayın şaşkın leydi, soylu İngiliz tarihi böyle, yani sizin yaptığınız gibi, filmlerden öğrenilmez, Kral Arthur bu değildir, Excalibur ise…” şeklinde başlayan bir söylev vermeye girişecektir. Leydi falan bahane, saygı duyuyormuş gibi yapacak, böylece sözlerini sonuna kadar dinlememi garantilemek isteyecektir.
Sanki ben bilmiyorum, tarih filmlerden öğrenilmez.
Romanlardan da öğrenilmez diyeceğim de, Şirpençe romanı külliyen yalan mıydı? O roman sayesinde Yavuz Sultan Selim dönemi, okulda en severek çalıştığım konulardan biri olmuştu. Kırık Hançer romanı yüzünden de Hint kıtasını, yağmur ormanlarını, o ormanlardaki vahşi kedigiller tayfasını, filleri, Gazneli Mahmud dönemini öğrenmiştim. Orada kalmamıştı, kast sistemi vs. derken…. Neyse.
Öbür romanları ve onlar yüzünden öğrendiğim diğer şeyleri saymayacağım.
Kral Arthur’a bak sen. O kadar çok “King Arthur”, “Excalibur”, “Merlin”, şövalye… filmi seyretmişim ki sanki gözümle gördüm. Evet, ev-vet! Gerçek King Arthur böyle değildir, bir kayaya saplı Excalibur bir nevi… nedir?
Mantığım bana filmlerin film, gerçeğin gerçek olduğunu söyleyip duruyorsa da, mantığın üstündeki mantığım; kaliteli-kalitesiz, düşük bütçeli-dev bütçeli, masal hayvanı katılmış-katılmamış, iyi oynanmış-kötü oynanmış bütün bu Kral Arthur konulu filmlerin, sonunda Kral Arthur’u ve temsil ettiği her şeyle birlikte İngiliz entelijansiyası dahil, cıbır bir İngiliz köylüsünü bile adam saydırmaya çalıştığını söylüyor.
Excalibur deyince gözlerimin parlamasına engel olamıyorum; King Arthur, ah Arthur! Haksızlıklara karşı nasıl savaştı, efsanevî kılıcı kayadan nasıl da çekti, hakkını nasıl da aldı! Sanki bir adam idealine bakıyorum; arslan mı desem kaplan mı desem kartal mı desem, karar veremiyorum.
Ya Merlin? Büyücü Merlin? Fatih yanında Akşemseddin gibi bir şey, bir bilge. Sanki.
Bu ünsiyet nerden peyda oldu?
Kral Arthur filmlerinden.
Kral Arthur’u seviyor muyum? Hayır.
Ama… kocaman bir kral o. Şöyle heybetli, azametli, zulme direnmiş, akıllı, belki dâhi, ciddi ve… sanki adam.
Tövbe estağfirullah!
Asım Hoca’nın merakı
Neymiş Asım Hoca’nın merakı? Şuymuş: “Yedinin aslında neden altıdan önce geldiğini, dokuzun neden dokuz doğurduğunu, on kelimesinin neden iyi bir kelime olduğunu, otuzun neden oturduğunu, elden ele dilden dile giden elliyi, yetmişin kime yettiğini anlatmaya ve dahi anlamaya çalışıyor Gültekin ‘Birden Bine’ kitabında.” (Dünya Bizim’den)