Kur’an vahyi sempozyumunun ardından

Geçen hafta Cumartesi günü (07 Ekim 2017) İstanbul Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde Kur’an Çalışmaları Vakfı tarafından “Vahiy Zincirinin Son Halkası Kur’an Vahyi” sempozyumu düzenlendi. Sempozyum her yönüyle mükemmeldi. Bu yüzden, başta Kur’an Çalışmaları Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Fahrettin Yıldız ve proje koordinatörü Prof. Dr. Murat Sülün olmak üzere sempozyumun gerçekleştirilmesinde maddi ve manevi katkıda bulunan herkes kendilerini şükran ve minnetle anmamızı gerçekten hak etti. Sempozyumda sunulan bildiri metinlerinin program öncesinde kitap olarak yayımlanması ise ayrı bir güzellikti. Gerçi bazı hocalarımız bildiri metinlerinin gözden geçirilip revize edilme imkânını ortadan kaldırdığı gerekçesiyle program öncesi yayım faaliyetini eleştirdi. Fakat şahsi kanaatime göre sempozyum kitabının önceden neşredilmesi özellikle motivasyon açısından isabetli bir tercihti.

***

“Kur’an Vahyinin Anlaşılması, Yorumlanması ve Modern Çağa Taşınması” başlıklı bir bildiriyle katılma imkânı bulduğum sempozyumun en dikkat çekici tarafı çok kalabalık, aynı zamanda çok olgun ve seviyeli bir katılımcı kitlesinin sabah saat dokuzdan akşam saatlerine kadar neredeyse hiç fire vermeksizin pür dikkat programı takip etmesiydi. Kimi zaman vahiy kavramıyla ilgili çok yoğun fikirlerin serdedildiği, kimi zaman geleneksel anlayışlarla bağdaşmaz görüşlerin serimlendiği sunumlarda son derece özgür ve özgürlükçü bir vasatın hâkim olması ve daha da önemlisi tüm program boyunca hiçbir provokatif ve sabote edici bir tavra tanık olunmaması son zamanlarda giderek çoraklaşan din, diyanet ve İlahiyat alanına ilişkin ümitlerimizin tazelenmesine vesile oldu.

Sempozyumda muhteva itibariyle çok nitelikli bildiriler sunuldu. Prof. Dr. Mahmut Aydın’ın “Hıristiyanlıkta Vahiy”, Prof. Dr. Murat Sülün’ün “Kur’ân-ı Kerim’de Vahyin Kavramsal Çerçevesi” ve Prof. Dr. Ömer Özsoy’un “Vahiy Geleneği Bağlamında İkiz Doğum Olarak Kur’ân Vahyi: Kur’ân Metni ve Kurucu Ümmet” başlıklı bildirileri özellikle zikre değer evsaftaydı. Özsoy’un bildirisindeki ana fikre göre Kur’an metni tarihte eşine az rastlanır bir insani başarıya hem rehberlik, hem de refakat etmiş olan Kur’an vahyinin dokümanıdır. Bu yüzden ne Kur’an metnini ikiz kardeşi olan kurucu ümmetten ve onların yaşam pratiğinden kopararak okumanın, ne de Hz. Peygamber’in ve kurucu ümmetin Sünneti’ni onu varlık sahnesine çıkaran ve meşruiyetinin belgesi olan Kur’an metninden kopararak okumanın bir haklılığı olabilir…

Elbette, Hz. Peygamber’in ve kurucu ümmetin kendi kültürlerinin çocukları olarak sahip oldukları bütün telakkilerin ve kendi bilgi kaynaklarına dayanarak ortaya koydukları bütün uygulamaların kategorik olarak tüm zamanlar için geçerli olmasını bekleyemeyiz. Onların bazı uygulamaları, şartların değişmesine bağlı olarak zamanla geçerliliğini yitirebileceği gibi, evren ve varlık hakkında daha doğru bilgilere sahip olduğumuz bugün için onların bazı telakkilerini de isabetsiz bulabiliriz. Örneğin, tıbb-ı nebevi başlığı altında adeta kutsanan Hz. Peygamber’in sağlıkla ilgili telakki ve tavsiyeleri bugünün tıp bilgisi açısından geçersiz içeriklere sahip olabilir. Ancak bu durum, söz konusu içeriklere sahip hadislerin mevsukiyetinden şüphe etmemizi gerektirecek bir karine teşkil etmez…

Mevcut din söylemimizde hâkim olan Kur’an ve Sünnet ilişkisine dair tasavvurlarımız son derece problemlidir. Çünkü Sünnet ya beşer katkısı bulunduğu gerekçesiyle Kur’an karşısında değersizleştirilmekte veya değerli olması için beşerî katkı olduğu inkâr edilip tamamen vahye istinat ettirilmektedir. Oysa Cenâb-ı Hak vahiyle birlikte yeryüzü sakinlerine sadece bir metin armağan etmemiş, aynı zamanda bu metnin nüzulüne refakat eden Hz. Muhammed’in etrafında oluşan örnek bir cemaat/toplum bahşetmiştir. Daha ileri giderek, Kur’an vahyinin asıl hedefinin insanların eline her dönemde okuyup hükümler çıkarabilecekleri bir metin vermek değil, her dönemde örnek alabilecekleri bir yaşam pratiği ortaya çıkarmak olduğunu söyleyebiliriz…

***

İslam’ın doğuşuyla, yani Kur’an vahyinin rehberliğiyle ortaya çıkan ilk müslüman cemaatin öncülük ettiği dinsel, epistemik, ahlaki ve siyasi inkılabı insanlık tarihinde gerçekleşen bir erken aydınlanma olarak müşahede ve başkalarına karşı herhangi bir faşizme düşmeden onların takipçisi olmakla iftihar edebiliriz. Kurucu ümmetin yeryüzündeki davasının başlıca unsurlarını hatırlamak, hali hazırdaki İslam algı ve pratiklerimizin ne denli bu davanın takipçisi niteliğinde, ne denli bunlar yerine ikame edilen karşı devrimler niteliğinde olduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Dinsel alanda ulusal Tanrı yerine evrensel Tanrı, hakikat tekelciliği yerine dinî çoğulculuk, dinsellik yerine dünyevilik; bilgisel alanda belirsizlik yerine kozmolojik ve sosyolojik düzen, olağanüstünün (mucize) aciz bırakıcılığı yerine olağanın çarpıcılığı, temelsiz kabul yerine temellendirilebilir bilgi; siyasi ve iktisadi alanda ise güç yerine hak, rekabet ve çatışma yerine yarışma ve dayanışma, üstünlük ve sömürü yerine eşitlik ve paylaşım…

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum