Zâhirî-Selefî din yorumu

Bugün, 29 Mayıs Üniversitesi Kur’an Araştırmaları Merkezi (Kuramer) tarafından İstanbul’da (İSAM Konferans Salonu, Üsküdar/İstanbul) düzenlenen “Zâhirî-Selefî Din Yorumu” konulu sempozyumdayız. Prof. Dr. Sönmez Kutlu’nun (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) “Zâhirî İslam Anlayışının Zihniyet Analizi: Epistemolojik, Teolojik ve Kültürel Temelleri” başlıklı konferansıyla açılacak sempozyum programı iki oturumdan oluşmaktadır. İlk oturumda, “Zâhirî Anlayışın Fıkha ve Fıkıh Usûlüne Yansıması” (Prof. Dr. H. Yunus Apaydın, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) ve “Selefî Akımların İslam Algısında Zâhirî-Lafzî Yorumun Yansımaları” (Prof. Dr. M. Zeki İşcan, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) başlıklı bildiriler sunulacaktır. İkinci oturumda ise “Günümüz Zâhirî-Selefî Çevrelerin Hadis Algısı ve Literalizm Sorunu” (Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) ve “Zâhirî Yaklaşımın İslam Düşüncesi ve Çağdaş Selefîlikteki İzdüşümleri” (Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) başlıklı bildirilerin sunumu yapılacaktır.

***

Sempozyumda sunulan bildiriler Prof. Dr. Mehmet Erdoğan (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi), Prof. Dr. Hasan Hacak (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi), Prof. Dr. Sıddık Korkmaz (Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi), Prof. Dr. Fethi Kerim Kazanç (Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi), Prof. Dr. Zekeriya Güler (29 Mayıs Üniversitesi Uluslararası İslam ve Din Bilimleri Fakültesi), Prof. Dr. Mustafa Ertürk (İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi), Prof. Dr. Osman Bilen (Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) ve Prof. Dr. Ali Rıza Gül (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) tarafından müzakere edilecektir. Bildiriler ve müzakereler çerçevesinde serimlenecek bilgi, görüş ve değerlendirmelerin özellikle Temel İslam Bilimleri alanında yüksek lisans ve doktora çalışmaları yapan genç araştırmacılar için ufuk açıcı olacağı şüphesizdir. Bu vesileyle programın avâm-ı nâsa hitap eder tarzda olmadığını, çünkü muhtevada dinî hikâye, menkıbe ve kıssa bulunmadığını özellikle belirtmek gerekir.

Zâhirîlik, ilmî ve akademik araştırmalarda genellikle muayyen bir fıkıh mezhebi olarak ele alınır ve çok büyük ölçüde İbn Hazm’ın birkaç eserinden hareketle analizler yapılır. Oysa Zâhirîlik genelde İslam’ı, özelde nassları (ayetler ve hadisler) ve şer’î ahkâmı anlama tarzı olarak çok geniş bir tanımlamadır ve bu tanımlama ilk dönem Hâricî fırkalardan Ehl-i Hadis ve Selefiyye’ye, Dâvûd b. Ali’nin tesis ettiği Zâhiriyye mezhebinden Şâfiîlik, Hanbelîlik ve günümüzdeki cihatçı Selefî hareketlere kadar çok çeşitli mezhep, ekol ve başka yapıları kuşatır. Metodolojik açıdan bakıldığında ise Zâhirîlik nassları ve şer’î ahkâmı anlama/açıklama hususunda metin-merkezci ve lafız-beyan eksenli yaklaşımları içeren bir tanımlamadır.

Zâhirî anlayış genellikle nassın kendine özgü hususiyetlerinden bağımsız olarak, öznenin nassa yaklaşım biçiminden hareketle değerlendirilir. Hâlbuki bu anlayış her şeyden önce Kur’an metnindeki dil, üslup ve ifade tarzıyla ilişkilidir. Bilhassa emir-yasak içerikli nasslardaki beyanlara bakıldığında, bu beyanların çok zahir ve sarih olduğu, sözgelimi Kur’an’da “tilke hudûdullâh” gibi lafızlarla kesin sınırlar ve kayıtlar konulduğu hemen anlaşılır. Bu tür bir açık hitap tarzı karşısında, muhatabın kendini kışladaki asker gibi hissetmesi gayet tabiidir. Ne var ki İslam düşünce geleneğinde, başta İhvân-ı Safâ ve İsmâilî filozoflar olmak üzere Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, Abdürrezzâk el-Kâşânî ve daha birçok mutasavvıf “zâhir”e burun kıvırarak hep “bâtın”la ilgilenmişler ve bu seçkinci eğilime paralel olarak Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasında zâhir-bâtın, avâm-havâs gibi kategorik ayrımları çok önemsemişlerdir. Özellikle tasavvuf kültüründe rağbet gören bu meşhur ayrımdaki temel kabul zâhirin “avâm”a, bâtının” havâs”sa hitap ettiği yönündedir.

***

İlâhî hitabın Arabî-lisânî kalıplar içinde somutlaşmış bir metin olması ve bu metnin fıkıh geleneğinde hukuk kodu gibi kullanılması anlam, yorum ve hüküm istinbatında verili bir unsur olarak “zâhir”e riayet edilmesini kaçınılmaz hâle getirir. Başka bir ifadeyle, bilhassa fıkıh ve kelam disiplinlerinin normatif karakterli olması, dilde verili bir unsur olarak ilk planda “zâhir”i esas almayı gerektirir. Öte yandan, Ehl-i Hadis ve Selefiyye ekolünde dinin nass, haber ve selefi taklitten ibaret görülmesi ve aynı zamanda İmam Şâfiî’den İbn Hazm’a uzanan Zâhirî çizgide genel olarak dinde, özel olarak Kur’an ve Sünnet’te tüm hayat olaylarıyla ilgili bir delilin bulunduğu fikrinin benimsenmesi nassların hemen her tikel/fer’î/cüz’î konu veya sorunda dahi referans metni olarak kullanılmasını icap ettirir. Bütün bunlar Zâhirîlik çerçevesinde tartışılması gereken önemli meselelerdir. Gerek dinî-ahlâkî kimliğimizin teşekkülünde gerek hayat pratiğimizin tanziminde her bir fer’î meseleyle ilgili olarak nassa başvurmak zorunda olup olmadığımız ve dahi nassı hukuk kodu gibi kullanmakla nereye varacağımız meselesini de bu vesileyle teşrih masasına yatırmak gerekir.

YORUMLAR (17)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
17 Yorum