Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı

Kürt sorunu bir dil sorunudur. Kürtçe üzerindeki yasaklardan, Kürtçenin kamusal alanda kullanılamamasından söz etmiyorum. O başka. Sorun bu kadarsa çıkarsın Karaman oğlu Mehmed Beyvari kamuoyuna açıklarsın, “bu günden sonra sokakta, çarşıda pazarda, mektepte, medresede Kürtçe konuşmak serbesttir” dersin, her şey biter. Her şey bununla bitmiyor ama , kullandığın dili, seçtiğin kelimeleri, kelimelere yüklediğin anlamları, söylemden sonra gerçekleştirdiğin pratiği de iyi seçmen gerekir. Dil sorunu derken bundan söz ediyorum.

Kelimelerin, kavramların, söylemlerin tıpkı silahlar gibi menzilleri var. Kısa menzillisinden tutun uzun menzillisine kadar söz vardır. Balistik füze gibi, kıtalar aşan, etkisi zamanları kuşatan kelimeler olduğu gibi. Sözlerin barutu, ihtiva ettikleri anlamdır. Barutun gücü kadar menzil alır bir kurşun, bir kelime de anlamının gücü kadar. Ama hava koşulları, rüzgarın yönü, hedefin konumu da belirleyicidir. Bir kekliğe domuz mermisi sıkarsan, isabet etsen de bir kazanç elde edemezsin, mesela pişirip yiyemezsin. Mevsim de önemlidir tabi. Ayrıca merminin çıktığı namlu da büyük bir öneme sahiptir. Kelimenin çıktığı ağzın önemli olması gibi. O yüzden kelimelerini de doğru seçmelisin. “li külli meqamin meqal” (her yerin bir konuşma adabı vardır). Kelime vardır uygun bir hatibin dilinde muhatabı pamuk gibi yumuşatır, kelime vardır yersiz bir hatibin dilinde muhatabı bıçak gibi biler. “Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı” mı demişti şair?! Silahın geri tepmesini de hesap edeceksin. Eğer omuz desteğini tam sağlamadan tetiğe basarsan sert bir geri tepmeyle devrilirsin. O yüzden muhatap kitleyi memnun edeyim derken sana omuz veren, omuz vermesi gereken kitleleri de rencide etmemeyi düşünmelisin. Yoksa kendini hak ile yeksan bulursun. En önemlisi muhatap olduğunu düşündüğün kimse gerçekten olması gereken muhatap midir. Yoksa kuru gürültüyle gerçek muhatabı bastıran bir zorba midir? Bilmen lazım

Yüz yıllık Kürt sorunu bağlamında kullanılan dil ve bu dilin mahzenine sürülen kelimeler bugüne kadar Sivas’ın ötesine geçebilmiş değildir o yüzden. Bazıları ise Ankara dolaylarında misket havası atmosferi kadar etki gösterebilmiştir. Kimileri hala meselenin Türkçe veya Kürtçe konuşmakla ilgili olduğunu sanıyor. Mesele Kürtçe veya Türkçe olsun doğru ve iyi sözün kullanılması ile ilgilidir. Mesele Sivas’ın ötesi ile berisini birlikte kuşatacak bir dilin tutturulması ile ilgilidir. Birini kazanayım derken ötekini kaybetmemekle ilgilidir. Ortak tarih, ortak kültür, ortak coğrafya göstermiştir ki Kürtleri ve Türkleri birlikte kuşatacak tek dil ortak din olan İslam’ın dilidir. Bunu Kürtçe de Türkçe de telaffuz edebilirsin üstelik.

Kur’an-ı Kerim “Güzel söz Allah katına çıkar, onu yükselten de salih ameldir” buyurur. Söylem ve eylem uyumunu, bu uyumun önemini vurgular.

Kürt sorunu bağlamında hem güzel bir dil seçeceğiz, hem de bu güzel söylemi salih, yapıcı, değer üretici bir eylemle besleyeceğiz. O zaman Allah katına yükseldiği gibi insanların katında da etkili olur.

Ben şahsen bugünkü hükümete hakim olan kadronun bir Kürt’ün dahi burnunun kanamasını istediklerini sanmıyorum. Kürtlerin ekonomik olarak iyi durumda olmalarını, rahat ve huzurlu bir hayat sürdürmelerini, ülkenin batısı ile doğusunun aynı nimetlerden istifade etmelerini istediklerini düşünüyorum. Bunu pratikte de uyguluyorlar. Kürtlerin dillerini serbestçe kullanmaları, kültürlerini yaşamalarını ve diğer beşeri haklarından istifade etmelerini de istiyorlar ve bunu uygulamalarıyla da gösteriyorlar. Buna rağmen Kürtler nezdinde gerekli kabulü gerekli düzeyde gördüklerini de söyleyemeyiz. Son seçimlerde anlamlı bir dönüş gerçekleşti ama beklenen ve istenen düzeyde olmadı. Bunun nedeni gerçekleştirilen bu yapıcı, değer üretici pratiğin (salih amel) uzun menzilli, etkili bir dille taçlandırılmamasıdır kuşkusuz. Yüz yıllık Kürt beklentisini göz ardı edercesine “tek…tek…tek” lerden söze girdin mi pratiğin etkisini hemen hemen sıfıra indirirsin. Çünkü Kürtler nezdinde acı hatıralarla dolu Kemalist geçmişin pratiğini hatırlatıyor. Üstelik bu “tek…”lerin çoğuna Kürtlerin büyük kısmının hiçbir itirazının olmadığını da biliyoruz. Ama mesela “Suriye’de…Irak’ta… bir Kürt devletine müsade etmeyiz” demek yerine, “Türkiye aynı zamanda Kürtlerin de devletidir” derseniz, bunu doğrulayan bir pratiğiniz olduğu için bu söyleminiz, salih eylemle beslendiği için hem Allah katına yükselir hem de insanların nezdinde de etkisini gösterir.

Beri tarafta “Türkiyelileşmek…” güzel bir sözdür, ama hemen ardından gelen “hendek pratiği” yıkıcı, değer bozucu yani fasit bir ameldir. Bu yüzden Türkiyelileşme söylemi de Sivas’ın berisine geçemedi (her iki örnekte de Sivas bir kent, bir coğrafi sınırı değil, kelimelerin menzilini temsil ediyor). Vakıa “Türkiyelileşme…” söylemi henüz hendek pratiği ile buluşmadığı sıralarda da sorunluydu, mesela Cihangir muhitinin kast ettiği belliydi, ama söylemin evrenselliği bu önemli ayrıntıyı gözden kaçırıyordu. Sonra söylem eylem uyuşmazlığı net bir biçimde ortaya çıktı.

“Kürt siyasal hareketi” cenahında eylem sorunu var. Hükümet cenahında da alabildiğine azalmış olmakla beraber bir dil sorunu var. Bu dil sorunu giderilmeli. O zaman kelimelerin gücü pratikte de kendini gösterecektir. Çünkü bu kelimelerin gerekli makamlara yükselmesini sağlayacak bir pratik zaten yürüyor. Siz bu vasatı tutturduğunuz zaman konuştuğunuz dilin Türkçe veya Kürtçe olması önemli değildir. Neticede insanca konuşmuş olacaksınız.

Zaten İslami çözüm dediğimiz şey de insani çözümdür. Elverir ki dilini tutturalım.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.