Havasına, suyuna, taşına ve marşına...

Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau (Cenevre’de doğumundan bir yıl önce babası Topkapı Sarayı’nda saat tamircisi olarak çalışmaktaydı) 1752 yılında kendisini eğlendirmek için Köyün Kahini adlı bir opera yazdı. Operalarda dekorun değişimi sırasında izleyicileri eğlendirmek için yazılan opera-buffa denen ara oyun formatındaki eser üç kişilikti: Ayrı düşmüş genç sevgililer Colin ve Collette ile birlikte Shakespearevari bir çöpçatan rolündeki köyün kâhini.

Köyün Kâhini ilk kez Fransa Sarayı’nda sahnelendikten bir yıl sonra 1753’te Kraliyet Müzik Akademisi’nin Paris’teki gösterisinde büyük sükse yaptı. Ardından 18. yüzyıl Avrupa’sının en popüler operalarından biri haline geldi.

Ama nedense New York’ta 400 kez sahnelenen bu opera Türkiye’de ilk defa 2012 yılında sahnelenebildi. Bu uzun gecikme belki de bir gerçeğin ortaya çıkmaması içindi.

Çünkü operada sevgilisi Colin, kendisini terk etti diye ağlayıp, sızlayan Collete, “J’ai perdu mon serviteur/ J’ai perdu tout mon bonheur” yani “Bendemi kaybettim/ Tüm mutluluğumu kaybettim” diye aryaya başladığında Türk dinleyicilerin kulağına çok tanıdık bir melodi çalınabilirdi.

https://www.youtube.com/watch?v=3kI9V83-RCQ

Cemal Reşit Rey’in Cumhuriyet’in 10. yılı için bestelediği 10. Yıl Marşı’nın girişine çok benziyordu bu melodi.

Resmi hikayeye göre 1933 yılında CHP Genel Sekreteri Recep Peker’in daveti üzerine Ankara’ya giden Rey, güftesi Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel’e ait olan Cumhuriyet’in 10. yıldönümü için bestelenecek marşın bestesi işini almış, kısa bir süre de eseri tamamlayıp teslim etmişti. Eser Atatürk’ten de onay alınca resmi marş olarak 10. Yıl kutlamalarından itibaren çalınmaya başlandı ve bugünlere kadar geldi. Rey, daha sonraki röportajlarında bir gece mehter melodisinden yola çıkarak bu besteyi yaptığını anlatacaktı.

Ama iki eser arasındaki bu benzerlik o yıllarda musikişinas bir tabip siyasetçi olan Bursa milletvekili Osman Şevki Bey’in kulağından kaçmamıştı. Marşın Rousseau’nun Köyün Kahini’nin girişinden çalıntı olduğunu fark edip Meclis’te dile getiren Osman Şevki Bey, bu konuda uzun yıllar makaleler yazdı, gazetelere konuştu. Ama iddialar karşısında hep sessiz kalan Cemal Reşit Rey’den “O eserin bir notasını dahi dinlemedim” den başka cevap gelmedi. Halbuki, Kudüs Mutasarrıfı olan babasıyla 1913’te Paris’e taşınan Rey, müzik eğitimine Paris’te başlamış, besteci Gabriel Faure, Debussy’nin öğrencisi piyanist Marguerite Long’la çalışmıştı. Eğitimin bir kısmını da Rousseau’nun 200. doğum günü anısına verilen bir bursla yapmıştı. Duymamış olma ihtimali duymuş olma ihtimalinden daha zayıftı.

Osman Şevki Bey (Uludağ)’in peşine takıldığı tek marş 10. Yıl Marşı da değildi. Kendisinin de yarışmasına bir eserle katıldığı İstiklal Marşı için seçilen Zeki Üngör’ün bestelediği İstiklal Marşı’nın ilk kısmındaki on ölçünün 1845-1902 seneleri arasında yaşayan Romen besteci lon Ivanovici’in Carmen Silva adlı eserinden alındığını da iddia etti.

https://www.youtube.com/watch?v=dEiYllMbh40

İddiasını 7 Mayıs 1940’de CHP meclis grubunda Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e de sordu. Sadece marşın çalıntı olup olmadığını da değil, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın başına gelmeden önce Vahdettin’in orkestrasının başında olan Zeki Üngör’ün bu marşı önce Vahdettin’e sunup sunmadığını, marşın orkestrasyonunu da “Ermeni milletinden [Edgar] Manas Efendi”nin yapıp yapmadığını da sordu.

Hasan Ali Yücel iddiayı Meclis’te doğrulayan bir cevap verdi;

"Demek isteniyor ki bizim bestekarlarımız, kompozitörlerimiz yoktur, başka milletlerin bestelemiş oldukları şarkıyı alıp sözlerini değiştiriyor ve bu nağmeleri alıp kendi çocuklarımıza veriyoruz. Üstelik de bunları nereden aldığımızı söylemiyoruz. Arkadaşımızın bunda hakkı vardır. Çünkü hakikaten bir kısım şarkılarda ve marşlarda böyle iktibaslar, intihaller yapılmış ve bunu yapanlar da kemali cesaretle kendi adlarını altına koymuşlardır. Mütehassısların bendenize söylediklerine göre bu bize Karmen operasından bir kısım değil de Karmen Silva diye bir vals varmış, revaçta imiş, onun bilmem kaç batutası benziyormuş. Zeki Bey bunun orkestrasyonunu Ermeni bir zata yaptırmıştır."

Hasan Ali Yücel’in “sözlerini değiştirip çocuklarımıza verdiğimiz başka milletlerin şarkılarından” yapılmış marşlardan biri de Dağ Başını Duman almış olarak bilinen Gençlik Marşı’ydı. 20 Haziran 1938’de resmi marş olarak kabul edilen marşın tarihi daha eskiydi.

Marş, İttihatçıların kurduğu ilk izci derneklerindeki genç izciler için yazılan bir marştı, ilk adı da Keşşaf Marşı’ydı. Marşın gerçek hikayesini 1957’de Peyami Safa, “Milli Hava ve Marş Züğürtlüğü” yazısında güftesini yazan Ali Ulvi Elöve’nin ağzından şöyle anlattı:

“Birinci Dünya Harbi’nde ben Muallim Mektebi’nin Türkçe hocası ve tatbikat kısmının müdür muavaniydim. Viyolanist Zeki Bey de (İstiklal Marşının bestekarı) musiki öğretmeniydi. Avrupa’dan aldığı bir çok bestelerin güftelerini bana yazdırdı...Beden terbiyesi muallimi Selim Sırrı Bey merhum da İsveç’te öğrendiği bir türkü için benden sekiz hecelik bir güfte istedi.”

Gerçekten de müzik eğitimi için Stockholm’e giden Selim Sırrı, İsveç’te çok popüler olan bu ormancı şarkısını çok beğenmişti. Felix Körling'e ait şarkının adı "Tre Trallade Jantor"du. Yani "Şakıyan 3 kız". Şarkının sözleriyse biraz müstehcendi:

“Üç şırfıntı çıktı güneşli bir günde

Lindane Le'ye giden yola

eteklerini süpüre savura

üçü birden şınanay diyerek

Ve askerler gibi uygun adım”

https://www.youtube.com/watch?v=S877sNgxkOw

İzmir Marşı’nın hikayesi ise daha karışık. İlk İzmir Marşı 1908-1912 arasında kaydedilmiş olan Osmanlı Sarayı’nın ilk bando şefi olan Mehmet Ali Bey’e aittir ve hala çalınmaktadır.

https://www.youtube.com/watch?v=D3IHbKxhDzM

Bu İzmir Marşı’na Yunanlılar da sahip çıkmaktadır. Onlara göre bu anonim bir kasap havasıdır. https://www.youtube.com/watch?v=mhqc6b-QCFk

Bir başka İzmir Marşı daha vardır. 1923 yılında Saksonya Devlet Orkestrası Şefi Kurt Striegler bestelenen bu marşın tam adı. Türk İzmir Marşı’ydı. Atatürk’e sunulan marşın, Mustafa Nermi tarafından yazılan sözleri şöyleydi:

İzmir artık hürsün bu değil rüya
Türklük dirildi kurtuluyor Asya
Türk İzmir şan gör ebediyen yaşa

Ama bu marş daha sonra unutuldu. Son olarak Almanya’da bulundu ve bugün İzmir Şehir Müzesi’nde sergileniyor.

Bugün İzmir Marşı olarak bilinen, tribünlerde okunan marş ise aslında Kafkasya Marşı’dır. 1914’de Enver Paşa’nın Kafkasya seferi sırasında yazıldığı düşünülen marş “Kafkasya dağlarında çiçekler açar” diye başlıyordu. Bestecisi belirsizdi. 1966 yılında Etem Üngör’ün “Türk Marşları” kitabında

Besteci İzzeddin Hümayi Elçioğlu’na ait olduğu yazıldı ama marş hala Kafkasya Marşı diye geçiyordu. Marşın ne zaman ve niye “İzmir’in dağlarında çiçekler açar’a döndüğü de belirsiz.

https://www.youtube.com/watch?v=owkKxqZH9bQ&list=RDowkKxqZH9bQ#t=6

Yine Kafkasya seferinde Enver Paşa için yazılıp söylenen “Hoş gelişler ola kahraman Enver Paşa” marşı da 1926’da Mustafa Kemal’in Kars’ı ziyareti sırasında “Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa” ya dönüşüvermişti.

https://www.youtube.com/watch?v=agveHbFsogM

“Ankara’nın taşı bak” olarak bildiğimiz türkünün de çok sahibi ve trajik bir hikayesi var. Resmi kayıtlara marşın bestesi Ali Cihat Taşkın ve tarihi de 1968. İlk duyulduğu yer ise 1966 yılında çekilmiş, hala daha Kurtuluş Savaşı ile ilgili siyah beyaz görüntülerin çoğunun alındığı Bir Millet Uyanıyor filmi.

https://www.youtube.com/watch?v=m72TinbSyrg. Türküyü meşhur edense 1970’lerde Ruhi Su oldu.

Fakat türkünün mazisi çok daha eskilere dayanıyor.

1930’larda radyo kayıtlarına anonim olarak giren türkünün 1920’li yıllarda Ankara’ya sığınmış Ermenilere ait bir ağıt olduğu söyleniyor. Bu ağıtın Kürtçesini bir Hrant Dink anmasında Rakel Dink’ten dinleyelim. https://www.youtube.com/watch?v=Sdkb5i5t17g

Aynı türkü 1936 ise Said Axaye Ciziri tarafından “Ew milka Kurda” (O Kürt Vatanı) adıyla bir Kürt marşı olarak söylendi. https://www.youtube.com/watch?v=HKhOvlD33Zs

1947’de bu kez Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra Hesen Zîrek tarafından ağıt formunda “Ey Niştiman” adıyla bir kere daha okundu.

https://www.youtube.com/watch?v=OsNMJpab69c

1960’larda sol-sağ çatışmaları sırasında Ülkücülerin dilinden düşmeyen etkileyici bir marştı “Çırpınırdı Karedeniz.”

“Çırpınırdı Karadeniz, bakıp Türk’ün bayrağına. Ah ölmeden bir görseydim düşebilsem toprağına” sözlerini yazan Ahmet Cevat Ahundzade, Azerbaycan'ın Milli Marşı'nın da güftekarıydı. 1914’te Gence’de bu etkileyici sözleri Kafkas Ordusu’nu Azerbaycan’a çağırmak için yazmıştı. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu, bu sözlerden dört yıl sonra Gence’ye girdi. Kısa ömürlü olacak Azerbaycan kuruldu. Ahunzade, Azerbaycan’ın da milli marşını yazdı. 1937’de ise Stalin’in askerleri tarafından kurşuna dizildi.

Aslında Ahunzade’nin üzerine “Çırpınırdı Karadeniz”in sözlerini yazdığı beste ise 300 yıllıktı. 1712’de Tiflis’te doğmuş Ermeni besteci Sayat Nova’nın, Kamança’sına ithafen yazdığı bir aşk şarkısıydı bu.

https://www.youtube.com/watch?v=SPI-3CZonPA.

Aslında Sayat Nova, bizdeki aşıklar gibi bir Ermeni aşuğuydu. O yılların Tiflis’inde Ermeniler ve Azeriler birlikte yaşıyordu ve Sayat Nova’nın şiirlerinin çoğu da Azericeydi.

Ülkücülerin en meşhur marşının bestekarının bir Ermeni olduğunu ilk 2000’li yıllarda MHP’li Şevket Bülent Yahnici keşfetti: "Ankara'da bir mekândaydık. Erivanlı bir müzisyen sahnede Ermenice şarkılar söylüyordu. Bir ara söylemeye başladığı şarkı çok tanıdık geldi. Dinlediğimiz, Çırpınırdı Karadeniz'in müziğiydi ama sözler Ermenice'ydi. Baronyan, o gece o şarkının asırlardır söylenen bir halk türküsü olduğunu söyledi."

Solcuların en meşhur marşı olan Gündoğdu ise aslında askeri geçit törenler için yazılmış, milliyetçi bir marştı. Onun da bestekarı ve ne zaman bestelendiği meçhul. Grup Yorum’dan önceki askeri versiyonu şöyleydi:

“Sandılar Türk uyudu,
Ata cenge buyurdu,
Türkün asker olduğunu,
Dünyalara duyurdu”

https://www.youtube.com/watch?v=4IMNWGcCajI

1960 darbesine doğru giden sokak olayları sırasında sözleri değiştirilen Plevne Marşı’nın hikayesi de benzer. 1910 yılında 1877’de Gazi Osman Paşa’nın Plevne Müdafaası için yazılan, dünyanın belki yenilgi için yazılmış tek minor marşının bestecisi hakkında da rivayetler muhtelif. En güçlü tez Mehmet Ali Bey’e ait olduğu. Başka bir rivayete göre de Abdülhamit için Hamidiye Marşı’nı besteleyen Osmanlı’nın en önde gelen bestecilerinden Dikran Çuhaciyan’a ait olduğudur. Marşın ilk versiyonunda neden bu sözlerin olduğu ise bilinmiyor:

“Olur mu böyle olur mu?
Evlât babayı vurur mu?
Sizi millet hainleri,
Bu dünya size kalır mı?”

https://www.youtube.com/watch?v=UAMP4BA27sM

Ama bu sözler 28 Nisan 1960’da Ankara’da DP iktidarına karşı başlayan öğrenci olayları sırasında şöyle değiştirilmişti:

“Olur mu böyle olur mu?
Kardeş kardeşi vurur mu?
Kahrolası diktatörler,
Bu vatan size kalır mı?”

Ve 1974’e geliyoruz. Kıbrıs Harekatı sırasında TRT’de sık sık bir Ayten Alpman şarkısı çalınmaktadır: “Havasına suyuna, taşına toprağına” diye başlayan şarkının adı “Bir başkadır benim memleketim”. Aslında şarkı 1970’lerde çıkmıştı ama esas havasını Kıbrıs Harekatı’yla bulmuştu.

Hala bütün ülkenin birlikte söylediği şarkının da bestesi aslında yerli ve milli değildi. Bu Rabbi Elimelekh adlı bir Yahudi halk şarkısıydı ve 1935 yılında Moyşe Nadir tarafından Yidiş dilinde üzerine sözler yazılmış ve söylenmişti.

https://www.youtube.com/watch?v=Hzv46VT_i_w

Şarkıyı 1960’li yıllarda İsrailli pop şarkıcısı Ilanit meşhur etmiş, Fransızların ünlü şarkıcısı Mireille Mathieu de söyleyerek dünyaya tanıtmıştı. Tabii ki Türkiye’ye de.

Fikret Şenes’in yazdığı sözler ve Ayten Alpman’ın muhteşem yorumuyla şarkı milli bir marşa döndü.

1980 darbesiyle bu güzel şarkının yerini sözleri Mahmut Tezcan’a, bestesi eşi Müşerref Tezcan’a ait başka bir şarkı alana kadar:

“Kahraman ırkıma sızmış ihanet/ Bütün yüreklerde acı ve nefret/Düşmanlarım mert değil hepsi de namert/Türk'e Türk'den başka yoktur dost nimet”

Darbeci paşaların sipariş ettiği “Türkiyem” adlı şarkının hikayesini bestecisi olan, bilinen adıyla Müşerref Akay’dan dinleyelim:

“İlk etapta seçilen sanatçı rahmetli Barış Manço oluyor. Ama diyorlar ki, 'Bunu genç ve düzgün yaşantısı olan bir hanım sanatçımızın yapması lazım.' Ve ben Ankara’ya çağrıldım çocuklarımın babasıyla birlikte. Çok kıymetli bir paşamızla görüştük, 'Müşerref Hanım beste yapabiliyor musunuz?' dedi. 'Evet ama amatörce' dedim. 'Türkiyem adlı bir şarkı istiyoruz sizden' dedi. 'New York New York' diye bir şarkı var ama Türkiye'nin bir şarkısı yok. Bunu yapabilir misiniz' diye rica etti. Ben çok milliyetçi bir çocuktum zaten. Çok duygulandım. 'Paşam beste yapmak enteresan bir şeydir ama bu duyguyla bir haftada mı olur, on günde mi olur bilemem' dedim. 'Bize bir haftada lazım' dedi. Çok motive olmuştum. Oradan ayrıldık, biz Ankara'dan Bolu'ya gelene kadar şarkı bitmişti.”

O yıllarda bu şarkıyı evinde televizyondaki bayraklı kostümlü Müşerref Akay’dan dinleyenler şanslı sayılırdı.

https://www.youtube.com/watch?v=AmXj0ZHEgvE

Çünkü şarkı, 12 Eylül’ün hapishanelerinde işkence için mahkumlara defalarca ve yüksek sesle dinletiliyordu. Bu işkenceye Metris cezaevinde maruz kalanlardan biri de tek tip kıyafete karşı eylemlere de katılmış olan Cem Yılmaz’dı. (İsim benzerliği)

Hapishaneden çıktıktan sonra, Unkkapanı’nda kasetçilik yapmaya başlayan Yılmaz’a bir gün kapatan bir plakçı elindeki şarkıların haklarını satmak istedi. Ve sürpriz; Şarkıların içinde Müşerref Akay’ın Türkiyem’i de vardı. Yılmaz 3.500 TL vererek, bu işe girmesine neden olan şarkının bütün haklarını satın aldı. Bir daha da kimsenin bu şarkıyı okumasına izin vermedi.

Son iddiaya göre 90’larda milliyetçiliğin en meşhur türküsü haline gelen ve hala meydanlarda söylenen “Ölürüm Türkiyem de, “Daye Daye” (Anne, anne) adlı bir bir Kürtçe türküden esinlenilmiş. Bestecisi Mustafa Yıldızdoğan ve yapım şirketi bu iddiayı kesşn bir dille reddetti. Şimdilik, birden ortadan kaybolan iddia sahibinin daha güçlü delillerle ortaya çıkmasını beklemekten yapacak bir şey yok.

Kültürlerin, medeniyetlerin içiçe geçtiği bu kavşakta, şarkıların, marşların bazen esinlenerek, bazen üzerine söz yazılarak bazen de el çabukluğuyla çalınarak el değiştirmesi hiç sürpriz değil. Ermenilerden ülkücülere, İsveçlilerden ittihatçılara, askerlerden devrimcilere... Ama ilginçtir bütün bunlar ortaya çıktıktan sonra da kimse hiç mesele etmeden onları çoşkuyla söylemeye devam etti

Belki de bu yüzden ırmağının akışına ölüp, bir başkadır benim memleketim diyoruz. Ya da son dönemde sosyal medyadaki moda tabirle; Başka yerde yaşayamam!

Kaynaklar:

https://m.bianet.org/bianet/kultur/106558-devsirme-marslarla- http://www.sabah.com.tr/gundem/2010/03/26/iskencecisini_3500_liraya_esir_aldi milliyetcilik

https://www.evrensel.net/haber/303095/bir-ermeni-ilahisinden-kahramanlik-marsina

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1380237-izmir-marsi-muammasi

http://www.duzceyerelhaber.com/Yildiray-OGUR/8064-Ciktik-acik-alinla-Jean-Jacques-Rousseaudan

YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
16 Yorum