Kandan Elbiseler Giyen Adam

İstanbul’un taşı toprağı altın” derler. Kuşları da öyle olsa gerek.

Cağaloğlu’nda bir lokantadayım. Karşıda orta yaşlı bir adam. Yanındaki papağanı turistlerin omuzuna kondurup duruyor. Ardından da kameralar çalışmaya başlıyor. Adamın da rızkı çıkıyor, papağanın da.

“Eh, biraz da biz katkıda bulunalım” dedim... Dedim amma, kerata daha omuzuma konar konmaz başladı kepimi gagalamaya. Mesnevi’deki afacan papağanla bir bağlantısı var gibi. Belki de yoktur; ama bendeniz bugünkü yazımla bağlantıyı kurdum gibi:

“Vardı bir bakkal ve bir tûti kuşu/ Bir kelâm söyler kelâmın en hoşu. / Nükteler söylerdi hem bir yanda o / Bekçilik eylerdi hem dükkânda o.”

***

Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu’nun bu harika çevirisiyle tanıştığımda henüz çocuktum. Mesnevi’deki hikmetleri anlayacak çağda değildim. (Hoş, hâlâ da anlayabilmiş sayılmam. Maşrapa-derya meselesi.) Ama sevimli papağanın başına gelen tuhaf olay pek hoşuma gitmişti. Şiiri bu vesileyle sevdim. Hâfızamdaki antoloji bu vesileyle oluştu.

Antolojimin zirvesindeki şairlerden biri pek tabii olarak üstad Sezai Karakoç!

Üstad’la zaman zaman karşılaşma şansına sahip oldum. Sıklıkla tramvay durağında. Birkaç adım öteden izlerdim. Hep düşünceliydi. “Uzatma dünya sürgünümü benim” diye mırıldandığını duyar gibi olurdum.

Sabahları Yusufpaşa Tramvay Durağı Hitchcock’un Kuşları’nı andırır gibi yavaş yavaş dolmaya başlardı. Biraz sonra başlayacak kâbusun habercisi!

Kâbus başladığında Üstad, bir köşeye çekilmeye çalışırdı. “Denizin kentini yakan adam” dalgalar arasında boğulmak tehlikesiyle karşı karşıya! Kimin umurunda.

Tramvay dediğin bir küçük dünya. İnsanlar birer kemiyet. Tekdüze, tek renk. Kimin umurunda “kandan elbiseler giymiş” adam.

***

Yıl 1989. Devlet Bakanlığı Aile Kurumu’nun siparişi üzerine bir tv dizisi hazırlıyoruz. Yapımcı şirket Ajans 1400. Bir gün, toplantı öncesi ajanstaki kitapları, dergileri karıştırmakta iken gözüme bir makale ilişti. Yunus Emre’yi konu alan harika bir yazı. İmza: Sezai Karakoç.

O günlerde TRT’ de yayınlanan Bizim Sınıf isimli çocuklara yönelik bir dizinin de senaryosunu yazmakta idim. Üstad’ın bu makalesinden esinlenerek, senaryonun muhtelif yerlerine diyaloglar serpiştirdim. Çekim, montaj derken yayına girildi. TRT’nin kafeteryasında ekip olarak izledik. Bu arada yapımcı Fevzi Sakaoğlu’na esinlendiğim cümlelerden söz açtım.

“Yahu” dedi, “Keşke yayın saatinden önce Üstad’a haber verseydik. “

“İyi olurdu, ama olan oldu artık.”

“Filmin bir kopyasını alalım. Bir de hediye paketi hazırlayıp ziyaret edelim.”

“Tamam.”

Sonra bir an düşündüm.

“Bir nezaketsizlik yapmayalım. Üstad hediye kabul eder mi? Hem hediye olarak ne alacağız? Kaş yapalım derken göz çıkarmayalım.”

Efendim, olurdu olmazdı derken mesele uzadı.

Bu sırada arkamızdaki koltuktan duygulu bir ses yükseldi. Âşinâ olduğumuz bir ses. Üstad’dan bir dize okumakta:

“Evlerinin içi gurur döşeli,

Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli...”

Başımızı çevirdik.

Sesin sahibi Müşfik Kenter. Yanında kardeşi Yıldız Kenter ve orta yaşlı bir hanımefendi.

Yıldız Kenter: “Kusura bakmayın çocuklar” dedi, “ister istemez kulak misafiri olduk. Bizim Müşfik, Sezai Bey’in bu şiirini pek sever.”

Müşfik Kenter başıyla tasdik etti.

Bu sırada opera sanatçısı olduğunu öğrendiğimiz hanımefendi söze girdi:

“Hediye konusundaki hassasiyetinizde haklısınız. Sanatçıların, şairlerin dünyası başkadır. Bakın, ben bir çözüm öneriyorum. Hediye için ayıracağınız parayla et, balık vesaire alıp sokak kedilerine dağıtalım. Sonra da Sezai Bey’i ziyaret edip durumu anlatırsınız. Anlaştık mı?”

Velhasıl efendim, o gece Ortaköy mıntıkasındaki sokak kedilerine orta halli bir ziyafet çekildi.

Çekildi de... Yüzümüz tutup da Üstad’ın ziyaretine gidemedik bir türlü.

İş klavyeye düştü.

***

Daha sonraki yıllarda Cağaloğlu’na, Çatalçeşme Sokağı’na uğrar oldum sık sık. Bu ilginç sokakta, günün dağdağası içinde iki kişi özellikle dikkatimi çekerdi.

Birincisi Sakızcı Sıtkı. Gür sadasıyla, haykırır dururdu:

“Ölüm var, ölüüüüm... Ölüm var, ölüüümm...”

Diğeri ise, sükûtuyla birşeyler haykırıyor gibiydi.

Ne mi haykırıyordu?

Bu soruya cevap verebilmek için Sezai Karakoç olmak gerek!

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum