Köftecideki filozof

İşadamı dostum Alper, lâtife yollu bir taş atıvermiş: Yusuf Ağabey 1963 yılının Fenerbahçe kadrosunu ezbere sayıp dururdu.”

Doğrudur. Sayıp durdum, ama devamını getirmeme izin vermediniz ki kardeşim. Futbol deyince hemen yüz çevirip, vatan kurtarma seanslarına yelken açtınız. Aslında mesele futbol falan değildi elbette.

Neyse kısmet bugüne imiş. Eh, köşemize de engel olacak haliniz yok ya.

Efendim, bir zamanlar Çemberlitaş’ta ünlü bir köfteci vardı. Nam-ı diğer Köftehor Sami. İki üç masadan ibaret bu sevimli mekânda kocaman bir fotoğraf: Duayen Fenerbahçe yazarı İslam Çupi ve Köftehor yanyana. Her ikisi Arnavut kökenli İstanbul sevdalısı.

Yıl 1976. Yağmurlu bir günde aniden giriverdi iki kişi köfteciye. Daha genç görüneni: “Futbolun şiirini yazan adama çek bir porsiyon!” diye seslendi. Futbolun şiirini yazan adama baktım: İslam Çupi. Sırtında eski, kahverengi bir pardösü.

Bitişiğimdeki masaya oturdular. Hemen saydım 1963 yılının Fenerbahçe kadrosunu: “Hâzım, Özcan, İsmail, Şeref, Ercan, Yılmaz, Ogün, Nedim, Şenol, Birol, Aydın.”

Üstad Çupi birden afalladı.

“Çocukluğumda Fenerbahçe hastasıydım” dedim.

Gülümsedi. Bu vesileyle tanış olduk. Sonra yanındaki kişiyi tanıttı. Tevazuun ve sanatın da zirvesi bir romancımız: Oğuz Atay.

Yıllar sonra Ada Vapuru’nda rasladım üstad Çupi›ye. Biz ekip olarak bir tv dizisi için mekân bakmaya gidiyor idik; o ise ada sakinlerinden gazeteci Necmi Tanyolaç’la görüşmeye.

***

Yolculuk esnasında birkaç gün önce yaşadığım tuhaf bir olayı naklettim:

“Kültür Bakanlığı’nın siparişi üzerine Bir Hikâye Bin Ders isimli bir çizgi film hazırlıyoruz. Bu arada bir başka iş teklifini görüşmek üzere Boğaz’da bir mekâna davet edildik. Üç katlı, denize sıfır, görkemli bir villa. Muhatabımız her odaya birer dev televizyon ekranı yerleştirmiş. Aile bireyleri için ayrı ayrı ekranlar. Ayaküstü konuya girdi. ‘Bir çizgi film yapmanızı istiyorum. Filmin kahramanı dünyadaki kötülüklerle tek başına mücadele edecek. He-Man gibi. Ammaaa bir şartım var. Bu adamın tipi tıpatıp bana benzeyecek. Fotoğrafıma bakıp çizdireceksiniz. Her yönüyle ben...’ Sohbetin akışı içinde işin içyüzünü anladık. Adamın derdi kötülükle mücadele falan değil. Kendi egosunu tatmin. Lüks otomobiller, villalar, dev ekranlar kesememiş muhteremi. Süper kahramanlığa dikmiş gözünü. Mutluluğu bunda arıyor.”

Bu sözler üzerine üstad Çupi mutluluk konusuna başka bir boyut getirdi. Bir müteffekkirle, bir filozofla, karşı karşıya olduğumuzu böylece keşfetmiş olduk.

“Aslında, saadet dediğimiz şey her an elimizin altında” diye söze başladı. Bakın şimdi uzaktan İstanbul’u seyrediyoruz. Bakışlarımızı şu yana çevirdiğinde Fatih’in şehre girişini görüyoruz. Öbür yana çevirdiğimizde, Ayasofya’nın, Süleymaniye’nin, Kızkulesi’nin taş taş yükselişini... Bu arada rüzgarın Baki’den, Nef’î’den beyitler okuduğunu, Itrî’den, Dede Efendi’den nağmeler fısıldadığını duyuyoruz. Mesele, gördüğümüz her nesneden küçük mutluluklar çıkarabilmek... Ve bu küçük mutlulukları, sevinçlerini paylaşabilmek.”

Vapur adaya yanaşmak üzereydi. Ekipteki yönetmenimiz saatine baktı. “Zamanında geldik” dedi.

İslam Çupi bu kez yönetmenin mütevazi saatini işaret etti.

“Zaman mefhumunu idrak edebilecek akla sahip olmak bir nimet. Saati takacak bileğe sahip olmak ikinci nimet. Akrebi, yelkovanı görebilmek üçüncü nimet. Say say bitmez... Nimet içinde yüzüyoruz.”

Al sana bir hayat dersi daha!

İyi de, burada ince bir nokta var. Bu nimetlerden yoksun olanlar ne yapacak. Onların mutluluğa ulaşma hakkı yok mu? Meselâ görme engelli biri!

Bunu da yıllar sonra öğrendim.

10 yaşında, Kenan Kabakoğlu isimli bir çocuk. Altay taraftarı. Futbol oynarken yüzüne polen kaçmış. Allerji vesaire derken görme yeteneğini kaybetmiş. Yaklaşık beş yıldır görmüyor. Ama ne gam! Babası onun her şeyi: Ekranı, spikeri, yorumcusu... Dolmuş parasını denkleştirip, Altay’ın maçına götürüyor Kenan’ı. Deneyimli bir spiker gibi saniye saniye anlatıyor maçı. Kenan heyecandan, mutluluktan zıplıyor: Gool... Goool... Gooolll...

***

İslam Çupi o yıllarda olgunluk çağında. Küçük şeylerden mutluluk üretmeyi hayat öğretmiş ona.

Peki, ya 10 yaşındaki Kenan?

Ona da bir öğreten var herhalde.

Arıya bal üretmenin yollarını gösteren, insanoğluna da mutluluk üretme yolları ilham ediyor elbet.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum