Sağanak Altında Bir Kedi Yavrusu

Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler…”

Ziya Osman Saba’nın bu dizelerle başlayan “Sebil ve Güvercinler”i okul kitaplarında yer alırdı bir zamanlar. Unutuldu sanki yıllar içinde; sebillerin unutulduğu gibi.

Sebil misali gönüller vardı bir eyyam. Beylerbeyi’nde, Karagümrük’te, Beyazıt’ta... Suya hasret güvercinler gibi üşüştüğümüz.

Bu satırları Kabataş’taki bir çay bahçesinde yazıyorum. Karşımda bir sebil. Masamda iki kadim dostum. Metin ve eşi Gülgün. Müşterek bir hatıramız var, otuz yıl kadar öncesine dayanan. Yazmak için izin istedim. Sağ olsunlar, kabul ettiler. Yanlış ve eksik hatırladığım bazı noktaları da düzelttiler.

17-04/03/sgg.jpg

Evleri hemen karşıda. Caddenin öte yakasında. Az önce oradaydık. Oturma odalarının duvarında bir kedicik fotoğrafı var. Sağanakta sırılsıklam ıslanmış bir kedi yavrusu. O kedicik bir ailenin hayatını değiştirdi. Sonra da yüzlerce, belki binlerce kişinin.

***

Yıl 1986. Otuz yaşlarında iki çocuklu mutlu bir çift. Gülgün çevirmen; rutin işlerinin yanısıra Pink Floyd felsefesi ile ilgili çeviriler yapıyor. Metin sanat direktörü, fotoğraf sanatçısı. Herkes gibi onların da geleceğe dair planları, ümitleri, hayalleri var.

Ne var ki hayat denilen serüven acı tatlı sürprizlerle dolu... Gülgün’e göğüs kanseri teşhisi konuyor bir gün! Şoka giriyorlar bir anda. Kabullenemiyorlar bir türlü... Testlerde bir yanlışlık olmalı... Doktor hata yapmış olmalı...

Bir süre sonra yavaş yavaş kabullenmeye başlıyorlar gerçeği. Bu kez de soru faslı başlıyor. Niye ben? Niye biz?

Bendeniz o günlerde aynı reklam ajansındaydım Metin’le. Gülgün ameliyat oldu. Bir süre sonra işinin başına döndü. Fakat endişe içinde. Hastalık nükseder mi? Yayılır mı? Çocukların hali n’olacak?

Sorular, sorular... ardı arkası kesilmeyen.

İnsan bu gibi durumlarda arayışa giriyor haliyle; adını koyamadığı bir şeyler arıyor... Ya da birilerini... Bir başka gezegenden birilerini.

Bu arayış atmosferinde bilge bir hanımefendi geldi aklıma. Sebil gönüllü yaşlı bir kadın. Birkaç kez sohbetinde bulunma şansına eriştiğim, gerçek anlamda bir entelektüel: Hace Münevver Ayaşlı!

Telefon açıp randevu istedim merhume Ayaşlı’dan. Lütfedip kabul buyurdu. Yağmurun bardaktan boşanırcasna yağdığı bir günde koyulduk yola. Beylerbeyi İskelesi civarında sevimli, pembe bir konuta geldik.

Ayaşlı hanımefendi on dakika kadar bir gecikmeyle teşrif etti. Yakınlardaki bir tanıdığı ziyaret etmiş. Kucağında sırılsıklam, sağanak altında kalmış bir kedi yavrusu. Yolda fark edip almış. Bu arada kendisi de hayli ıslanmış. Tanışma faslında Metin birkaç kare fotoğraf çekti. (Az önce sözünü ettiğim ıslak kedicik fotoğrafı bunlardan biridir.)

Hanımefendi bir yandan kedicağızı kurularken bir yandan da çocukluk hatıralarından bir kesit nakletti. “İstanbul’un işgali sırasında oniki yaşındaydım. Halk, işgal felaketini 1910 yılında yapılan köpek katliamına bağladı. Sivriada’ya sürülerek ölüme mahkum edilen, feryatları İstanbul sahillerinden işitilen köpekler... Bu faciaya kayıtsız kaldığımız için geldi bu felaket başımıza.”

Bu vesileyle “rahmet” ve “gazap”tan söz açtı Ayaşlı. İnsanların rahmete veya gazaba vesile olan davranışlarından bahsetti: “Kainat yalnızca maddi değil, aynı zamanda manevi bir bütünlük içinde. Dünyanın bir başka ucundaki bir hayvanın ya da insanın çektiği acı hepimize yansır.”

Gülgün “pozitif enerji” ve “negatif enerji” olarak yorumladı bu ifadeleri. Ayaşlı kendine has o müşfik üslubuyla: “Kuzum evladım” dedi, “ben rahmet diyeyim, sen pozitif enerji; ben gazap diyeyim, sen negatif enerji. Cümlenin maksudu bir ammâ rivâyet muhtelif.”

Sohbet, suböreği ziyafeti eşliğinde bu minvâl üzre devam etti.

O günden sonra bambaşka bir istikamete yöneldi Gülgün. Kendini ‘pozitif enerji’ üretmeye adadı. İşinden arta kalan zamanlarda hayır kurumlarında görev almaya başladı. Gönüllü hemşirelik, hastabakıcılık yaptı. (Hâlâ da devam ediyor.) Yüzlerce, belki binlerce karamsar, umutsuz insana ulaştı. Otuz yıldır huzurlu bir hayatı var. Şimdilerde altmışbeş yaşlarında. Mevlevîlik üzerine çeviriler yapıyor. Metin amatör bir neyzen. Evleri çocuk bahçesi gibi; torun tosun dolu.

Ağustos 1999. Ayaşlı’nın cenazesindeyiz.

Gülgün: “Hanımefendinin o kedi yavrusuna gösterdiği şefkat hayatımın dönüm noktası oldu” dedi. “O müthiş sağanak altında bir canlının yardımına koşan yaşlı bir kadın... ‘Bu kişinin sözüne itibar edilir’, dedim kendi kendime... Önce fiil sonra sözün tesiri.”

***

Önce fiil sonra sözün tesiri. Önce “emin” vasfı sonra sözün tesiri... diye yazımı noktalamak üzereyken, taşı gediğine koydu Metin:

“Günde üç paket sigara içtiği halde, Yeşilaycılık oynayan Adıdeğmez’e de iki çift laf etsen.”

Sütunumuz doldu efendim, müsaadenizle.

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum