Sekine Teyze, Sen, Ben...

Şu cep bilgisayarı denilen meret ne güzel icad yâhu. Ne kadar da özgür kılıyor insanı. Üstüne üstlük, bedava seyahat kartın varsa değme gitsin. Al başını dolaş gönlünce. Boğaz Vapurunda simit, Emirgan’da çay, Kanlıca’da yoğurt. Dokun klavyenin tuşlarına.

Efendim, bugün Sultanahmet’teyim. Halı kilim tamircisi, incik boncuk satıcısı bir dostumun mekânında. Halıların üzerine kurulup sohbet etmek de pek keyifli hani. Arada bir sigara külü de dökülüyor, ama şimdiye kadar ciddi bir vukuatımız yok.

Şu garson İlyas da bir acayip adam. Altı, yedi lisan biliyor. Dağarcığı elli, yüz kelimeden ibaret ama hemen her konuda sohbete dalıveriyor.

İlyas›ın bir hedefi var. ABD’li biriyle evlenip kapağı fırsatlar ülkesine atmak. Amerikalı olmazsa İngiliz. Yabancı dilini de biraz ilerletti mi, ver elini Atlantik ötesi.

Mekânın sahibi kadim dostum, akide şekeri dolu bir kavanoz uzattı şimdi. Eh, tatlı yiyip tatlı konuşalım, tatlı şeyler yazalım... diyorum amma yabancılarla evlilik deyince bir garip hadise geliverdi aklıma.

H H H

Huzurevinin en sakin, en sevilen simalarından biriydi Sekine Teyze. Yaşına göre oldukça dinçti. Herkesin yardımına koşardı. Üşenme nedir bilmez, günün hemen her saatinde bakkalla huzurevi arasında mekik dokurdu.

Bir de torunu vardı Sekine Teyze’nin. 30 yaşlarında Faruk isimli bir genç adam. Ninesini pek severdi. Her hafta çocukları ve eşiyle ziyaretine gelir, ufak tefek hediyeler getirirdi.

On yaşlarında ikiz erkek çocukları vardı Faruk’un. “İkisi de güreşçi olacak” derdi gururla. “1968 Olimpiyatları’nda Ahmet Ayık ve Mahmut Atalay’ın şampiyon olduğu gün dünyaya geldiler. İkisine de o ünlü şampiyonların adını koydum. Yedi sekiz sene sonra benim afacanlar da bayrağımızı göndere çektirecek, millî marşımızı gözyaşı içinde okuyacaklar.”

Aylar böylece geçerken, garip bir gelişme oldu. O hayat dolu genç adam birden çöküverdi. O istikbale yönelik planlar yapan, hayaller kuran Faruk gitti; içine kapanık, dünyasından geçmiş, çökmüş bir adam çıkıverdi karşımıza. Hem de akıl almaz bir hızla!

Faruk’un içine düştüğü bunalımın sebebi neydi? Ne olmuştu da birdenbire bu hale düşmüştü?

Bu sorunun cevabını, çok sonra öğrendik; daha doğrusu iş işten geçtikten sonra.

Genç adam, ninesinin ufak tefek bir miras meselesi için tapu dairesine gitmiş... ve ninesiyle ilgili bir gerçeği bu vesileyle öğrenmiş: Sekine Teyze Rum asıllıymış. 1923 yılındaki Türk-Rum Mübadelesi sırasında bir Türk delikanlısıyla evlenmiş, Müslümanlığı kabul ederek Türkiye’de kalmış.

Uzatmayalım efendim, bu gerçeği bir türlü kabullenememiş Faruk. Ninesinin Rum asıllı olmasını bir türlü içine sindirememiş. İçine kapanmış. Düştüğü girdapta çırpındıkça batmış...

H H H

Ne zaman bu meseleyi hatırlasam keşkeler üşüşüp durur.

Keşke birileri ırkların yaratılış hikmetinden söz etseydi Faruk’a. Arab’ın Acem’e, falan ırkın filan ırka üstünlüğü olmadığından bahsetseydi. Tarağın dişleri gibi eşit olduğumuzu hatırlatsaydı. Üstünlük ölçüsünün ancak ve ancak güzel ahlâk olduğundan söz etseydi.

Keşke demek kolay; lâkin bir de çevre meselesi var. Kendimi bir an için kendimi Faruk’un yerine koyuyorum Sosyal çevresinin, dost, arkadaş çevresinin önyargılı, katı tutumunu düşünüyorum.

İşin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var. Doğudan batıya bu coğrafyada bu tür travmalar bugün de yaşanıyor. Gizli veya açık. Belki yarın da yaşanacak.

Velhâsıl ağzımın tadını kaçıran bir mesele.

Akide kavanozuna elimizi uzatalım bâri.

YORUMLAR (17)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
17 Yorum