Sevimli fobilerimize dair

Geceyarısı telefon... Bu saatte kim ola ki? Endişeyle açıyorum... Karşımda üniversite hocası kadim dostum.

“İnternette gezinirken gözüme ilişti. Hatıralarının birinde Hitchcock’un Kuşlar isimli o ünlü korku filminden söz etmişsin.”

“Evet?”

“Aklıma hoş bir anı geldi de. Doktor Ayhan Songar güvercinlerden korkan bir adamdan bahis açmıştı. Adamcağız o filmden öylesine etkilenmiş ki, Eminönü Meydanı’ndan geçemez olmuş.”

“Duymuştum. Akademisyen bir zat imiş, yanlış hatırlamıyorsam?”

“Laf atma yine. Akademisyenlerde fobi gibi temelsiz, anlamsız korkular olmaz. Bizim korkularımızın bile mutlaka bilimsel, gerçekçi bir dayanağı vardır.”

Sohbet bu minvâl üzre devam etti.

Hocamız haklı. Akademisyenlerimizin korkularının bile bilimsel, gerçekçi bir dayanağı vardır elbette. Elbette ve mutlaka!

Bu hususu teyiden, birkaç hâtırâmı nakledeyim.

***

Efendim, bir eyyam gazetelere pek ziyâde itibar edilirdi. “Gazete yazdı” denince akan sular dururdu. Yalnız gazete mi? Matbuatla ilgili her şey. Destanlar vardı mesela. “Beş çocuğunu kesen katil babanın destanı” gibi hayali cinayetleri okuyan halkımız mendil üstüne mendil ıslatırdı.

***

Yıl 1971... Lise son sınıftayız. Okul çıkışı birileri bildiri dağıtıyor. Daha doğrusu bildiri denilen nesneyle ilk kez tanışıyoruz.

Başlık: “Dikkat Bu Kış Komünizm Gelebilir.”

Altta ünlü bir profesörümüzün imzası. Celal Bayar’ın ikazı sonucu “komünizm fobisi”ne kapılan hocamız tedbirler listesini sıralıyor.

“Herkes, evinin bir odasını kiler haline dönüştürüp erzak yığsın. 4 kişilik bir aile için erzak listesi: 1 torba pirinç, 2 torba bulgur, 1 teneke yağ vs... (Liste uzun, yerimiz dar; geçelim.)

Korkuya kapılıyoruz haliyle. Durum ciddi. Öyle ya, bildiri bu! Matbuat ürünü! Üstelik İstanbul’da basılmış. Koskoca profesörün imzasıyla.

Lâkin Sivas yoksul bir şehir. Erzak yığmak kolay mı? Ne yapacağız şimdi? Komünizm bu! “Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek” gibisinden nezaketle haber göndermez ki. Aniden çıkagelir.

***

Zamanla öğrendik ki, biçare komünizm taa o yıllarda can çekişmeye başlamış. Bırakın gelmeyi, ayakta durmaya mecali bile yokmuş.

***

Yıl 1977... Devir, TRT devri. “Televizyon ekranı” dendi mi akan sular duruyor. Bu arada siyasi iktidar da el değiiştirmiş. TRT danışmanlığına atanan bir profesörümüz “ irtica fobisi”yle hemen harekete geçiyor.

İlk tedbir olarak, “Gel yeşiller giyelim muradımız tez olur” türküsünün sözlerini değiştiriyor: “Gel beraber gezelim muradımız tez olur.”

Hocamızın fobisi hızını alamıyor:

“Uyan uyan sabah oldu, namazını kıl Fadimem” türküsü, zoraki bir evrime uğruyor: “Uyan uyan sabah oldu, su başına gel Fadimem.”

Hocamızın fobisi zirve yapıyor:

“Yarim giymiş beyaz azya cuma namazından gelir türküsü” de aynı akibete uğruyor: “Yarim giymiş beyaz azya salına salına gelir”.

Ve böylece, üç hamlede irtica tehlikesini de savuşturmuş oluyoruz.

***

Yıl 1990... Öğretim üyesi bir arkadaşımız doçentlik sınavına hazırlanmakta. Bir gün korkulu gözlerle dert yanıyor.

“Biliyorsun, Profesör Cavit Tütengil bir suikaste kurban gitti. Ama merhumun ruhunun üniversite koridorlarında dolaştığı rivayet olunuyor. Kapılar gıcırdayıp duruyor. Odamda tek başıma kalamaz oldum. “

Bir akşam yine panikle telefon açıyor: “Fakültedeki odamda sınavımla ilgili bir not unutmuşum. Çok önemli. Tek başıma gitmeye korkuyorum.”

Kalkıp gidiyoruz fakülteye. Telaşla kitapları, teksirleri karıştırarak ilgili notu bulmaya çalışıyoruz. Ama gözümüz kulağımız dışarda...biraz sonra koridordan gelen bir kapı gıcırtısı... Sendeliyor arkadaşımız!

***

Ertesi gün, aynı fakültede öğretim üyesi olan Seyfettin’le sahaf turundayız. Seyfettin’in kulağında sürekli olarak bir walkman. İngilizcesini geliştirmek için bir şeyler dinleyip duruyor.

Sahaf Muzaffer Ozak’a uğruyoruz. Merhum Ozak bir ara soruyor:”

“Nedir o kulağındaki evlat?”

“Elvis Presley.”

“Elvis Presley mi? Bırak o kapı gıcırtısını...”

“Kapı gıcırtısı” sözünü duyunca birden duruyorum. Muzaffer Ozak sıradışı bir gönül adamı. Presley’in müziğini beğenmeyebilir ama kapı gıcırtısı falan diye hakaret etmez. Espriyle karışık bir şeyler imâ etmek istedi herhalde, ama ne?

***

Uzatmayalım, Seyfettin itiraf ediyor yaptığı muzipliği. Bir süre önce İstanbul Radyosu’ndaki yapımcı dostlarımızdan birine uğramış. Bantlardan yüklettiği kapı gıcırtısı efektini walkmanin bir kıyısına yerleştirmiş. O meşhur kapı gıcırtısı numarasının aslı faslı bu imiş.

Durumu doçent adayı arkadaşımıza anlatıyorum. Anlatıyorum; ama kabul ettirmek ne mümkün! Aradan bunca zaman geçti. Hâlâ her karşılaşmamızda aynı sözleri korkuyla tekrarlayıp duruyor:

“O geceyi hatırlıyor musun? Koca kapı nasıl da gıcırdıyordu.”

***

Akademisyen fobileriyle alakalı birkaç hâtırâm daha var, ama yerim doldu efendim. Tüm akademisyen dostlarıma sevimli fobiler diliyorum.

YORUMLAR (16)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
16 Yorum