Suriye’de sıra barışa gelir mi?

Arap Baharı’nın altına -Üstad’ın tabiriyle- bir ‘yekun hattı’ çizilse, netice, Trablusgarp savaşı zamanlarından daha kötü bir şekilde yıkılmış bir Libya, “Bura Yemen’dir, gülü çemendir, giden gelmiyor acep nedendir’ türküsünün söylendiği 1. Cihan Harbi zamanlarından daha fena halde altı üstüne getirilmiş bir Yemen, Sykes ile Picot’nun çölün ortasına dümdüz, kırmızı bir çizgi çizdiği tarihlerdeki Suriye’den daha perişan bir Suriye çıkar.

‘Geliyor’ diye sevindiğimiz ‘bahar’ buymuş işte!

Berbat ettik Suriye’yi.

Biz mi? Hayır. Tek başına biz değil.

Doğu, Batı, Kuzey, Güney... Hepimiz.

Evsizlerin, yurtsuzların, ölü kadınların, ölü çocukların, kimyevi ve gayrı kimyevi silahlarla yakılmış insanların, kavrulmuş toprakların hesabı sorulur mu?

Sorulur.

Biz mi soracağız? Veya Amerika mı soracak, Rusya mı, İran mı?

Keşke... Ama görünürde yok öyle bir ihtimal.

Bize sorulur.

Evvela Beşar’a sorulur ama başka mesullere de sorulur.

ABD’ye, Rusya’ya, İran’a...

Herkese kendi payı kadar.

***

Ölen öldüğüyle kalıyor.

Çoğu kez öldüren de öldürdüğüyle.

Hayat devam ediyor.

Savaş da devam ediyor.

Şu halde, ‘acı’yı veri olarak kabul edip, hayatın gerçeklerini konuşabiliriz.

Bütün Suriye trajedisinin içinde kendimize ait başarılar bulmamız mümkün.

Fırat Kalkanı ve Zeytin dalı bunlardandır.

Muhacirler şu anda Türkiye’nin kontrol ettiği bu bölgelere dönmeye, yerleşmeye başladılar.

Bir başarı da Türkiye’nin son saniyede İdlib katliamını durdurması.

Ümidi kesmiştik.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarı Putin’i durdurdu.

Evvelsi gün Boğaz’da, Vahdettin Köşkü’nde toplanan zirve de bir başarı sayılır.

Hatırlayın, ABD, Mısır, Suudi Arabistan, İngiltere, Ürdün, Almanya, Fransa toplanmışlardı. Adına ‘Small Group’ demişlerdi.

Ufak Grup.

Halbuki, az değil. 7 tane devlet var.

Fakat olmaması gerekip de olanlar, olması gerekip de olmayanlar bakar bakmaz görülüyor.

Hani Türkiye? Hani İran? Hani Rusya?

İstanbul’daki toplantıda da ABD ve İran yok.

İki toplantı teraziye konulsa hangisi ağır çekerdi?

Trump’ınki kalabalık olmasına rağmen hemen hemen aynı ağırlık. Belki İstanbul’daki, sayıca az, sadece 4 ama, içinde Türkiye ve Rusya olduğu için biraz daha ağır.

İki inisiyatif, Astana ve Cenevre veya Small Group ve Smaller Group, sonunda bir araya gelmek zorunda.

İki girişim -biraz da eksikleri tamamlanarak- tevhid edilmeyince sonuç tekemmül etmez.

Bu toplantıların en önemli tarafı, mevcut sorunların, mevcut şartların yanı sıra Suriye’nin geleceğinin de konuşulması.

Yani savaştan sonrasının.

Yani sulh durumunun.

Konuşula konuşula gerçekleşir belki.

Sıra barışa gelir.

Eksik veya tamam.

Eskiden ‘barış’ lafını pek sevmezdim. Şimdi fikrim değişti.

Matlup olan barışın iyisidir, adil olanıdır.

Ama, kötü bir barış bile ehven-i şerdir.

Felsefesini uzun uzadıya yapasım yok. Mükemmel bir fikir olmadığının farkındayım. Ama şu anda böyle düşünüyorum.

‘Kötü bir barış’ deyince hatırıma gelen ilk barış, Bosna-Hersek, Dayton anlaşması.

Gerçekten kötü bir barış. Ama savaştan ehven.

Hiç olmazsa masum insanlar gece gündüz öldürülmüyor.

Suriye’de de öldürülmesin.

Şu haliyle, Suriye’nin tarafına bakamıyorum bile.

Sulh olsun.

Katliamlar bitsin.

Evli evine, köylü köyüne gitsin.

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum