[Karar]
SAMİ BAYRAKTAR
İstanbul’un orta yerinde unutulmuş bir semt; Eminönü Küçükpazar Mahallesi’ndeyiz. Küçükpazar, İstanbul’a ayak basan yerli/yabancı göçmenlerin şehire tutunma noktası. Süleymaniye Camisi’ne çıkan yamaçlardaki manzara buranın bir sığıntı semti olduğunu ilk bakışta ele veriyor. Bakımsız sokaklardaki harap binaların bekar odaları yüzlerce mülteciye ev sahipliği yapıyor, evlerin herbir odasını en az iki Suriyeli aile paylaşıyor.
ERKEN GELEN ALIR
Küçükpazar, şehrin kalbinde bulunmasına rağmen her gün perişan haliyle selamlıyor İstanbulluları. Bu perişan mahallenin Haliç manzaralı fakir kaldırımlarında her Pazar günü bitpazarı kuruluyor. Eskiden Topkapı’da kurulan bitpazarının mekanı 4-5 yıldır burası. Aklınıza gelen gelmeyen her şeyi bulabilirsiniz burada. Burada bulacaklarınız için, ‘hayatın yedek parçası’ dersek nelerle karşılaşabileceğiniz hakkında fikir vermiş oluruz sanırım. Saat 06.00’dan itibaren kurulan tezgahlar öğle ezanından sonra toplanmaya başlıyor. ‘İşe yarayan mallar saat 08.00’i bulmadan kapışılıyor’ diyen esnaf, erken gelmenin önemine işaret ediyor
ZENGİN MAHALLESİ
Bitpazarı tezgahları için iki temel tedarik yolu var. Evlerden, işyerlerinden eskiciye verilenler ve kağıt toplayıcılarının çöpte bulup satışa çıkardıkları. Giyim eşyası satan Ahmet Abbalı, “Ekmeği zengin semtlerdeki kapıcılardan yiyoruz” diyor ve Bahçeşehir’i örnek veriyor. Bahçeşehir’deki kapıcıların evlerden verilen torbaları çöpe atmak yerine içindekileri ayrıştırdıklarını, beğendiklerini kendilerine ayırdıktan sonra kalanını sattıklarını anlatıyor.
Torbasına 50-70 TL vererek aldıkları torbalardan bazen 100-200 TL’lik telefonlar çıktığını sözlerine ekliyor. Peki, bitpazarında çalıntı mal satılıyor mu? Esnafa göre çalıntı mal oranı yüzde 1’i geçmez. Çalanı da, satanı da herkes bilir, polis de bilir... Küçükpazar’ın terk edilmişliği de çok sürmeyecek gibi görünüyor. Kentsel dönüşüm kapsamına alınan mahallenin 5 yıl içinde bambaşka bir görünüme kavuşması bekleniyor. Küçükpazar zengin mahallesine dönüşürken Peki orada yaşayanlara ne olacak?
FATIMA’NIN ÇİLESİ
Suriyeli Fatıma Ghada, 40 yaşında. Eşini savaşta kaybetmiş. Hasta dedesi, annesi, ablası ve ablasının iki yetimiyle birlikte 6 ay önce Halep’ten kaçıp İstanbul’a sığınmışlar. Ailenin geçimi onun omuzlarında. Fatih’te oturdukları bodrum katına 600 TL kira veriyorlar. “Yaşamak için iki yolumuz vardı; ya dilenecektik ya rızkımızı kazanacaktık” derken gözlerinden yaşlar süzülüyor.
Yardım olarak verilen ihtiyaç fazlası giyim eşyalarını satmak için her pazar ailece Küçükpazar’ın yolunu tutuyorlar. Onlar için kimseye al açmadan geçinmenin tek yolu bu. Kaldırımda yer tutmayı başarsa da ürkekliği üzerinden atabilmiş değil. Ailesinin yanında olması ona güvence veriyor. “En çok zorlandığım şey, erkeklerle konuşmak zorunda kalmak. Biz Suriye’de yabancı erkeklerle hiç konuşmazdık” diyor.
HOLDİNG AŞÇISI ESNAF
Fotoğrafının çekilmesini istemeyen 45 yaşındaki esnaf, büyük bir holdingde aşçı. Kredi kartı borcunu ödemek için ikinci el giyim eşyası alıp satıyor. Kendisi gibi düzenli bir işi olan ama borcunu ödemek için bu işi yapan çok sayıda kişi olduğunu dile getiriyor. En büyük şikayeti zabıtanın tutumu. Seyyar satıcılarla zabıta arasındaki kaç-göç burada da geçerli. Zabıtanın, depolardaki kilitli kapıları bile kırıp içerideki malları çöpe attığını söylüyor. Geçen haftaki baskında biber gazı sıkılmasına tepkisini, “böyle zalimlik olur mu” sözleriyle dile getiriyor.

RIZIK PASTASININ PEŞİNDE
Bitpazarı esnafının dağılımı da Küçükpazar’ın nüfus yapısı gibi. Eskiden Romanların, Niğdelilerin, Aksaraylıların, Yozgatlıların ve Tokatlıların sayıca çok fazla olduğu pazarda şimdi ise yediüvelden satıcı var. Afrikalılar, Pakistanlılar Iraklılar ve Suriyeliler başı çekiyor. Pazarda çalışan herkes rızık pastasından payına düşeni almanın peşinde. 56 yaşındaki Adanalı Mehmet Güzelsabun da onlardan yalnızca bir tanesi. Eşya toplayıp satıyor. Kimsesi yok. Boş bir arsaya bırakılan hurda otomobilin içinde yatıp kalkıyor. Belinde çok ağrılı bir iltihap var, dizlerindeki ağrı yüzünden de ayakta duramıyor. Gözyaşları toz toprak içindeki uzun sakallarını ıslatırken, “Bir hastaneye yatabilseydim, tedavi olabilseydim” diyor.
