Türkiye yeni yıla yeni ve ağır yüklerle girmeye hazırlanıyor. Zorlanan ekonomiden, yarım kalan reformlara, dış politikadaki krizlerden iç siyasi gerilimlere kadar ağır bir gündem bizi bekliyor. Fuat Keyman, bir süredir daha yüksek sesle dillendirilen ‘erken seçim’ tartışmaları ışığında Türkiye’nin önündeki yeni yola ışık tutuyor.
E. FUAT KEYMAN
Türkiye gündemi bir yönüyle “Erdoğan-Trump görüşmeleri sonrası Türkiye-Amerika ilişkilerine” odaklanmış görünmekle birlikte, siyasal ve kamusal tartışmanın hızla iç siyasete ve siyasi gelişmelere doğru yöneldiğini söyleyebiliriz.
Siyasal alan: AK Parti’deki değişimler ve Kongre süreci; Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu isimleri üzerinden tartışılan yeni parti girişimleri; muhalefetin, gerek yerel yönetimler gerekse de ittifaklar boyutları içinde güçlenmesi; ve belki de en önemlisi Türkiye sosyolojisi ve demografisindeki önemli değişimler temelinde canlanıyor.
2019 biterken ve 2020’de siyasal alanın canlılığı daha da artacak, belki de temel gündemi oluşturacak.
Her ne kadar hem iktidar hem mufahalefet 2023’e kadar seçim yok dese de, 2020 sonunda ya da 2021 içinde yapılabilecek “erken seçim olasılığı” da her aktörün kafasındadır ve oyun planlarını şekillendirmektedir.
Bunun en basit göstergesi de, iktidar ve muhalefet 2023’e kadar seçim yok derken, erken seçim olasılığını sürekli gündemlerinin merkezinde tutmaları; ya da, “Külliye’ye hangi CHP’li gitti” gibi çok da önemli olmayan bir haberin bile erken seçim tartışmasıyla birlikte konuşulmasıdır.
Siyasal alanın iç siyaset ve rekabet temelinde canlanmasının nedenleri ve de erken seçim olasılığı sadece muhalefetin güçlenmesiyle ilişkili değil.
Çok daha önemlisi, muhalefet partilerinden bağımsız olarak iktidarın toplumla da müzakere etmeden tek başına aldığı yönetim kararlarının sonucunda gelişen (en azından) dört sürecin giderek ülkenin temel ve çözümü zor yapısal sorunları haline gelmesi.
Bu dört sorunu, aslında sorun alanı demek daha doğru sıralayalım:
1) İşsizliğin, özellikle “Genç İşsizlik” sorununun ciddi boyutlara ulaşması;
2) Sadece “misafirperverlik ilkesi” içinde tartışılan ama bir türlü “iyi ve etkili yönetişim alanı” içinde ilgilenilmeyen “Suriyeli Mülteciler” sorununun artık taşınamaz hale gelmesi;
3) Yargıdan Emeklilik (EYT) tartışmalarına kadar uzanan geniş bir alanda yaşanılan “Adalet ve Adillik” sorunu; ve,
4) “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin işleyişi, toplum yönetimindeki başarısı, ve siyaset ve toplumla ilişkilerinde çıkan sorunlar ve “Reform” edilme gereksinimi.
Hemen altını çizerek söyleyelim:
(a) bu sorunlar birbirlerinden bağımsız ve tek başlarıne ele alınacak sorunlar değillerdir; hem tartışılmaları hem de çözümleri bu sorunların birlikte ve bağlantılı ele alınmlarını gerektiriyor;
(b) bu sorunlar bugünün sorunları değildirler; son on yıldır, özellikle son beş yıldır sürekli dile getirilen, ama çözüm için çok fazla çaba harcanmayan tüm ülkeyi ve insanlarını ilgilendiren, ve en önemlisi de, iktidarın kendi dışındaki ne muhalefet partileriyle ne de sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışmayı ve müzakere etmeyi düşünmeden kendi başına çözmek istediği toplumsal ve yapısal sorunlardır.
Bu nedenle de, 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde iktidar toplumdan ciddi bir uyarı aldı; muhalefet canlandı; ve erken seçim tartışmaları başladı.
2018 Kasım ayından itibaren yapılan tüm kamu oyu araştırmaları, toplumun, bir taraftan işsizlik ve ekonomik istikrarı birinci sorun olarak gördüğünü gösterirken; Suriyeli Mülteciler sorununa da giderek “toplum uyumu tahrip eden” sorun olarak yaklaştığını göstermektedir.
Suriyeli Mülteciler sorununun, genç işsizlikle birleşerek, iktidarın büyük ve ekonomisi gelişmiş kentleri yerel seçimlerde kaybetmesinde önemli bir rol oynadığı ortaya çıkıyor. Ve, erken seçim tartışmalarının çıkmasıne neden olan unsurlara bir yenisi ekleniyor.
Türkiye, partiler-üstü, muhalefet partileri ve toplumun farklı kesimleriyle birlikte çalışarak, ve “güvenlik-demokrasi-ekonomi dengesi”ni amaçlayan bir yönetim anlayışıyla bu sorunlara çözüm bulma sürecine girmediği sürece, erken seçim tartışmaları bitmeyecektir.
Artık genç değil, orta yaş grubuna dahil olmaya evrilen ülkemizde, yüzde 23 oranına gelmiş genç işsizler sorunu çözülmediği sürece, ki gençlerimiz, kendi öğrencilerimden başlayarak söyleyebilirim iş bulmak için ellerinden geleni yapıyorlar, Suriyeli mülteciler sorununa doğru zeminde yaklaşamasınız.
Emeklilik ve EYT ile ilgili tartışmalara “kaynak sorunu ve populizm tehlikesi” temelinde söyledikleriniz, Suriyeli mültecilere tepki duvarına çarpacaktır; genç işsizlik ve EYT sadece kaynak ve populizm temelinde tartışılacak sorunlar değildir.
Üniversite ve Eğitim Reformuna gerek duyarken, Şehir Üniversitesi gibi önemli bir üniversiteye karşı yapılan olumsuz uygulama gerçeği içinde, genç işsizlik sorununa çözüm bulmanız çok zordur.
Yargı Reformu ile ilgili Adalat Bakanlığı ve Sn. Gül farklı kesimlerle konuştu, ama bu bile uygulamadaki sorunlar temelinde başarılı olmadı.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sn. Fuat Oktay’ın, iktidarın kendisine yakın görmediği ama Başkanlık, Yarı-Başkanlık, Parlamenter Sistem gibi “yönetim sistemleri” üzerine çalışan akademisyenleri ve sivil toplum örgütlerini içersemeyen, dolayısıyıla farklı kesimlerle müzakere edilmeden, birlikte çalışılmadan yaptığı “Reform Çalışması”nın da toplumun geniş kesimleri tarafından kabulü ve başarı şansı sınırlıdır.
Tüm bu noktalar bizi şu genel saptamaya götürmektedir: İktidar, artık tek başına, ne gündemi belirliyebilmekte, ne de toplumsal sorunlara çözüm bulabilmektedir.
Çünkü, Türkiye’nin, sadece içiçinden geçtiği, kentleşme, sosyolojik ve demografik değişim süreci nedeniyle değil, küreselleşen dünyanın yaşadığı büyük çalkantı içinde de, “Yeni Hikaye”ye ihtiyacı vardır.
Erken seçim tartışmaları, Türkiye’de, “Eski Hikaye”nin bitmekte olduğu, fakat “Yeni Hikaye”nin de doğmadığı bir dönemi siyasal ve sosyolojik olarak yaşandığımız için çıkmaktadır.
Bitiriken şu noktayı altını çizerek vurgulayayım: Türkiye toplumunun geniş kesimleri, kişisel ve aktör düzeyinde, (a) 15 Temmuz Darbe Girişimine karşı mücadele etti ve ülkenin yanında yer aldı; (b) başta Kürt vatandaşlarımız olmak üzere hendek çatışmalarında teröre karşı net tavır gösterdi, karşı durdu; ve (c) ülke güvenliği için yapılan askeri harekatlara kamusal destek iktidar tabanının çok çok üstünde oldu.
Tüm bu veriler içinde, iktidarın toplumsal sorunları çözme sürecinde, “kapsayıcı ve çoğulcu olmaması” en azından garip bir ikilemdir.
Kapsayıcı ve çoğul yönetim, akademik temelde, iyi ve etkili yönetimin anahtarıdır.
Kapsayıcılık azaldıkça kutuplaşma artmakta; kutuplaşma arttıkça toplumsal güven ve iyi yönetim olasılığı azalmaktadır.
Türkiye’nin, bugün, “kapsayıcı yönetişim + demokrasi/hukuk sorunları” olduğu için, bu sorunları çözemiyoruz. Sorunlar yapısallaşıyor, çözümleri güçleşiyor. Erken seçim tartışmaları da gündemden kalkmıyor.