Zenginin çocuğu yüz yıl öncede askere gitmemiş. Hem kocasını hem oğlunu bu vatana şehit veren aile; bırakın baş üstünde tutulmayı kuru ekmek bulamamaktan 3 çocuğunu daha toprağa vermiş.
Hasan İzzettin Dinamo okudum geçtiğimiz günlerde. Savaş ve Açlar adlı romanında 1913-1918 arasını anlatıyor. Tam dünya savaşı öncesi ve sonrası. Balkan savaşından gelmiş Temel Çavuş’un Samsun’a yerleşip yeni bir yaşam kurma hikayesinin Dünya savaşına girilmesi ve Osmanlı-Rus savaşı için tekrar silah altına alınması… Ailesine bakmak için Kötüköy çevresinde ekip biçtiği tarla… Ailesinin başına 15 yaşında Ali adlı oğlunu bırakıp tekrar askere gidişi… Kahramanca mücadelesi… Donarak ölen binler içinde oluşu…
Kendinden sonra ailesinin içine düştüğü ağır ekonomik kriz. Ama o bir şey değilmiş gibi Ali’yi de çeşitli katakullilerle askere alışları. Eşinin karnındaki çocuğun da doğumu... Bir başına 5-6 çocuğa bakma zorunluluğu. Bırakın yoksulluğu açlık. 3 çocuğunu eliyle mezara koyma… Açlıktan kuru ekmek bulamamaktan ölüm… Kendisinin ise acı sonu… Çok derinden etkilendim.
Neredeyse aynı adam kayırmacalar, aynı bencillikler, aynı aç’ın halinden bilememe durumları. Yüz yılı aşkın zaman sonra inandım ki yeterince ders almamışız, yeterince ileri gidememişiz. Bunca ağır acıları çeken, bedel ödeyen toplumlar daha etkin dersler çıkarıp daha çarpıcı yolları alıverirler. Biz ise içimizdeki derin kavgaların içinden, bencillikler ve küçük hesapların göbeğinden orta doğu batağından çıkıp “muasır medeniyet” seviyesine yaklaşamadık.
Zenginin çocuğu yüz yıl öncede askere gitmemiş. Hem kocasını hem oğlunu bu vatana şehit veren aile; bırakın baş üstünde tutulmayı kuru ekmek bulamamaktan 3 çocuğunu daha toprağa vermiş. Onca ağır sorgulamalara karşı “Şakire” Hanım şükürle vatana laf söylettirmiyor. Halen böyle değil mi? Ve halen birileri bu sevgiyi, bu özveriyi, bu samimiyeti suiistimal etmiyor mu?
Anadolu’nun tertemiz insanları, Cumhuriyetin sağladığı fırsat eşitliği ile kamuda, ülke koşullarında görevlere, yerlere çalışarak gelinebiliyorken bu yeni düzen ile yandaşa, adamını bulana ücreti mukabili diploma satan, vatandaşlık pazarlayan, sahte rapor üreten, sınav sonuçlarını manipüle eden, soru çalan ve güveni büyük ölçüde yitiren bir çürüme ve yozlaşma ile yüz yüze geldik. Suiistimal, vatandaşın güvenini istismar etmek, verilen emaneti ehline vermemek ve bu çok çok ağır yozlaşmaya süreçlerin hazırlayıcısı olmak değil midir?
Yaklaşık 100 yıl sonra kollamacı ilişkileri sonlandırıp sağlam bir düzen ve kişilerden bağımsız işleyen bir sistem ile bu sistem ve düzeni işleten kurumlar kurması gereken ülkemiz son 25 yılda kurulu düzeni istismar eden, sapasağlam kurulmuş birçok Cumhuriyet kurumunu ya kapatan ya içini boşaltan, çürüten ve her konuda liyakatli kadrolar yerine sadakat ile emri uygulayacak kadrolar üreten bir rövanşist anlayışla Cumhuriyeti ve sistemi büyük bir erozyona uğrattı. Teknolojinin sağladığı yenilikçi olanakları da esik denge-denetleme mekanizmaları ile çalınabilir, suiistimal edilebilir hale soktu. Rejimin kendi içinde bir denge-denetleme sorunu olduğu da çok açık. Bunlara bir de “sadakatli kadrolar” ve yandaşlara “cezasızlık” ayrıcalığı eklenince bu ve benzeri suiistimaller bir çürüme olarak her hücreyi sarıyor.
3Y diye gelenler (yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar) bu üçünü göz önüne aldığınızda daha ağır bir krize sürüklerken buna 4.Y olarak “Yozlaşmayı” da ekleyerek bir sistem çürümesine, devlet krizine yol açıyor görünüyorlar.
Bu samimi duyguların insanlarının, bu özverili insanların yaşadığı coğrafyanın halen hak ettiği yeri alamaması hiç şaşırtıcı gelmiyor. Oysa çok şaşırtıcı. Niye gelmiyor şaşırtıcı! Bizler de Silivri’deyiz. Çorlu, Kandıra, Tekirdağ, İzmir, Bolu, Afyon neredeyse ülkenin her yanındayız! 5 aydır iddianame olmaksızın çile çekiyoruz. 7-9 aya ulaşan Başkanlarımız var. Baksanıza bizlerle hesaplaşma pahasına milyarlarca doları, yedek akçeyi yakan, kurumları çökerten, kavramların içini boşaltan siyasi iktidar sadece kendi saltanatını koruma peşinde değil mi? Önceliği hukuk mu demokrasi mi?
İktidarı bırakabilmeyi, kaybedebilmeyi hazmetmeyi 1950’den beri deneyimleyen bu eşsiz ülkeyi 80-100 yıl geriye götürme değilse başka nasıl açıklanır bu seçim?
