Görüşler

Ahlak olmadan zihniyet devrimi olur mu?

Ahlak olmadan zihniyet devrimi olur mu?

“Geri kalmışlığımızın nedeni ne yalnızca dinle açıklanabilir ne de İslam’dan uzaklaşmakla” olarak belirten Tarık Çelenk, KARAR için kaleme aldığı yazısında Türkiye’de sağ ve seküler alana bakmış sorunun “ne Batılılaşmakta ne de ondan uzaklaşmakta” olduğunu vurgulamıştır.

Türkiye’nin sağ ve seküler mahalleleri, iki yüzyıldır süren krizimizin derinliğini görmekten çoğu zaman kaçınıyor. Sağ kesim, elde ettiği siyasal ve ekonomik gücü yeterli bir başarı olarak görüyor; savunma sanayindeki gelişmeleri ve dış politikadaki etkinliği içsel bir yenilenmenin yerine koyuyor. Kemalist çevreler ise krizin nedenini Atatürk’ten uzaklaşmakta, dini referanslarda ya da İslamcı iktidarlarda buluyor. Bu konuda göreceli haklı olup olmadıkları da ayrı bir tartışmanın konusu. Oysa sorun ne Batılılaşmakta ne de ondan uzaklaşmakta. Bu mahallelere ilişkin asıl mesele, her iki mahallenin de ahlaki ve entelektüel bir sorgulama geleneği kuramamış olmasında gözükmekte. Sonuçta İsmail Cem İpekçi’nin yıllar önce kullandığı ifade hâlâ geçerliliğini koruyor: Türkiye’nin Geri Kalmışlık Tarihi yazılmaya devam ediyor.

Bu meseleye derinlikli biçimde eğilen yerli düşünürlerimizin fikirleri veya tezleri toplumda yeterince karşılık bulamadı. Anlama ve sorgulama temelli bir düşünme geleneği kuramayan, bilimsel yöntemden yoksun toplumsal bir zihniyet, bu mütefekkirleri gerçekten anlayamazdı. Onlar ancak “100 Türk Büyüğü” listelerinde veya tozlu kütüphane raflarında yer bulabildiler. Bizim geri kalmışlığımızın nedeni ne yalnızca dinle açıklanabilir ne de İslam’dan uzaklaşmakla. Esas sorun, zihniyetin yenilenememesi ve evrensel ahlakın toplumsal düzenle bağ kuramamasıdır.

Bu konulara uzun süredir kafa yoran biri olarak, aradığım bazı cevapları bulabildiğimi düşünüyorum. Bunların başında Mümtaz Turhan (1908-1969) gelir. Taha Akyol’un, Turhan’ın Batı’daki bilgiye ulaşma biçiminin deney ve metodolojiye dayandığını hatırlatması üzerine, yeniden onun düşüncelerine odaklandım. Turhan’a göre Batı’nın üstünlüğü, bu iki kavramın, yani deneysel bilgi ve metodolojik düşüncenin, yaşamın her alanına yerleşmiş olmasındadır. Muhtemelen Turhan’a Berlin, Frankfurt ve Cambridge’de aldığı sosyal psikoloji ve sosyoloji eğitimi ona bu farkındalığı kazandırmıştı.

Turhan’ın Kültür Değişmeleri kitabını tekrar okuduğumda hem kişisel-özel hem de entelektüel olarak önemli bir yakınlık hissettim. Tıpkı Nurettin Topçu gibi, Mümtaz Hoca da babamın memleketi olan Erzurum Horasanlıydı. Dahası, kitabında ortak köyümüz Zars üzerinden yirmi yıllık bir kültür değişimini incelemişti. Turhan, 93 Harbi sonrasında Rus işgali nedeniyle Kayseri, İstanbul ve Erzincan’a göç eden Zarslı ailelerin, yıllar sonra köye döndüklerinde özde kültürel bir değişim-zenginlik yaşamadıklarını anlatıyordu. Yani köyde üretilemeyen kültür şehirde de üretilemiyordu. Turhan’a göre bunun nedeni, bir türlü gerçekleşemeyen zihniyet değişimi devrimiydi. Bu tespit, benim Açık ve Gizli Köylülük – Vagon 2025 kitabımda geliştirdiğim düşünceyle örtüşüyordu.

Turhan, Doğu ile Batı arasındaki farkı net biçimde ortaya koyar: Doğu’da fikir ve mucit bulunur ama bunlar kurumsallaşamaz; Batı’da ise fikir hayata karışır, kurumsallaşır ve aktarılır. Bu farkı yaratan şey bilimsel zihniyet ve metodolojidir. Ona göre biz, gerçeği zihinsel olarak yöntemsel kavrayamama ve sübjektif–objektif ayrımını karıştırma sorunuyla malulüz. Bunun temelinde, maddi-fizik dünya ile manevi-metafizik dünya arasındaki ilişkinin doğru kurulamayışı yatar.

Bu arada Batı bu dengeyi nasıl kurdu sorusu bizi uzun bir tarihsel hatta götürür. Rönesans döneminde Marsilio Ficino, Pico della Mirandola, Giordano Bruno ve Kepler gibi filozoflar, insanı Tanrı’nın yansımasına ilaveten evrenin anlamını çözmeye muktedir bir varlık olarak gördüler. Doğa artık sadece kutsal bir alan değil, anlamı çözülebilecek bir düzendi. “Evren, Tanrı’nın yazdığı bir kitaptır; dili matematiktir” diyen Galileo, bu sezgisel geleneği yöntem haline getirdi. Bacon deneysel yöntemi kurdu, Descartes düşünmeyi bir disipline dönüştürdü. Newton, evreni Tanrısal bir geometri olarak yorumladı; Leibniz, her varlığı Tanrı’nın yansıması olan bir monad olarak tanımladı.

Rönesans’ın ezoterik ve mistik damarını taşıyan bu düşünürlerin ortak yanı, bilimi, kutsalı, aklı uygun hiyerarşi ile modellemeleriydi. Onlara göre bilmek, Tanrı’nın düzenini anlamaktı. Böylece akıl ile sezgi, bilim ile inanç uzun süre birlikte yürüdü. Ancak Aydınlanma’yla birlikte bu bağ koptu. Kant, insan aklını özerkleştirerek bilginin kaynağını Tanrı’dan değil zihnin kendi yapısından türetti. Romantik filozoflar –Goethe, Novalis, Schelling– bu kopuşa karşı çıkıp aklın yanına sezgiyi ve duyguyu yeniden koymaya çalıştılar. Weber’in “dünyanın büyüsünün bozulması” dediği süreç tam da burada başladı: İnsan, bilgiyi kazandı ama anlamı kaybetti.

Bu noktada Karl Popper devreye girer. Popper’a göre modern bilimin en büyük hatası kendi doğrularına iman etmesidir. Pozitivist akıl, kilisenin dogmalarını yıkarken kendi dogmalarını üretmiştir. Popper’ın “eleştirel rasyonalizm” adını verdiği yaklaşım, bilginin ancak yanlışlanabilir olduğu sürece değerli olduğunu savunur. Gerçek bilgi, mutlak doğruyu bulmak değil, kendi yanılgılarını görebilmektir. Popper’a göre hata yapmak bir eksiklik değil, düşünmenin ahlaki bir parçasıdır. Ne yazık ki bizde Kemalist modernleşme bu noktayı ihmal etmiştir.

Bizde İki yüzyıllık arayış sürecinde birçok yerli düşünür bu krizi farklı yönlerden analiz etti. Ziya Gökalp, kültür ve medeniyet ayrımını yaparak ulusal kimliği tanımladı. Hilmi Ziya Ülken, düşünsel eksikliğimizin yöntem ve sorgulama yoksunluğundan kaynaklandığını vurguladı. Niyazi Berkes, “Batı dışı modernleşme” kavramıyla tarihsel bir çözümleme sundu. Şerif Mardin, “merkez–çevre” ve “mahalle baskısı” kavramlarıyla Türkiye’nin sosyolojik yapısını analiz etti. Nurettin Topçu, “İsyan Ahlakı”yla vicdanın özgürlüğünü savundu. Cemil Meriç, “Mağaradakiler”le aydının yabancılaşmasını anlattı. Erol Güngör, ahlakı hem bireysel hem toplumsal bir sorumluluk alanı olarak tanımladı ve “değer krizi” kavramını geliştirdi.

Bu düşünürlerin çabaları, Türkiye’nin yapısal krizini anlamada önemli bir teorik zemin oluşturdu. Ancak bugün geldiğimiz noktada bütün bu tespitlerin ötesinde bir gerçeği görmek gerekiyor: Zihniyet sorunu kadar derin bir ahlak sorunumuzun da varlığını.
Mümtaz Turhan’ın “zihniyet” kavramı ile Nurettin Topçu ve Erol Güngör’ün “ahlak” anlayışı aslında aynı kökten beslenir. Esas mesele, zihniyetle ahlakın birlikte dönüşememesidir. Turhan bu durumu şöyle ifade eder: “Bizde bilgi çoğu zaman otoriteden nakledilir; sorgulama cesareti zayıftır. Bu sadece entelektüel değil, aynı zamanda ahlaki bir zafiyettir. Zihinsel tembellik, sorumluluktan kaçışa ve taklide yol açar.”

Topçu ve Güngör bu fikri derinleştirir. Onlara göre, ahlaki bir yenilenme olmadan zihinsel dönüşüm kalıcı olamaz. Topçu’ya göre gerçek ahlak, korkuya dayalı itaattan değil, hakikate yönelen iradeden doğar. Güngör, ahlakı toplumun kendini yeniden üretme biçimi olarak tanımlar. Batı’da ahlak, bilim ve hukukla birleşmiştir; bizde ise parçalanmıştır.

Sonuçta Mümtaz Turhan’ın “zihniyet devrimi” ile Topçu ve Güngör’ün “ahlak devrimi” çağrısı aynı yöne işaret eder. Turhan “nasıl düşünürüz” sorusuna, Topçu ve Güngör “nasıl yaşarız” sorusuna cevap aramıştır. Bu iki sorunun kesiştiği yerde şu gerçek belirir: Doğru düşünce, doğru ahlakın zemininde yeşerir. Zihniyet aklın biçimidir, ahlak ise aklın vicdanıdır. Biri olmadan diğeri eksik kalır.

YORUMLAR (12)
12 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir