Görüşler

Barış süreci: Kaygılar ve umutlar

Barış süreci: Kaygılar ve umutlar

Demokrasi ile ekonomi arasında doğrudan bir koordinasyon vardır. Bugünkü ekonomik krizin yegane sebebi enflasyon değil aynı zamanda yapısal sorunlardır. Hukukun mevcut yapısıdır, eğitimin içine düştüğü durumudur, adalete olan güvensizliktir, kutuplaşmayla iç barışın zedelenmiş olmasıdır. Ekonomik kriz bir sonuçtur, sebepleri ortadan kalkmadan o da ortadan kalkmaz.

Yürütülen barış süreci aynı anda birbiriyle zıt iki duyguyu besliyor. Bir yandan kimi insanların sürece dair kaygıları sürerken öte yandan birçok insanın süreçle birlikte umutlanmaları söz konusu. Paradoksal gibi görünen bu iki zıt duygunun aynı anda topluma hakim olması normal.

BARIŞIN BİRLİK ÇAĞRILARI

Normal, çünkü 40 yıldır bir çatışma ortamı vardı, bu da karşılıklı olumsuz duyguları beslemişti. 40 yıllık kaygıları bir günde dağıtmayı beklemek gerçekçi değil. O nedenle sorunu doğru teşhis edip süreci doğru değerlendirmek başarıya giden yol için önemli.

Bir kere objektif ve bilimsel yaklaşımlar meseleleri ak ve kara gibi kesin kategorilerle ele almaz. Bir şey iyiyse içinde hiçbir yanlış beslemez ya da bir şey kötüyse asla doğruya çevrilecek bir kırıntı içinde taşımaz yaklaşımı doğru bir yaklaşım değil.

Bugün barış süreci ile ilgili iyi niyetle kaygı duyan ve gene samimi duygularıyla umut besleyen insanlara bir diyeceğimiz yok. Sorun bunu belli bir ön yargıyla bilerek ve tasarlayarak yapanlarda. Bu meseleyi değerlendirirken baz aldıkları ölçü memleket menfaatinden ziyade kendi kişisel ve/veya siyasal çıkar ve beklentileri olanlar. Bunlar, meseleyi objektif olarak değerlendirmek yerine değer atfediyor, barış süreci ülke için yararlı sonuçlar doğurursa bile kendi siyasi görüş ve ajandalarına uymuyorsa o taktirde kötüdür ve her koşulda kötülenmelidir diyenlerdir. Bu nevi yaklaşımlar süreci zehirlemeye enfekte etmeye çalışan yaklaşımlardır.

Diğer bir görüş ise çoğunluğun peşine takılarak olan bitene değer biçenlerdir. Bu iki tarz da doğru değil. Doğrusu, doğru bilgiye dayalı önyargısız bir biçimde doğru değerlendirme yaparak sonuca ulaşmaktır.

Sözgelimi PKK 50 yıldır silah elde dağda bayırda dolaşmış, bu kadar insan ölmüş, bu kadar kaynak heba olmuş, vatan bölünmemiş, fakat şimdi silahı bırakıyor, gelip çıplak elle ülkeyi bölecek diyor bir kesim. Bu yanlış değerlendirmeye bakıldığında bunu ileri sürenlerin iyi niyetli oldukları söylenebilir mi? Sormazlar mı “arkadaş elde silah varken ülkeyi bölmeyen örgüt silah bıraktıktan sonra nasıl bölecek?” diye.

Tabii ki burada iyi niyetle bu kaygıları taşıyan insanları bu türden kötü niyetli ve bilerek süreci sabote etmeye çalışanlardan ayırmak lazım. Onların kaygılarını anlıyorum. Zira devlet ve onun ideolojik aygıtları yıllarca yaptıkları bölünme propagandası ile bu kaygıları besledi ve büyüttü. Şimdi ektiğini biçiyor, daha doğrusu biçemiyor. Geçmişte yıllarca söylenen bir yalanı bir günde değiştirmek zordur. Zor ama imkânsız değil. Çünkü gerçek olan bölünme değil gerçek olan birlikte olmaktır, bir ve beraber olmaktır. Bu hem Kürtlerin hem de Türklerin ve bu vatanda yaşayan herkesin yararına bir şeydir.

KAYGILAR VE UMUTLAR

Şimdi bu çerçevede kimi kaygılara ve yükselen umutlara bakalım.

ÖNCE KAYGILAR:

Toplumun bir kesiminde bir bölünme ve ayrışma kaygısı olduğunu söylemiştik. Şöyle düşünüyorlar: Acaba bu süreç bir kimlik siyasetine yol açar mı, etnik ve mezhebi ayrışmaları tetikler mi? Acaba bu süreci başlatan Cumhur İttifakı özellikle AKP bunu kendi siyasi ajandası için mi kullanıyor? Amaç sonunda bir anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanına üçüncü kez aday yapıp seçtirmek mi yoksa? Bu durum Orta Doğu’daki jeopolitikte bizi zora sokabilir mi? Bu da bırakın demokratikleşmeyi otoriterleşmeyi daha da büyütür mü?

Bu soruların ve kaygıların hepsini anlayışla karşılamalı, tartışmalı ve insanlar ikna edilmeli. Çünkü bunlar iyi niyetli sorular ve kaygılar; Giderildikleri takdirde süreci güçlendirir.

Bunları kısaca üç başlık altında toplayabiliriz:
Kimlik ve mezhebi siyaseti de içeren bölünme kaygısı. Öncelikle şunu söyleyelim: Süreç eğer başarılı olursa bölünme kendiliğinden ortadan kalkar. Hem tarihsel süreç hem sosyolojik realite de zaten bölünmeye el vermez. Çünkü tarihsel süreç içerisinde Kürtler ile Türkler 1071 Malazgirt’te, 1514 Çaldıran’da, 1891 Erzincan’da, 1915 Çanakkale’de, 1919-1922 Erzurum’da Sakarya’da, 1959 Kore’de, 1974 Kıbrıs’ta hep birlikte savaşmış, can vermiş kan dökmüştür. Bu vatan ne kadar Türklerinse o kadar da Kürtlerindir; Bu vatan bizim ortak vatanımızdır.

Ayrıca;
Evlilikler var. Kız alıp vermişiz (3 milyon evlilik var)
Göçler var (Bugün en büyük Kürt kenti Diyarbakır değil İstanbul’dur)
Pazar birliği var (Birçok Kürt Batı’da iş güç sahibi iken, batıdaki bir çok büyük işletmenin bayisi ve pazarı Doğu-Güneydoğu’dadır.)
• Her iki halk arasında din ve kültür birliği var.

Hasılı sosyolojik realite de bölünmeye cevaz vermiyor. Üstelik bir bölünme durumunda ne küçük bir Kürdistan Kürtlerin işine yarar ne de geriye kalan küçük bir Türkistan Türklerin işine yarar, bunlar bu küresel çağda Orta Doğu’da emperyallerin kurtlar sofrasına yem olmaktan kurtulamazlar. O halde artık bölünme paranoyasından arınmanın birliği beraberliği güçlendirmenin zamanıdır.

İkinci önemli kaygı ise AKP’ye olan güvensizliktir. Zira bunun da haklı temeli vardır. 7 Haziran 2015’te seçimi kaybedip tek başına hükümet kuramayan AKP masaya devirip güvenlikçi politikalara dönmüş, kendi siyasi çıkarları için ülkeyi sürüklediği kaos ortamında bombalar patlamış, yüzlerce vatandaşımız can vermişti.

Bugünkü kaygı ise biraz daha farklı. Acaba AKP yeni bir Anayasa ile Erdoğan’ı tekrar aday yapmanın ve iktidarlarını daim etmenin mi peşinde? Birincisi Erdoğan’ın tekrar aday olması için anayasa değişikliğine ihtiyaç yok, mecliste 360 sayısını bulduğu taktirde tekrar aday olabilir, bu sayıyı bulması da bugünkü koşullarda zor görünmüyor. İktidarını devam ettirme meselesine gelince her iktidar, iktidarda kalmak ister, mesele burada muhalefetin ne yapacağıdır.

Burada asıl çelişki şu: Bir yandan barış süreci deyip öte yandan CHP’yi hukuk sopasıyla dövmeye çalışmak. Bu ikisi bir arada yürümez, ikisinden biri diğerini zamanla dışlamak durumunda kalacaktır. Eğer AKP bunu bile bile yapıyorsa niyeti sorgulanabilir ki bu da kaygıları haklı çıkartır.

CHP’nin ve muhalefetin komisyondaki performansına bağlı olarak demokratikleşme gelişirse kuşatma ortadan kalkmak zorunda. Barış sürecinin başarısı da demokratik adımlara bağlı. AKP sonunda ya süreçten vazgeçecek ya baskıdan.

Biz eğer komisyonda muhalefetin demokratikleşme çabalarını desteklersek bu alanda toplumsal muhalefeti siyasal muhalefetle buluşturarak AKP’ye geri adım attırabiliriz.

Bu noktada başka bir yanlışa dikkat çekmek isterim: CHP komisyona katılmaya karar verdiği halde hala bazı kişi ve kesimlerin adeta bunun yanlışlığını ispata çalışır gibi (farkında olarak ya da olmayarak) hem CHP tabanını yanlış yönlere ve başka partilere yönlendirmesi ve hem de bu tartışmanın partinin yıllar sonra Kürt seçmenle yakaladığı sıcak ilişkiyi bozmaya çalışmasıdır.

Üçüncü kaygı ise Suriye’de SDG’nin ne olacağı meselesidir. Bir kere bu konuyu iktidarın bizi bilgilendirdiği kadarıyla biliyoruz, ve bu meseleye onların gözüyle bakıyoruz. İlk düğme yanlış iliklenince sonrası da hep yanlış gidiyor. Düşünsenize hiçbir konuda AKP’ye katılmayanlar sıra Suriye’ye gelince onun dediklerini doğru kabul edip arkasında hizalanıyorlar. Bu çelişkili değil mi? Hatırlayın iktidar YPG başkanı Salih Müslim’i kırmızı halıda karşıladığında iyiydi, sonra aynı iktidar aynı kişiye terörist dedi hep birlikte dönüp saydırmaya başladık. Her konuda iktidara muhalefet eden kesimler konu Suriye olunca nasıl oluyor da iktidarı ve AKP’nin temsilcisi kesiliyor? Bir kere her konuda olduğu gibi burada da iktidar kendi ajandası peşindedir. Trump’la ilişkileri, İsrail’le ticareti, HTŞ’li Ahmet Sarayı bir günde ak sütten çıkmış kaşık olarak sunması... Bunlar bizim mi yararımıza yoksa AKP’nin Orta Doğu’daki Neo Osmanlıcı hayallerini gerçekleştirmenin mi yararına?

Türkiye’de 20 milyon Kürt var. Suriye’deki Kürtler de bunların soydaşları. Türkiye Azerbaycan’a, Türkmenistan’a, Kırgızistan’a Kuzey Kıbrıs yerine Güney Kıbrıs’ı tanımalarına rağmen iki devlet bir millet diyerek onları bağrına basıyor ama kendi ülkesinin vatandaşlarının soydaşlarını başkalarının yanına itiyor. Bunun yerine kendisi sahip çıkamaz mı, kucaklayamaz mı? Nitekim gene hatırlayın; bir zamanlar aynı şey, Barzani ve Talabani için de deniliyordu. Ama bugün Orta Doğu‘da Türkiye’nin en iyi dostu Irak Kürdistan Bölge Yönetimi değil mi?

O halde madem bir kucaklaşmaya gidiliyor, Türkiye Suriye’deki Kürtleri “düşman” olarak görmekten vazgeçmeli onları bir “abi devlet” olarak kucaklamalıdır. Bu hem ülkedeki iç barış için hem de bölge barışı için elzem olduğu gibi Türkiye’nin bölgede daha da güçlenmesine yol açacaktır.

UMUTLAR

Şimdi bir de umutlara bakalım;

Bu kaygıların yanında çokça umutlu olacağımız şey de var. Her şeyden önce 47 yıldır süren çatışma ortamı ortadan kalkacak. İnsanlarımız ölmeyecek, analar ağlamayacak, gözyaşları dinecek. Savaşa, çatışmaya giden kaynaklar ülke ekonomisine gidecek, demokratik gelişmeyle birlikte refah seviyemiz de günden güne artacaktır.

DEMOKRASİ

Bugüne kadar silahlar siyasette otoriterleşmenin ekonomide ise eşitsiz gelişmenin gerekçesi yapılıyordu hep. Bu gerekçe ortadan kalktığına göre artık demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlemesinin yolu açılabilecektir. Bölgeler arası ve kesimler arası dengesizlik giderilmeye çalışılarak en aza indirgenecektir.

BARIŞ

Ve en önemlisi eşitlik, özgürlük ve adaletin tesisinin sağlanması umududur. Bugün ülkemiz hukuk güvenliğinin olmadığı ve hukuka güvenin yerlerde süründüğü bir ortamdan geçiyor. Hak hukuk çiğneniyor. Adil yargılanma yok, tutuklama istisna olmaktan çıkmış bir fetişizme dönüşmüş; Yargı ise muhalifleri sindirmenin aracı haline getirilmiştir. Gerçek bir barış ve demokrasi düzeninde tüm bunlar ortadan kalkmak zorunda. Çünkü barışsız demokrasi olmadığı gibi demokrasisiz barış da olmaz. Şimdi toplumsal barışı tesis ederek demokrasiyi güçlendirecek, güçlenen demokrasi ile barışımızı daha da güçlü kılacağız.

HUKUK

Böyle bir durumda ülke hukuka dönmek, üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğünü tesis etmek zorundadır. Bu bir kişinin keyfine bağlı bir durum değildir. Toplumun güçlü talebidir, güçlü toplumsal talebin önünde hiçbir güç duramaz.

EKONOMİ

Tabii bütün bunlarla birlikte barış ortamında ekonomimiz gelişecek, gelir dağılımındaki adaletsizlikler büyümek yerine azalacaktır. Zira ekonomik istikrarın temeli siyasi istikrardır, siyasi istikrarın dayandığı saç ayağı ise insan hakları, hukuk ve demokrasidir. Demokrasi ile ekonomi arasında doğrudan bir koordinasyon vardır. Bugünkü ekonomik krizin yegane sebebi enflasyon değil aynı zamanda yapısal sorunlardır. Hukukun mevcut yapısıdır, eğitimin içine düştüğü durumudur, adalete olan güvensizliktir, kutuplaşmayla iç barışın zedelenmiş olmasıdır. Ekonomik kriz bir sonuçtur, sebepleri ortadan kalkmadan o da ortadan kalkmaz.

SONUÇ

Hasıl kelam, bugün, toplumsal barışın tesisi ile insan haklarına saygılı, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini inşa etme, cumhuriyetin içini demokrasi ile taçlandırma fırsatı doğmuştur. Ya kullanarak ilerleyeceğiz ya da heba ederek gerileceğiz.

O nedenle şimdi barış zamanı, şimdi kardeşlik zamanı, şimdi kucaklaşma zamanı diyoruz.

Gün paranoyaları büyütme günü değil gün birliği, beraberliği güçlendirmenin barışa omuz vermenin günüdür.

Barıştan, kardeşlikten, kucaklaşmaktan korkulmamalı. Bilinmeli ki savaşın çatışmanın kazananı yoktur, barışın kazananı ise hepimiziz.

Prof. Dr. Ahmet ÖZER
Esenyurt Belediye Başkanı

YORUMLAR (2)
2 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir