Görüşler

‘Bulutlar yağmur, kargalar şeâmet taşırdı’

‘Bulutlar yağmur, kargalar şeâmet taşırdı’

Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay “Sermet Muhtar Alus’un ve Refik Halid Karay’ın Ebenin Köşkü olarak isimlendirdiği çok pencereli, dört katlı ve ahşap köşk, bazı kaynaklarda Ebeyan Efendi’nin Köşkü olarak geçiyor” diyor.

Erenköyü’nü geçtikten sonra demiryolunun kavis yaptığı yerin kara tarafında Ebenin Köşkü ve Neşet Bey’in hat boyunca uzanan geniş arazisi vardı. Sermet Muhtar Alus’un ve Refik Halid Karay’ın Ebenin Köşkü olarak isimlendirdiği bu çok pencereli, dört katlı ve ahşap köşk, bazı kaynaklarda Ebeyan Efendi’nin Köşkü olarak geçiyor. Refik Halid Karay ‘52 yılında “Geçen gün gözüme ilişti. Ebenin Köşkü’nü yıkmışlar, enkazını bir kenara yığmışlar. Bu, çok pencereli, dört kat, kocaman ahşap köşk, yarım asır evvel o havalide bir başına durur, sanki istikbâli sabırla, tevekkülle bekler, gözlerdi. Denilebilir ki bütün bu yeni binâlar, bu anaç tavuğun yavrularıydı, hepsi de Ebenin Köşkü’nden türemiş, üremişlerdi” diye yazmıştı.

Neşet Bey’in bahçesinin karşısına sonradan Suâdiye Camii inşâ edilir. Son cemaat girişinin üzerinde yer alan iki kitâbenin altta olanında, Suâdiye Camii’nin 1325’de (1907-1908) inşâ edildiği yazılıdır. İçerideki panolaraysa, çinilerin 1323’de (1905-1906) Kütahya’da Mehmed Hilmi’nin öğrencisi Mehmed Emin tarafından yapıldığı kaydı düşülmüştür. Cami, kimilerine göre, Ahmed Reşad Paşa’nın kızı Suâd Hanım’ın vefâtından hemen önce hasta yatağındayken son arzusu üzerine kendi parasıyla inşâ edilmiştir; kimilerine göreyse, Suâd Hanım’ın vefâtının ardından arsasını Ahmet Reşad Paşa satın alarak, kızının anısını yaşatmak amacıyla buraya bir cami inşâ ettirmiştir. Sermet Muhtar Alus’a göre Suâd Hanım’ın bir ameliyat sonrasında vefât etmiştir.

Bunu Refik Halid Karay da doğruluyor:

“Semte babasının yaptırdığı camiden dolayı ismi konulmuş olan Suâd Hanım’ı bizzat tanırdım. Hudud komşumuz Maliye Nazırı Reşad Paşa’nın kızıydı; hastalığı neydi, apandisit mi, mide çıbanı mı, başka bir şey mi, aklımda kalmamış. Paris’ten Doktor Tuffier getirtilerek köşkte ameliyat yaptırılmıştı. Ömrü vefâ etmedi; Reşad Paşa da çok sevdiği kızının hatırasını unutulmaktan korumak için tren yolunda bir arsa aldı, cami yaptırdı ve ona Suâdiye ismini koydu.”

Ahmed Reşad Paşa, genç yaşta vefât eden kızının ismine yapılan bu camiye akar olsun diye bitişik nizâmda dokuz dükkân da yaptırarak, bunları 4 Ramazan 1326 (30 Eylül 1908) günü vakfetmiştir. Vakfiye, 577 Numaralı defterin dokuzuncu sayfasının altıncı sırasındadır. Refik Halid Karay, ‘52 yılındaki makalesinde, az ileride cadde üzerinde Abdullah Galip Paşa’nın 1316 yılında ve Yeni İstasyon mahallinde Zihni Paşa’nın 1320 yılında yaptırdığı camiler varken, bir de boş tarlaların üzerine bu caminin inşâ edilmesini halkın şaşkınlıkla karşıladığını yazıyordu:

“Camiin inşâsı sırasında herkes itiraz etmişti. Allah’ın çölünde hangi cemaat namaz kılacak? Boşuna zahmet etme, kapısından giren olmaz derken, sonra Suâdiye Camii civârı dolmaya başladı, bir ara da şehrin en lüks mahallesi vasfını kazandı; lüzumsuzca, zevksizce, mânâsızca kalabalıklaştı.”

Suâdiye Camii’nden Bostancı’ya kadarki hat boyu uzun yıllar bomboştur. Suâdiye İstasyonu’nun inşâ edildiği mahallin sahil tarafına halk arasında Domuzdamı dendiğini Sermet Muhtar Alus söylüyor; kara tarafınaysa Bulgaristan ve Şarkî Rumeli muhâcirlerinin iskanıyla birlikte Taşlı Tarla denmeye başlanmıştır. İlhami Bekir, “Büyük Harp günlerinde Suâdiye otsuz ekinsiz çorak topraklardır. Bu yerlerde o zamanlar, çingene çocuklarının başıboş sıska atları dolaşır, buralara bulutlar yağmur, kargalar şeâmet taşırdı” der. Ona göre eski Taşlı Tarla, şimdiki asfaltın, yani Bağdat Caddesi’nin olduğu yerlerdi. Ama, bir süre sonra asfalt, mahali, keskin bir bıçağın bir elmayı ikiye bölmesi gibi “asfaltın altı” ve “asfaltın yukarısı” diye sınıfsal iki parçaya ayıracaktır.

“Sağ tarafta asfalt kalır, sol taraftaysa Taşlı Tarla. Semtin asfalt kısmında artık lüks, kahkaha, ışık, renk ve balık gibi kaygan diri çıplaklıklarıyla kıvrak asfalt kadınları, Taşlı Tarla’daysa fakir sütçüler, aksak zerzevatçılarla kasaplar ve sucularla çamaşırcılar vardır.”

Bununla birlikte, Suâdiye’nin bir sayfiye olarak asıl inkişâfını, Erenköyü’nün, Kozyatağı’nın ve Bostancı’nın aksine, Cumhuriyet yıllarına tarihlendirmemiz gerekiyor. Semt, demiryolu hattı boyunca değil, sahil tarafında, Bağdat Caddesi’nden inkişâf etmeye başlamıştır.

İlhami Bekir, Taşlı Tarla’ya öğretmen olarak gelmişti. Onun öğretmenlik yaptığı okul, bugünkü Turhan ve Mediha Tansel İlkokulu’nun bulunduğu yerde, Milli Emlak’a bağışlanan bir arsa üzerindeydi. Altı kâgir ama üstü ahşap olan okul iki derslikliydi. Ağaçlıklı bahçesinde, okul binâsına bitişik bir hademe odası, moloz taşından bir su deposu ve üç musluklu bir çeşme vardı. Bahçenin bir kenarındaysa üç gözlü hela bulunuyordu. 1905 yılından Cumhuriyete kadar tek öğretmenli bir mahalle mektebi olarak hizmet vermişti, Cumhuriyette ise onarım geçirerek, iki öğretmenli ve kırk kadar öğrencili Taş Mektep oldu. Sonra da Maarif tarafından 7’nci Mektep olarak isimlendirildi.

Suâdiye’nin Turşucu Deresi’ne doğru olan yerler, arsası çok ucuz olduğundan, ‘40’lı yıllardan itibaren çoğunluğu emekli olan dar gelirlilerin bahçe içinde küçük kâgir evleriyle dolmaya başlar. ‘50’li yıllarda bile bugünkü Emin Ali Paşa Caddesi’nin başladığı yerden Turşucu Deresi’ne kadar evler arasında yüzlerce metre boşluklar vardır. Oral Gönenç, “Dünya Masumdu O Zamanlar” isimli anı kitabında, “Eski Suâdiye öyle açık bir yerdi ki, rüzgâr olanca hızıyla eser, kar yağdığında hiç erimeden, olduğu gibi yere inerdi” diye yazıyor. Asfalttan Turşucu Deresi’ne kadar olan bölgedeki ‘40 ile ‘55 arası yerleşim için Oral Gönenç’in “Dünya Masumdu O Zaman” isimli anı kitabı çok değerli bir kaynaktır.

Turşucu Deresi’ni geçince Bostancı başlıyordu. Oral Gönenç, Turşucu Deresi için, “böğürtlen çalılıklarının arasından geçen küçük bir su” ifâdesini kullanıyor. Yolun dereyi geçen kısmına taşlar konulur, herkes sekip atlayarak bu taşların üstünden karşıya geçermiş. İlhami Bekir’in ‘28 yılında yayımlanan “Asfalt” isimli romanında bölgenin sosyal değişimlerinin konu edindiği söyleniyor. Ancak, bu romanı ne görene ne de okuyana rastladım. ’76 yılında ‘Asfalt’ı İlhami Bekir’e sorduğumda, onun bile romanı pek anımsamadığını fark etmiştim. O sürekli “Taşlı Tarla’daki Ev”den bahsediyor ve romanının değerinin anlaşılmadığından yakınıyordu. Oysa, “Taşlı Tarla’daki Ev”de okuru yoran ve edebî değerini zedeleyen tuhaf kopukluklar bulunuyordu. Bunun nedeninin baskı aşamasında savcılık yüzünden epeyce bir kısmının çıkartılması olduğunuysa yıllar sonra öğrenebildim.

İlhami Bekir, yayımlanmasından önce, “Taşlı Tarla’daki Ev”i ilk Nâzım Hikmet’e okumuştur. Ama, Nâzım romanı beğenmemiştir ve İlhami Bekir’e roman yazmaktan vazgeçmesini söylemiştir. İlhami Bekir, romanını Nâzım’dan sonra bir de Halit Fahri’ye göstermiştir. Onun da “Bir şey anlamadım ama Türkçesi pek güzel” yorumunu yaptığını biliyoruz.

İlhami Bekir 7’nci Mektep’ten sonra Erenköyü’ndeki 38’inci Mektep’e müdür muâvini olarak atanır. Memet Fuat, ilk mektebin ikinci ve üçüncü sınıfları ile beşinci sınıfın ikinci dönemini Erenköyü’ndeki 38’inci Mektep’te okumuştur. Anılarında İlhami Bekir için “Elinde cetvelle gezer, kimseyi dövmez, ama dövecekmiş gibi yaparak korku salardı,” diye yazıyor. İlhami Bekir o sıra Kantarcı Rıza Sokak’taki bir müştemilatta kiracıdır. Nâzım Hikmet onu sık sık ziyâret etmektedir. Bir gün kendisinden polisçe aranan birini misâfir etmesini ister. İlhami Bekir de kabul eder. Bir süre adamla otururlar, birlikte yiyip içerler, misâfiriyse konu komşuya görünmemek için sadece geceleri abdeste çıkar. İlhami Bekir de ona bir şey sormamıştır.

Ama, bahçedeki köşkün merâklı kiracılarından Sadiye Hanım adamı uzaktan şöyle bir görmüştür. Sadiye Hanım İlhami Bekir’i kafalayıp nikâhına girmek niyetindeyse de , İlhami Bekir’in aklı Şehzadebaşılı Vecahat’tadır. İlhami Bekir’in kendisine karşı olan ilgisizliğine pek bozulan Sadiye Hanım, mahallede kim varsa, onlara İlhami Bekir’in odasında bir adamı sakladığını ve polise ihbâr edeceğini söyler. Bunu duyan İlhami Bekir, durumu misâfirine açar, o da çekip gider. İlhami Bekir bir süre sonra Nâzım ile karşılaştığında, ona adamı sorar. Nâzım da kısa bir tereddütün ardından firârinin intihâr ettiğini belirtip, konuyu hemen kapatır.

Buna çok üzülen İlhami Bekir “Taşlı Tarla’daki Ev” romanını onun anısına altı ayda yazıp bitirir. Oysa Nâzım kendisine yalan söylemiştir. İlhami Bekir, misâfirinin, Türkiye Komünist Partisi içinde “Yakup Demir” kod ismiyle bilinen Zeki Baştımar olduğunu ise ancak yıllar sonra tesâdüfen öğrenir. Nâzım’ın intihâr ettiğini söylediği Zeki Baştımar da Nâzım’ın “intihar” uydurmasından sonra kırk yıl kadar daha yaşayıp ‘73 yılında vefât etmiştir.
Peki, komünist Zeki Baştımar’ın Türkçü yazar Göktürk Ömer Çakır’ın büyük amcası olduğunu biliyor muydunuz?

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir