“Ali Fuat Başgil silahla tehdit edilerek tasfiye edilmişti. Şimdi ise Ekrem İmamoğlu, hukuk kullanılarak tasfiye edilmek isteniyor. Yöntem biraz farklı olmakla birlikte özü itibariyle bu iki tasfiye operasyonu ciddi benzerlikler gösteriyor. Ali Fuat Başgil’i anma toplantısına katılmak isteyen bir profesörün Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali operasyonuna imza atmış olması da geçmişi değerlendirmekten ne kadar aciz olunduğunun göstergesi gibi görünüyor.”
Cumhurbaşkanı seçimleri bizde genellikle sancılı olmuştur. Seçim rekabetini aşan tutum ve davranışlar demokrasi ve hukukla bağdaşmayacak boyutlara kadar uzanmıştır. İlk akla gelen uç örnekler 1961’de Ali Fuat Başgil’in darbeci askerler tarafından tehdit edilerek adaylığının engellenmesi ve 2007 yılında Abdullah Gül’ün “367 Vak’ası” olarak adlandırılan hukuk garabeti ile önünün kesilmesidir. Günümüzde yani 2025 yılında ise geçmişteki bu örneklere benzer biçimde Ekrem İmamoğlu’nun önünün kesildiğini görüyoruz.
Yeri gelmişken ilginç bir tesadüfe de değinmekte yarar var. Ekrem İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığında önünü kesme operasyonunun ilk aşaması olan diplomasının iptaline imza attığı söylenen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fethi Gedikli’nin Ali Fuat Başgil’den övgüyle söz etmesi ve onu anmak için Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Hukuk Fakültesi’nin davetine evet diyerek bunu sosyal medya hesabında açıklamasıdır. Fethi Gedikli, facebook hesabında 15 Nisan 2025 tarihinde şu mesajı paylaşmıştır:
“Çarşamba yolundayım. 58 yıl evvel ebediyete göçen Başgil Hocayı anma günü münasebetiyle adını taşıyan Hukuk Fakültesinin davetiyle Çarşambada bir konuşma yapacağım. Bilindiği gibi Başgil, İÜ Hukuk Fakültesi Esas Teşkilat Hukuku hocası ve bir dönem dekan idi. Ülkemizin yetiştirdiği en önde gelen hukukçulardan biri olan Başgil’in doğup büyüdüğü yerleri görmek benim için ilgi çekici olacaktır. Bu anma gününde, başka büyük bir hocamızın, Ahmet Ateş’in torunu Ahmet Emre Ateş ile de birlikte olma fırsatı bulmak benim için ayrı bir mutluluk kaynağıdır Anma günü etkinliğini düzenleyen ve bizi davet eden OMÜ Ali Fuad Başgil Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hasan Tahsin Keçeligil ve öğrencilerine, destek verenlere peşinen teşekkür ederim.
Başgil Hocanın “Gençlerle Baş Başa” eserinden aldığım bir özdeyişle bitireyim: “Çalışmak için uygun gün ve saat bekleme. Bil ki, her gün ve her saat çalışmanın en uygun zamanıdır.”Bu açıklamasında Ali Fuat Başgil’i anmak için Samsun’a gideceğini belirten Fethi Gedikli’nin CHP teşkilatı tarafından eleştirildiği, Samsun’da öğrencilere hangi “hukuku” anlatacağının sorulduğunu medyada gördük. Nitekim Fethi Gedikli’nin Samsun’daki toplantıya katılmaktan vazgeçtiği de söylendi. Fethi Hoca’nın facebook’taki açıklamasından öğreniyoruz ki, rahmetli Ali Fuat Başgil’e hayranlığı var ve “ülkemizin önde gelen hukukçularından biri” olarak kabul ediyor. Gerçekten de rahmetli Başgil önemli bir anayasa hukukçusudur. Tek Parti dönemi, Demokrat Parti dönemi ve 27 Mayıs Darbesi dönemlerinde yazdığı köşe yazıları ve makalelerinde değindiği hukuksal sorunlara çözüm önerileriyle dikkat çekmiştir. 1960 öncesinde yazdıkları arasında kuvvetler ayrılığına ve Anayasa Mahkemesi’ne duyulan ihtiyacı vurgulamış olması çok kıymetlidir. Darbe öncesinde Menderes ve Bayar’a yaptığı (ancak dikkate alınmayan) öneri başlıbaşına üzerinde durulması gereken bir konudur. Ancak biz şimdilik rahmetli Başgil’in Cumhurbaşkanlığı yolunda önünün nasıl kesildiği üzerinde durmak istiyoruz.
BARBE GÜNLERİNDE YALAN ÇOK OLUR
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, darbenin ilk günlerinde, zamanın gazeteleri çok yoğun yalan kampanyasına alet olmuş ve darbe ile devrilen Menderes, Bayar ve arkadaşları hakkında akıl almaz yalanlar uydurmuşlardı. Ekrem İmamoğlu’nun 560 milyar liralık yolsuzluğunu iddia edenler gibi o zaman da Celal Bayar’ın İş Bankası’nde 103 milyon lirası olduğu iddia edilmişti. Bu haberin aslı yoktu ama gazeteler bunu yazıyor, darbeciler bu haberin yayılmasında fayda umuyor, Bayar ise hapsedildiği için buna cevap verme özgürlüğüne sahip değildi, 27 Mayıs Darbesi’ni takip eden ilk 15 günlük gazete başlıklarına göz atılırsa, çok sayıda asılsız yolsuzluk iddiaları görülecektir ki, bunların doğru olmadığı sonradan anlaşılmıştır. Yalanda o kadar ileri gidilmiştir ki, Demokrat Partililerin 12 uçak dolusu altın, mücevherat ile kaçma girişiminden dahi bahsedilmişti. Bugün iktidara yakın medyanın Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkındaki yayınları ile darbe dönemindeki asılsız yolsuzluk haberleri karşılaştırmalı incelenirse, benzerlik görülecektir. Elbette belediyelerdeki yolsuzluklar araştırılmalı ve soruşturulmalı, ancak bunu sadece muhalefetin elindeki belediyelerde değil, tüm belediye ve kamu kurumlarında yapmak gerekir.
Yolsuzluk soruşturmaları siyasi rakibi tasfiye etmenin yöntemi olmamalıdır. Darbeciler 1961 Anayasası ile çok önemli ve gerekli yenilikler getirdikleri gibi, askeri vesayeti de anayasal düzeyde kurumsallaştırmışlardı. Anayasa ile Cumhurbaşkanına 15 adet kontenjan senatörü atama hakkı tanınmıştı. Ayrıca darbeci askerler de (Milli Birlik Komitesi Üyeleri) “doğal senatör” adı altında ömür boyu senatör yapılmışlardı. 1961 Anayasası döneminde hiç sivil cumhurbaşkanı seçilemedi. Anayasa hukukçusu Ergun Özbudun, bu durumun tesadüf olmadığını Anayasa Hukuku kitabında belirtmektedir. Anayasa ile siyaseti dizayn etmeye çalışmışlardı ama darbeden yaklaşık bir buçuk yıl sonra yapılan 15 Ekim 1961 genel seçimlerinde arzu ettikleri gibi bir sonuç çıkmadı.
Kapatılan DP’nin kitlesine hitap eden Adalet Partisi 158, Yeni Türkiye Partisi 65 ve aynı doğrultudaki Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 54 olmak üzere toplam 277 milletvekili çıkartmıştı. CHP ise 173’te kalmıştı. Aynı gün ilk defa yapılan senato seçimlerinde de CHP 36 senatör çıkartır iken, diğer üç parti 114 senatör çıkartmıştı. Anayasa Hukukçusu Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil de Adalet Partisi’nden Samsun senatörü seçilmişti.
BAŞGİL’İ SİLAHLA TEHDİT ETTİLER
Askerler darbenin başındaki Cemal Gürsel’i cumhurbaşkanı yapmak istiyordu, ancak CHP’nin desteklediği Gürsel’in bu meclis aritmetiğine göre seçilmesi imkansız gibi görünüyordu. Adaylığı söz konusu olan Başgil’in ise bu aritmetiğe göre seçilmesi garanti gibiydi. Serbest seçimler yapılmıştı ama kararı aritmetik değil, darbeciler vermeye devam ediyordu. Başgil, arkadaşları ile Ankara’ya gelip bir otele yerleştiğinde, darbeci askerlerden bir davet aldı. Başgil, davete uyarak Başbakanlığa gitti, darbeci generaller Fahri Özdilek ile Sıtkı Ulay tarafından karşılandı ve açıkça tehdit edilerek adaylıktan çekilmesi istendi. Başgil, anılarında “Adaylığı geri almanız lâzımdır. Gürsel Paşa’nın karşısında başka bir adaylığa asla müsaade edemeyiz” denildiğini yazıyor. Bu generaller, yaptıkları tehdide kılıf bulmak için de, ülkede yeni cuntanın oluştuğunu, bu cunta karşısında kendilerinin çok aciz kaldıklarını, eski güçleri olmadığını, ülkenin demokrasiye geçmesi için Başgil’in çekilmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. (Burada şunu da hatırlatalım: Menderes’i diktaya gittiği iddiasıyla asanlar, kendi ağızlarıyla ülkeyi bir cuntaya teslim ettiklerini de itiraf ediyorlardı.) Başgil’in anılarında yazdığına göre, Adaylıktan çekilmediği takdirde “Sizin hayatınızı garanti edemeyiz” diyorlardı. Bahsi geçen yeni cuntanın “meclis kapısında beni linç ettirecekleri” haberini de aldığından bahsediyor. (Ali Fuat Başgil, Hatıralar, Kubbelatı Yayınları, 4. Baskı, sh. 104-111).
Bu iki generalden birisi Sıtkı Ulay da anılarında Ali Fuat Başgil’i çağırdıklarını, konuştuklarını, kendilerinin güçsüz durumda olduklarını, ülkede oluşan yeni cuntanın güçlü olduğunu ve “Cumhurbaşkanı seçildiğinde muhtemel bir tepkinin gelip gelmeyeceğini düşünüp düşünmediğini, seçim sonrasında topların atılacağı yerde kapıdan alınıp bir yerlere götürülebileceğini ve oralarda gömülüp kalabileceğini” söylediğini yazıyor. (Sıtkı Ulay, Giderayak, Milliyet Yayını, 1. Baskı, 1996, sh. 74).
BUGÜN DE BENZER YÖNTEM UYGULANIYOR
Bu gelişmeler üzerine Ali Fuat Başgil, Ankara’yı terk ederek, senatörlükten de istifa edip, İsviçre’ye gitmişti. Ali Fuat Başgil silahla tehdit edilerek tasfiye edilmişti. Şimdi ise Ekrem İmamoğlu, hukuk kullanılarak tasfiye edilmek isteniyor. Yöntem biraz farklı olmakla birlikte özü itibariyle bu iki tasfiye operasyonu ciddi benzerlikler gösteriyor. Ali Fuat Başgil’i anma toplantısına katılmak isteyen bir profesörün Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali operasyonuna imza atmış olması da geçmişi değerlendirmekten ne kadar aciz olunduğunun göstergesi gibi görünüyor. Ali Fuat Başgil’i tasfiye edenin cunta olduğu düşünüldüğünde, Özgür Özel’in İmamoğlu operasyonuyla ilgili olarak cunta sözcüğünü kullanmasının isabetsiz olduğu söylenemez. Başgil, araç (silah) kullanılarak tasfiye edildi, İmamoğlu da araç (hukuk) kullanılarak tasfiye edilmek isteniyor. Yöntem görüntüde farklı ancak özde benzerdir denilebilir.