Görüşler

Devlet gölgesinde vicdan: Türkiye’de sivil toplumun hafıza krizi

Devlet gölgesinde vicdan: Türkiye’de sivil toplumun hafıza krizi

Habermas’ın kamusal alan teorisine göre sivil toplum, devletin kararlarını denetleyen bir eleştirel akıl alanıdır. Ancak Türkiye’de bu alan, giderek devletin söylemini tekrarlayan bir yankı odasına dönüşmüştür. “Milli STK” kavramı, bu dönüşümün ideolojik ifadesidir.

Bu makale, Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren gelişen insan hakları hareketinin geçirdiği yapısal dönüşümü, sivil toplumun devletle kurduğu ilişkiler üzerinden incelemektedir.

İslamcı sivil toplumun adalet merkezli eleştirel hattının 2010’lu yıllardan itibaren nasıl tasfiye edildiği, özellikle MAZLUMDER örneği üzerinden analiz edilmiştir.
Makale, yeni kuşakların hak mücadelesine yönelik ilgisizliğini bir apolitizm değil, sessiz bir reddiye biçimi olarak yorumlamaktadır.

Bu çerçevede çalışma, Türkiye’de hak mücadelesinin kurumsal çöküşü ile toplumsal hafızanın bastırılması arasındaki ilişkiyi tartışmaktadır.

SUSTURULMUŞ BİR HAFIZANIN İZİNDE

Türkiye’de insan hakları hareketi, tarih boyunca hem devlete hem de topluma karşı iki yönlü bir mücadele yürütmüştür.

1980’lerin askeri rejimi sonrası gelişen sivil alan, 1990’larda “mazlumun kimliğine bakmaksızın savunulması” ilkesine dayalı yeni bir insan hakları dili üretmiştir.
Bu dönemde ortaya çıkan MAZLUMDER, dindar kesimin vicdanî potansiyelini insan hakları evrenine taşıyan özgün bir deneyimdi.

Kürt sorunu, işkence, faili meçhuller, başörtüsü yasağı gibi farklı adaletsizlik alanlarını aynı masada tartışmak, Türkiye’de ilk kez mümkün hale gelmişti.

Ancak 2010 sonrası dönemde, bu kuşağın temsil ettiği adalet merkezli vicdan siyaseti, yerini “devlet merkezli meşruiyet” anlayışına bıraktı.

Sivil toplum, devlete karşı özerk bir alan olmaktan çıkarak, iktidarın toplumsal uzantısı haline geldi.

Bu dönüşüm yalnızca örgütsel değil; toplumsal hafızanın da silinmesine yol açtı.

1. HAFIZANIN KURUMSAL ÇÖKÜŞÜ: MAZLUMDER ÖRNEĞİ

MAZLUMDER’in kuruluş ilkesi, “kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana” düsturuydu.

Bu ilke, İslami çevrelerde evrensel insan hakları söylemini yerleştiren önemli bir paradigma kırılmasıydı.

Ancak 2017’de örgüte kayyum atanmasıyla bu tarihsel damar kesintiye uğradı.

Bu kayyum ataması, yalnızca bir idari müdahale değil, aynı zamanda İslamcı vicdanın devlet tarafından nötralize edilmesiydi.

Kayyum süreciyle birlikte insan hakları söylemi, siyasal iktidarın iç meşruiyet aracına dönüştü.

Bu, Antonio Gramsci’nin “rızanın üretimi” kavramıyla açıklanabilecek bir süreçti:

İktidar, baskıyı zor yoluyla değil, sivil alanı kendi söylemine dahil ederek yeniden üretiyordu.

Böylece Türkiye’de İslami sivil toplumun muhalif potansiyeli törpülendi, yerini “sadakat temelli hayırseverlik” aldı.

2. YARDIM AHLAKINDAN DEVLET HAYIRSEVERLİĞİNE: İHH VE MUHAFAZAKÂR STK’LAR

İHH gibi kuruluşlar, 1990’larda insani yardım misyonuyla yola çıkmış; mazlum coğrafyalarla dayanışma köprüleri kurmuştu.

Ancak zamanla bu misyon, dış politika aparatına dönüştü.

Gazze, Suriye veya Arakan gibi kriz bölgeleri, iktidarın uluslararası meşruiyet inşasında araçsallaştırıldı.

Burada yaşanan dönüşüm, yardım ahlakının siyasal sadakatle yer değiştirmesidir.
Bauman’ın “etik mesafenin çöküşü” kavramıyla açıklanabileceği üzere, yardım eylemi artık karşılıklılık veya merhamet değil, iktidara yakınlığın bir göstergesi haline geldi.

Bu dönüşüm, sivil toplumun “vicdani özerkliğini” ortadan kaldırdı.

3. YENİ KUŞAK VE SESSİZ REDDİYENİN SOSYOLOJİSİ

Bugünün genç kuşakları, 1990’ların sokak aktivizmini hatırlamıyor.

Onlar için “adalet”, kolektif bir mücadele değil, bireysel bir ahlak sorunu haline geldi.

Bu durum sıklıkla “apolitikleşme” olarak yorumlanıyor; oysa burada söz konusu olan, yozlaşmış temsil biçimlerine sessiz bir itirazdır.

Pierre Bourdieu’nün “sembolik şiddet” kavramıyla açıklanabileceği üzere, gençler siyasal dile katılmamakla aslında o dilin tahakkümünü reddediyorlar.

Sosyal medya, bu kuşak için hem bir kaçış hem de alternatif bir kamusallık alanıdır.

Yine de bu bireysel vicdan alanlarının örgütsüzlüğü, onları kalıcı dönüşüm gücünden mahrum bırakmaktadır.

4. SİVİL TOPLUMUN KRİZİ: DEVLET GÖLGESİNDE ÖZERKLİK KAYBI

Türkiye’de sivil toplumun mevcut durumu, klasik anlamda “toplumun devlete karşı örgütlenmesi” tanımını karşılamıyor.

Habermas’ın kamusal alan teorisine göre sivil toplum, devletin kararlarını denetleyen bir eleştirel akıl alanıdır.

Ancak Türkiye’de bu alan, giderek devletin söylemini tekrarlayan bir yankı odasına dönüşmüştür.

“Milli STK” kavramı, bu dönüşümün ideolojik ifadesidir.

Bu bağlamda sivil toplum, otoriterleşmenin rıza üretim merkezi haline gelmiştir.

Hak mücadelesi yerini yardım kampanyalarına, dayanışma ise protokol fotoğraflarına bırakmıştır.

Böylece adaletin toplumsal karşılığı silinmiş, hakikatin dili kurumsal sessizlikle boğulmuştur.

5. HAFIZANIN YENİDEN KURULMASI: VİCDANİ SİYASET İMKÂNI

Türkiye’de hak mücadelesinin yeniden doğabilmesi için, geçmişin cesaretini ve hafızasını hatırlamak gerekir.

Bu hatırlama, nostaljiyle değil, vicdanın siyasallaşmasıyla mümkündür.

Yeni kuşaklar için bu, eski örgütlerin yeniden diriltilmesi değil; yeni bir etik dilin inşası anlamına gelir.

Hannah Arendt’in deyimiyle, “her doğum, dünyaya yeni bir başlangıç vaadidir.”

Bu kuşaklar da yeni bir başlangıcın imkânını taşıyor.

Onların sessizliği, korkudan değil; sözcüklerin kirlenmişliğinden kaynaklanıyor.

Bu sessizlik, bir gün adaleti yeniden kuracak sözün tohumu olabilir.

CESARETİN MİRASI, HAFIZANIN YENİDEN İNŞASI

Türkiye’de insan hakları mücadelesinin çöküşü, yalnızca bir örgütsel başarısızlık değil; ahlaki bir travmadır.

Kayyumlarla susturulan, sadakatle şekillendirilen sivil toplum, toplumsal vicdanın nefes borularını tıkamıştır.

Ancak tarihin her döneminde, vicdanın sesi en sessiz yerlerden yükselmiştir.

Bugün genç kuşaklar o sesi yeniden kurabilir.

Bu ülke, korkunun değil; cesaretin omuzlarında yükselecektir.

YORUMLAR (17)
17 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir