Görüşler

Eğitim Reformu, aç karnına olmaz

Eğitim Reformu, aç karnına olmaz

“Eğitimde en küçük bir reform, çocuğun okula aç geldiği, hane gelirine katkı sunmasının istendiği, uyuşturucu tacirlerinin ağlarına düşme tehlikesi yaşadığı, midesi boş olduğu için dersi anlamadığı bir ortamda olamaz. Kendimizi kandırmayalım”

"Ayının kırk türküsü varmış, kırkı da ahlat üstüne” diye düşünebilirsiniz. Olan biten her şeyi, çocukların üstün yararına ve onların iyi olma haline bağlamak artık benim için önüne geçemediğim bir refleks halini aldı.

Eğitim de çocukların iyi olma hali için temel dinamiklerden…

Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından 2007 yılından beri her yıl büyük bir titizlikle hazırlanan Eğitim İzleme Raporu’nun 2024 yılı versiyonu, 7 Kasım günü yayımlandı.

Eğitim çağında olmasına karşın eğitim dışında kalan çocuk sayısının son üç yılın en yüksek seviyesine çıktığı, her 100 çocuktan 42’sinin yoksul olduğu Türkiye’de ekonomik kriz eğitim üzerinde çığ gibi büyüyen bir etki bırakıyor.

Şu rakam bile tek başına oldukça çarpıcı: 2023-24 eğitim-öğretim yılında, zorunlu eğitim çağında olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocukların (6-17 yaş) yaklaşık 612.814’ü eğitim dışında kaldı ve yaş gruplarına göre bakıldığında yüzde 74’lük kısmı da 14-17 yaş aralığındaydı.

Eğitimde son bir yılda yaşananları aktaran ve bir dizi bilimsel çözüm önerisi sunan Rapor, özellikle ekonomik durumun evlere nasıl yansıdığını gösterirken, İstanbul’da eşi ve üç çocuğuyla birlikte beş kişilik bir hanede yaşayan bir velinin aktarımlarına başvuruyor ve verilerin ötesindeki gerçekliği bize yansıtıyor.

ZEHRA HANIM VE TANIKLIĞI

Asgari ücretin biraz üstü bir hane gelirine sahip olan veli Zehra Hanım’ın 11,7 ve 6’ncı sınıfa giden biri kız, ikisi oğlan üç çocuğu var ve üçü de devlet okuluna gidiyor. Hanede, çocuklara beslenme koyabilmek için evin bazı gıda ihtiyaçlarından feragat ediliyor; kıt kanaat oluşturdukları pazar bütçesinde öncelik beslenme çantalarına veriliyor.

“Bir içecek 10 TL, üçüne de koysam her gün 30 TL. Oğlum ‘Anne, herkesin içeceği var, niye koymadın’ dediğinde pazar parasından kısarak arada alıyorum. Bazen de içecek yerine alabildiysek meyve koyuyorum. Öncelik çocuklarım; evde ekmek, peynir, çay idare ediyoruz. Ama bazen temel ihtiyaç olan suyu bile alamıyoruz.”

Çocukların eğitim sistemi içinde kalması için sihirli çözümler aramanıza gerek yok. Gelişmiş dünya, bu konuda uzun yıllar boyunca çalışmalar yürütmüş, araştırmalar yapmış ve şu sonuca varmış: Ücretsiz ve sağlıklı okul yemeği uygulamasına geçildiğinde, okul terklerini önlemede çok güçlü bir kazanım elde ediyorsunuz.

Dolayısıyla okul yemeği programı; 2011 yılında Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politikalar Forumu (SPF) tarafından hazırlanan “Devlet İlköğretim Okullarında Ücretsiz Öğle Yemeği Sağlamak Mümkün mü?” başlıklı kapsamlı çalışmada da savunulduğu gibi, “kalıcı eşitsizliklerin dönüştürülmesinde etkin bir sosyal politika aracı”dır.

Eğitim dışında kalan öğrenci sayısının (6-17 yaş) bir önceki yıla göre yüzde 38,4 oranında artmasına rağmen tüm kamuoyu desteğini ve uzmanların çağrılarını duymazdan gelenler, ücretsiz okul yemeğine dair somut bir adım atmakta direniyor, bunun devletin asli bir yükümlülüğü olduğunu inkâr ediyor.

2023-24 yıllarının verilerine göre, devlet kurumlarındaki öğrencilerin yüzde 81,7’si, okul yemeği hizmetlerine erişemiyor; sadece 3 milyon öğrenciye ücretsiz okul yemeği veriliyor. Bunun “bireysel hedefleme” yapılarak gerçekleştirilmesi, öğrencilerin açlıkları ve yoksullukları üzerinden damgalanmasına yol açıyor. Oysa ücretsiz okul yemeği sağlanmasında temel prensip, aynı eğitim ortamını paylaşan tüm öğrencilere evrensel şekilde okul yemeğinin sağlanması ve bunun en azından okul temelli gerçekleştirilmesidir.

“MANTIKLI BULMUYORUZ”

ERG raporunda da paylaşılan, Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) okul yemeği hizmetlerinin yaygınlaştırılmasıyla ilgili yaptığı son açıklama ise şu şekilde: “18 milyon öğrenciye yemek yardımında bulunmak, yemek sunmakla ilgili bir sürü akademik çalışma yaptırdık. Bunu mantıklı ve rasyonel bulmuyoruz, ancak ihtiyaç sahibi olan öğrencilerimize bu hizmeti sunuyoruz.”

MEB’in okul yemeğinin yaygınlaştırılmasına ilişkin pilot çalışmaları, takriben 2019 yılında başlıyor. Çalışma, bir süre sonra Gaziantep, Şanlıurfa ve Hatay’da yürütüldü; resmî okulöncesi eğitim kurumlarına devam eden öğrencilere haftanın beş günü, bir öğün beslenme verilmesi konusunda hedef belirlendi; yemek hazırlama ve dağıtımına ilişkin kılavuzlar hazırlandı; lojistik modeller belirlendi. Şubat depremlerinin ardından bu uygulamalar askıya alındı.

Bu konuda ERG Raporu’ndaki tespit oldukça yerinde: “MEB’in son açıklamaları, 2019’dan bu yana kamu kaynakları kullanılarak okul yemeğine ilişkin atılan tüm adımlardan vazgeçildiğini düşündürüyor. MEB’in ücretsiz okul yemeği sağlayıp sağlamamasının ötesinde, okul yemeği hizmetlerinin genişletilmesi için harcamalar yapmış, bu hedef doğrultusunda kamu kaynaklarını kullanmışken, tüm çalışmaların sonlandırılması önemli bir meseledir.”

ERG, MEB tarafından 2019’dan beri okul yemeği hizmetlerinin genişletilmesi için ne kadar kaynak harcandığının ve bu kadar kaynak harcanmışken neden bir politika değişikliğine gidildiğinin şeffaf bir biçimde kamuoyuyla paylaşılmasını, ayrıca bu süreçte bir kamu zararı oluşup oluşmadığının denetlenmesini, denetim sonuçlarının da kamuoyu bilgisine sunulmasını talep ediyor.

Zira ortada ciddi bir açlık var ve bu yoksunluk hali, sadece 3 milyon çocuğun hedeflenmesinin ötesine geçen bir öğrenme yoksulluğunu tetikliyor.

2022 yılında düzenlenen PISA araştırmasının sonuçlarını anımsayalım: PISA anketini cevaplandıran 15 yaş grubundaki öğrencilerin üçte biri, okuldan önce kahvaltı yapmadıklarını, yüzde 10’u da haftada en az bir gün akşam yemeği yemediklerini söylerken, “Geçen 30 günde yiyecek alacak paranız olmadığı için kaç kere yemek yiyemediniz?” sorusuna verilen yanıta göre Türkiye’de her beş öğrenciden biri, haftada en az bir gün parası olmadığı için öğün atladığını itiraf ediyor. Bu rakam, Türkiye’yi OECD ülkeleri arasında “birinci” sıraya yükseltiyor (!). Ama ne yazık ki “gurur” duyulacak bir zafer değil bu…

COP29 VE OKUL YEMEĞİ

Bu hafta başında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de başlayan ve iki hafta sürecek olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi (COP29) öncesinde de Uluslararası Okul Yemeği Koalisyonu, okul yemeklerinin yerel girişimcilerden ve çevre-dostu çiftliklerden organik ürünler temin etmek suretiyle sürdürülebilir tarımı güçlendirdiği, yüzde 36 oranında atık azaltımı sağladığı ve ücretsiz okul yemeklerinin yaygınlaştırılmasının çevre, biyoçeşitlilik ve iklim değişikliğiyle mücadeleye önemli katkılarının olduğu yönünde bir açıklamada bulundu.

Ücretsiz okul yemeği uygulamasının bir lütuf değil, bir lüks değil, bilakis bir zorunluluk ve hak olduğunu, çocukların olduğu kadar gezegenin de iyiliğine katkı sağladığını tüm istatistikler, tüm araştırmalar, tüm tanıklıklar, tüm bilimsel çağrılar net bir şekilde teyit ediyor.

Örneğin, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO), gelişmiş ülkelere yönelik önerdiği “Mutlu Okullar” modelini işittiniz mi?

Bu model, “beş duyu organı” üzerinden okulların çocuklar ve öğrenciler için nasıl mutlu bir yaşam alanı olarak kurgulanabileceğini anlatıyor: “Bir öğretmenin gülümsediğini görmek. Öğrencilerin güldüğünü duymak. Bir arkadaşının sana sarılmasını hissetmek. Temiz havayı koklamak. Besleyici okul yemeğini tatmak. Bu beş duyu, okulda mutluluğu teşvik edebilir ve öğrencilerin öğrenme deneyimlerini, çıktılarını ve refahını iyileştirebilir.”

Çünkü öğrenmenin mutlulukla bir ilişkisi var.

Çünkü nitelikli eğitimin ve beslenmenin, çocuğun bugünü ve geleceğindeki mutluluğunu belirleyici etkisi var.

Çocuklar da öğretmenler de okula koşa koşa gidiyorsa, karınları toksa, sağlıklı besine erişimleri varsa, okulda ücretsiz şekilde temiz su içebiliyorlarsa, okul ortamında kasvetli değil mutlu bir şekilde öğrenme süreçlerine dahil oluyorlarsa, sırf akademik kazanımlarla değil, sporla, sanatla, sosyal becerilerle mezun oluyorlarsa, o ülkeler zaten tüm gelişmişlik endekslerinde yükseliyorlar, o çocuklar zaten başarılı, özgüvenli ve kendinden emin bir bugünün ve geleceğin öznesi oluyorlar.

Oysa biz 21’inci yüzyıl Türkiye’sinde halen okullarda açlık, susuzluk ve temizlik sorunlarını tartışıyoruz.

TÜRKİYE OKUL YEMEĞİ KOALİSYONU’NUN BASIN AÇIKLAMASI

Türkiye Okul Yemeği Koalisyonu, 12 Kasım günü MEB önünde “Okul Yemeğine Bütçe Ayrılmasını İstiyoruz: Ücretsiz Okul Yemeği Hemen Şimdi!” çağrısıyla bir basın açıklaması yaptı.

Birçok sivil toplum kuruluşu ve hak savunucusunun bir araya gelerek kurduğu Koalisyon, bu yılın Mart ayından beri gerek düzenlediği çalıştayla, gerekse basın açıklamaları ve Meclis temaslarıyla bu konuyu diri ve gündemde tutmak için çırpınıyor. Yaklaşan bütçe görüşmelerinde çocukların ücretsiz bir öğün yemek ve içilebilir temiz suya erişiminin 2025 yılı bütçesine dahil edilmesi, herkesin ve kamu vicdanının ortak talebi.

Dolayısıyla benim de kurucu üyelerinden olduğum Koalisyon, Meclis’teki tüm milletvekillerini bu kolektif çabaya ve vicdan muhasebesine davet ediyor.

Tablo oldukça net: Bir gün aç ve susuz kaldığınızı düşünün. Ardından da bu deneyimi ufacık bir çocuğun yıllardır okul sıralarında yaşadığını düşünün.

Dolayısıyla bizi bu tablo karşısında yapacağımız empati kurtaracak. Ve ülkedeki çocuk nüfusuyla övünmekle değil çocukları gerçek anlamda sevmekle ve iyi hallerini önemsemekle başlayacak her şey…

CHP’NİN KANUN TEKLİFİ VE ARAŞTIRMA ÖNERGESİ

Bu hafta CHP, milletvekilleri Suat Özçağdaş, Murat Emir, Gökhan Günaydın ve Ali Mahir Başarır’ın ilk imza sahibi olduğu bir Araştırma Önergesi’ni TBMM Başkanlığı’na verdi.

Konu, MEB’e bağlı resmî okul öncesi eğitim kurumlarındaki çocukların ve zorunlu örgün eğitim kapsamındaki resmî ilkokul, ortaokul ve liselerde öğrenim gören öğrencilerin ücretsiz öğle yemeği sorununun tespit edilmesi ve bu sorunun nasıl giderilmesi gerektiğinin araştırılması.

CHP, ayrıca aynı gün bir diğer kritik adımı daha attı: Okullarda Öğle Yemeği Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi, TBMM Başkanlığı’na da sunuldu.

Kanun Teklifi’ndeki şu cümle, eğitimle beslenmenin yakın ilişkisini Meclis nezdinde bir kez daha ilgililere anımsatıyordu: “Okul çağı çocuklarının verimli öğrenim yapabilmeleri için, sağlık koşullarının istenilen biçimde olması gerekir. Sağlıklı koşullarda büyüyen çocukların hem zihinsel gelişimleri hem de hastalıklara karşı dirençlerinin arttığı bilimsel araştırmalarla ortaya konulmuştur. Okul, öğrenmeyi merkeze alan bir yer olsa da asıl olarak çocukları geliştiren bir işleve sahiptir. Okul, öğrencilerin ilgi, merak, akıl yürütme, gözlemde bulunma, anlam verme becerilerinin yanında sağlıklı beslenmede bulunma davranışlarını da geliştirmek durumundadır. Okul yemeği uygulamasının; çocukların sağlıklı beslenme, birlikte problem çözme, dayanışma içinde olma, beslenme konusunda farkındalıklar geliştirme ve fiziki becerilerini geliştirme, ulusal yemek kültürünü tanıma açısından da ele alınması gerekmektedir.”

Tahmin edileceği gibi, araştırma önergesi, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Kanun teklifi ise, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonu’nda.

Bununla birlikte, geçtiğimiz günlerde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda “Öğrencilere günlük beslenme verilsin” diyen CHP’li vekile Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in yanıtı, “CHP’li belediyeler konsere harcadığı paraları getirsin, verelim” şeklinde olunca, bu konunun da yokuşa sürüleceğinden ve politize edileceğinden şüphe yok.

MEB 2025 Yılı Bütçe Teklifi 14 Kasım’dan itibaren TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşüldükten sonra, Aralık ayı başında TBMM Genel Kurulu’na getirilecek.

ERG, bütçe konusunda yaptığı son açıklamada şu hesaplamasını da kamuoyuyla paylaştı: Şayet yıllar içinde korunmuş olsaydı, MEB’in merkezi yönetim bütçesi içindeki payı iki eğitim-öğretim yılı boyunca resmî okullardaki tüm öğrencilere okul yemeğinin temin edilebileceği bir kaynak olabilirdi.

Komisyon sürecinde farklı partiler arasında çocukların beslenmesi sorununun bir alay veya “siyasi koz” konusu edilmemesi ise en büyük temennim… Zira amaç, çocukların üzümü yemesi, büyüklerin bağcıyı dövmesi değil.

CAZİP EĞİTİM ORTAMI SUNABİLMEK

Ücretsiz okul yemeği ve temiz suya erişim konusundaki talep, sadece kişinin açlık ve tokluk haliyle de ilintili değil. Bu, bir ülkede nitelikli eğitimin toplumun tüm çeperlerine ulaşması, çocukların karnı tok bir şekilde öğrenme ortamlarında kendilerini gerçekleştirmeleri ve okul terkinin sebep olduğu kriminaliteden çocuk işçiliğine dek birçok hak ihlalinden uzak durmaları için de kritik önemde. Çünkü eğitimde en küçük bir reform, çocuğun okula aç geldiği, hane gelirine katkı sunmasının istendiği, uyuşturucu tacirlerinin ağlarına düşme tehlikesi yaşadığı, midesi boş olduğu için dersi anlamadığı bir ortamda olamaz. Kendimizi kandırmayalım.

Bertolt Brecht’in dediği gibi: “Öldürmenin pek çok yolu vardır: Karnına bıçak saplamak, ekmeğini elinden almak, hastalığını iyileştirmemek, kötü koşullarda yaşatmak vs.”

Bir eğitim sistemini öldürmenin de pek çok yolu var: Çocuklara uygun fiziksel ve bilişsel ortamlar yaratmamak, kapsayıcı eğitim çağrılarına kulak tıkamak, çocukların okullarda aç karnına ve susuz şekilde eğitimlerine devam etmelerine veya okulu terk etmelerine göz yummak…

Eğitimi öldürmeyin, çocukları doyurun, Efendiler…

MENEKŞE TOKYAY KİMDİR?

Gazeteci, çevirmen, çocuk hakları uzmanı Menekşe Tokyay Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi’nde Avrupa Birliği alanında yüksek lisans, Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nden doktora derecesini aldı. 2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapıyor. Mülteci hakları, çocuk hakları, sosyal politikalar, kadının insan hakları, Avrupa Birliği ve Orta Doğu’daki gelişmeler, başlıca ilgi alanları arasında yer almaktadır.

kararortak.webp

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir