Görüşler

Eğitimde olması gereken 804 bin 250 çocuk nerede?

Eğitimde olması gereken 804 bin 250 çocuk nerede?

Kimi sorunlar yalnızca ‘çözülmek için’ vardır. Bu çözüm için sihirli değneğe de gerek yok. Yeter ki sivil toplumun özenle hazırladığı verileri geç kalmadan politika sonuçlarına dönüştürelim. Belki de hep bir ağızdan sormanın vakti gelmiştir: 804 bin 250 çocuğun okul dışında ne işi var?

Eğitim, yıllardır bu ülkenin en büyük eşitleyicisi olarak anlatılır. Sanki bir çocuk sınıf kapısından içeri adımını attığında kaderinin yönü değişecek, hayat ona “kalbin kadar temiz” yeni bir sayfa açacakmış gibi… Ama gerçek hiç de bu kadar temiz, bu kadar düz bir çizgi değil. Hele ki yoksulluğun, güvencesizliğin ve kırılganlığın ortasında büyüyen çocuklar için… Birçoğu daha okul sıralarına bile var(a)madan, sistemin görünmez duvarlarına çarpıyor. Eğitim, onlar için bir imkân değil, ulaşamadıkları bir ihtimale dönüşüyor.

Her yıl merakla beklediğim birkaç rapor var. Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) “Eğitim İzleme Raporu” da bunlardan biri. 2007’den bu yana hazırlanan bu raporlar, eğitim alanındaki gelişmeleri soğukkanlı bir veri diliyle ve hayatın içinden bir mercekle değerlendirir. Bu yılki rapor da yine aynı berraklıkla karşımızda duruyor ve eğitimin sadece bir hak değil aynı zamanda çocuk koruma sisteminin kalbi olduğunu anımsatıyor.

ERG Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık’ın sözleri, raporun tonunu net biçimde özetliyor: “Eğitime erişemeyen, okula devam edemeyen her çocuk aslında koruma sisteminin de ulaşamadığı bir çocuktur. Depremlerden ekonomik daralmaya, zorunlu göçten iklim krizine kadar çoklu krizlerin ortasında ayakta kalmaya çalışan Türkiye eğitimi için her veri, bir politika değişikliği ihtimalidir. Bu rapor umutsuzluk üretmiyor; tam tersine neyin değişebileceğini gösteriyor.”

Ve belki de raporun en sarsıcı tespiti şu: “2024-25 eğitim-öğretim yılında zorunlu eğitim çağında olmasına karşın yaklaşık 804 bin 250 çocuk eğitim dışında; bu çocukların yaklaşık 611 bin 612’si Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, 192 bin 638 kadarı ise yabancı uyruklu. Bu sayıya 18 yaş ve altında olup örgün eğitim kurumları yerine açıköğretim lisesine devam eden 273 bin 557 çocuk ve okulda geçirdikleri süreden fazlasını işletmelerde geçirdikleri için örgün eğitimde oldukları söylenemeyecek 392 bin 887 mesleki eğitim merkezi (MESEM) öğrencisi de eklendiğinde örgün eğitim dışında kalan çocuk sayısı 1 milyon 470 bin 694’e yükseliyor.”
Bir milyon dört yüz yetmiş bin… Dile kolay. Bu ülkede Manisa’nın veya Kayseri’nin nüfusu kadar çocuk, zorunlu eğitimin dışında.

ÇOCUKLARI KAYBETTİĞİMİZ YER: ERİŞİMDE EŞİTSİZLİK

Raporun ortaya koyduğu tablo tek bir yapısal soruna işaret etmiyor. Aksine ortada bütünsel bir kırılma var. Özellikle 14–17 yaş grubunda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocukların eğitim dışında kalma oranı iki yıldır % 8 seviyesinin üzerinde. Muş’ta, Ağrı’da, Şanlıurfa’da ise durum çok daha ağır: Bu yaş grubunda neredeyse her üç çocuktan biri eğitim sisteminin dışında. Bu üç şehirde çocuk işçiliği oranlarının yüksek seyretmesine şaşırmamak gerekiyor.
Bir çocuğun okula devam etmemesi yalnızca akademik bir kayıp değil aynı zamanda o çocuğun, çocuk korunma mekanizmalarının da dışına düşmesi, giderek “ulaşılamaz” hale gelmesi anlamına geliyor.

Bunun sonucunda da -zaten ulusal çocuk izlem sistemlerinin etkin şekilde çalışmadığı düşünüldüğünde- yıllardır başkentin orta yerinde, Altındağ’da güvercin kümesinde yaşayan 11 yaşındaki Adnan’lar bulunuyor. O da tesadüf eseri, hayırseverlerin yardımlarını ihtiyaç sahipleriyle buluşturan Ankara Abisi İyilik Derneği’ne bir komşularından gelen ihbar sonucu.
Nice Adnan’lar “Bu çocuk okul çağını geçeli beş yıl olmasına rağmen neden okula gelmiyor? Bu çocuğa neden aşı yaptırılmamış? Muhtar bu çocuğun durumundan haberdar mı?” diye sorulup takip edilmiyor. Kimisi elektrik sobasından çıkan yangında dumandan zehirlenerek ölüyor. Kimisi okula gitmesi gerekirken yıllarca altı bezlenmiş şekilde güvercin kümesinde kuru ekmek ve suyla “yaşatılıyor”. Ona da “yaşam” denirse artık… Çocukların içinde bulunduğu durum, hangi politik önceliklerin ve tercihlerin sonucu olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Bu ülkede acilen bir çocuk izleme stratejisi ve politikası benimsenmesi gerekiyor.

YOKSULLUK ÇEMBERİ DARALIYOR: HER DÖRT ÇOCUKTAN BİRİ ÇALIŞIYOR

Rapor, ekonomik krizin çocukların eğitim yaşamını nasıl belirlediğini de çok net verilerle aktarıyor. AB ortalaması %24,2’yken Türkiye’de 10 çocuktan 4’ü yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında.

15–17 yaş grubundaki her dört çocuktan biri işgücünde. Çocuklar maddi yoksunluk yaşıyorlar ve içinde bulundukları sosyoekonomik koşullar onları eğitimin dışına itiyor. Zaten hane gelirine katkı sağlamak zorunda bırakılan bir çocuğun okula tutunmasını beklemek çoğu zaman hayalperestlik olur.

En zengin hanelerin eğitime yaptığı harcamanın en yoksul hanelere göre 28 kat fazla olduğu bir yerde fırsat eşitliğinden nasıl söz edeceğiz?

Eğitim İzleme Raporu 2025, örgün eğitimin çocukları risklerden koruma kapasitesine yeniden dikkat çekiyor. Rapora göre okullar, çocuk işçiliği ya da çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik gibi gelişimlerini sekteye uğratacak tehlikelere karşı yaygın eğitime kıyasla çok daha güçlü bir koruyucu çerçeve sunuyor. Bu nedenle rapor, hiçbir koşulda yaygın eğitimin zorunlu eğitim çağındaki bir çocuk için örgün eğitimin “yerine geçebilecek” bir seçenek olarak görülmemesi gerektiğini önemle vurguluyor.

Rapor özellikle MESEM programını da mercek altına alıyor. 2024-25 eğitim-öğretim yılında 18 yaş altı tam 392 bin 887 öğrenci haftanın dört ya da beş gününü işletmelerde geçirdi. Ancak MESEM kapsamındaki işletmelerdeki iş sağlığı ve güvenliği denetimlerinin yetersizliği, bu çocukları çocuk işçiliği, ihmal ve istismar başta olmak üzere hayati risklerle karşı karşıya bırakıyor.

OKUL ÖNCESİNE KATILIMDA DÜŞÜŞ

Uzmanların ve bu alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının yıllardır ısrarlı çağrılarına rağmen okulöncesi eğitim Türkiye’de hâlâ zorunlu değil. Bu nedenle en kırılgan çağdaki çocuklar, eğitim sistemine başlamadan yoksunlukla tanışıyor.

Son iki yılda okulöncesi öğrenci sayısı %10,9 oranında düşmüş durumda. En düşük okullulaşma oranlarına sahip iller yine aynı: Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır, Şırnak, Kahramanmaraş. Oysa, Harvard Üniversitesi Gelişen Çocuk Merkezi’nin vurguladığı gibi, “Beyin, aşağıdan yukarıya doğru, zaman içinde inşa edilir.” Üstelik bu inşa süreci, doğumdan önce başlıyor ve hayat boyu sürse de en büyük hızını ilk beş yılda alıyor; her saniye bir milyonun üzerinde sinaptik bağlantı kuruluyor. Bir çocuğun beyin gelişiminin yaklaşık % 90’ı 5-6 yaşına gelmeden tamamlanmış oluyor. İşte okulöncesi eğitime katılım da çocuğun beyin gelişiminin desteklenmesi, okullulaşmaya hazırlık ve yaşam başarısını sağlayan sağlıklı gelişimin temellerini atması açısından kritik.

KIZ ÇOCUKLARI İÇİN ÇANLAR ÇALIYOR

Ortaöğretimde kız çocuklarının okullulaşma oranı özellikle bazı illerde alarm veriyor.
Şanlıurfa’dan Van’a, Ağrı’dan Mardin’e, Batman’a kadar geniş bir coğrafyada kız çocuklarının önemli bir bölümü ortaöğretimde değil.

Eğitime geç başlayan kızlar ortaokulda sıkışıp kalıyor; bir kısmıysa tamamen sistemin dışında. Erken yaşta zorla evlilikler de bu aşamada filizleniyor, ev içi emek sömürüsü de, çocuk işçiliği de… Bu, yalnızca eğitim meselesi değil; çocuk koruma, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları meselesi. ERG’nin raporu, okulun yalnızca bilgi alışverişi olan bir mekân olmadığını, aynı zamanda bir sosyal refah alanı olduğunu, bir sosyal koruma ağı sunması gerektiğini hatırlatıyor.
Okullulaşma ile çocukların suça sürüklenmesi ve madde bağımlılığı arasında ciddi bir bağlantı var. Örneğin 2024 yılında güvenlik birimlerine götürülen 202 bin 785 suça sürüklenen çocuk sayısı da, 12-18 yaş arası tutuklu-hükümlü çocuk sayısının 5 bini geçmesi de bize okulun yokluğunun nasıl bir boşluk yarattığını gösteriyor. O çocuk, bu noktaya gelene kadar hangi adaletsizliklerle karşılaştı? Hangi temel gereksinimleri yok sayıldı? Okula aç mı gönderildi? Okulda susadığında kantinden su satın alacak parası olmayınca neler hissetti? Gökdelenlerle kuşatılmış yan mahalledeki özel okula giden yaşıtları okula son model arabalarla, şoförlerle bırakıldığında, kendisi altı delik ayakkabısıyla okula kadar karda, kışta yürümek zorunda kaldığında, nasıl bir adaletsizlik duygusu yaşadı? Ne yazık ki bu ve benzeri soruları sormuyoruz.

Türkiye’nin farklı noktalarında sürekli yeni nesil çocuk çetelerine yönelik operasyonlar düzenleniyor. Çocuklar tetikçi yapılıyor. Çocuklar ne bugüne ne geleceğe dair hayal kurabiliyorlar. Kentsel adaletin sağlanamadığı, nitelikli kamusal eğitime erişimin eşit olmadığı, devletin çocuk koruma konusuna bütüncül bakamadığı, kamu bütçesinin ve kaynakların çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yeterince ayrılmadığı bir sistemdeki girdaplar çocukları yutuyor.
Ciddi bir gıda enflasyonunun olduğu bir ortamda ücretsiz okul yemeğine erişemeyen, taze meyve-sebze tüketemeyen, düzenli protein alamayan çocuklar… Bu tablo, eşitsizlikle beslenen bir kırılganlık zincirine işaret ediyor. Ve 112 üye ülkenin katıldığı Uluslararası Okul Yemekleri Koalisyonu’na üye olmaya bile tenezzül etmeyince, Koalisyon’un bu alanda sürdürdüğü iyi uygulama örneklerine, Hindistan’ın 125 milyon, Brezilya’nın 40 milyon çocuğa her gün ücretsiz okul yemeği ulaştırmasına gözlerimizi ve kulaklarımızı kapayınca sorun “puf olup” gitmiyor.
Çözüm, çocuklarda bodurluğa, kavrukluğa, vitamin eksikliğine neden olan tüm etkenlerin tespitinde aranmalı. Güncel yoksulluk haritaları çıkarılmalı ki hangi bölgede hangi mahallede çocukların daha fazla gıda güvencesizliği yaşadığı net bir şekilde görülsün ve sosyal müdahale programları hedefe yönelik olarak yapılabilsin. Bu politika, yalnızca bir beslenme müdahalesi değil, çocukların okula devamlılığı, sosyal bağları ve bilişsel gelişimi için hayati bir eşik.
Raporda yeni öğretim programları, yapay zekâ entegrasyonu, iklim krizi, öğretmenlik mesleğinin nitelik kaybı gibi geniş bir yelpazede kritik değerlendirmeler var. Bütün bu başlıklar tek bir soruyu ortaya çıkarıyor: Türkiye, geleceğini hangi eğitim vizyonuna emanet ediyor?
ERG’nin 18 yıldır bu raporlarda hatırlattığı şey aslında çok basit: Veriye bakmadan, politika üretilemez. Politika üretilemediğinde de sosyal sorunlar siyasetin üzerine karabasan gibi çökmeye devam eder.

Çocuk koruma konusunun karar alıcılar tarafından yeterince içselleştirilememesinin temel sebeplerinin başında, yetişkinler tarafından tasarlanmış bir ülkeye eğreti şekilde eklemlenmiş bir çocuk algısı geliyor. Çocuklar hak sahibi bireylerdir. Çocukların korunması, sadece 23 Nisan’da deri koltuklara oturup yüksek mevki sahiplerinin yerini almalarından veya “çocuklar geleceğimiz” şeklinde romantize edilecek klişelerden ibaret değildir. Çocukların geleceğini değil bugününü güçlendirmek, bugününü korumak, yetişkinlerin temel sorumluluğu ve devletin yükümlülüğüdür.
Bu rapor karamsarlık üretmiyor, aksine her veriyi bir çağrıya dönüştürüyor. Çünkü kimi sorunlar yalnızca “çözülmek için” vardır. Bu çözüm için sihirli değneğe de gerek yok. Yeter ki sivil toplumun özenle hazırladığı tüm bu verileri çok geç kalmadan politika sonuçlarına dönüştürelim.
Belki de hep bir ağızdan Mahmut Tanal misali sormanın vakti geldi: 804 bin 250 çocuğun okul dışında ne işi var?

ortakyayinklise.jpeg

YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir