Görüşler

Fay hatları kükrerken sosyal medya kullanımı

Fay hatları kükrerken sosyal medya kullanımı

Mülteci ve çocuk hakları alanında çalışmalar yürüten Menekşe Tokyay ‘Sosyal medyanın afet zamanlarında bilinçli bir şekilde kullanımı, geniş bir özgürlük alanını sonsuz bir dayanışma alanına dönüştürme becerisini ortaya koyar’ hatırlatması yapıyor.

Acı duyabiliyorsan, canlısın.
Başkalarının acısını duyabiliyorsan, İnsansın.
(Lev Tolstoy, İnsan Neyle Yaşar?)

Pazartesi sabaha karşı Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen ve birçok ilde binlerce kişiyi saniyeler içerisinde enkaz altında bırakan korkunç depremin ardından sosyal medyanın hem iyi amaçlı hem de kötücül kullanımının nelere yol açabileceğini hepimiz bizzat deneyimliyoruz. Ancak, sosyal medya, saniyelerin bile önemli olduğu bu tür durumlarda aslında elimizde önemli bir güç. Doğru kullanımı durumunda acil durum iletişiminde telefon hatlarının yükünü hafifletiyor; acil müdahale ekiplerini doğru yönlendirebiliyor; yardımların koordinasyonuna katkı sağlıyor; afetzedeler ile yardım sağlayıcılar arasında bir bilgi köprüsü kuruyor. Hatay’a daha fazla yardım edilmesi konusunda Hatayspor teknik direktörü Volkan Demirel ve antrenör Gökhan Zan’ın duygu yüklü videoları, sosyal medyada hepimizin durumun vahameti hakkındaki algılarımızın daha da açılmasını sağladı. Hayır, o yaygın klişenin aksine, “söz bitmedi”. Daha söylenecek çok söz var. Deprem yönetimi, insani yardım lojistiği, binaların deprem yönetmeliklerine uyumu ve denetimleri hakkında daha çok söz söylenecek. Ama şu an için sosyal medya, insani kriz yönetiminde sözlerimizi tüketmemek ve hızlı aktarmak adına önemli.

Sorunun tespiti, bildirimi, destek talebi ve benzer durumlarda yardımın hızla ulaşması için talebin depolanması ve haritalandırılmasında sosyal medya giderek artan bir güç kaynağı. Daha önce Haiti, Meksika, Çin, Nepal ve Japonya’daki depremlerde sosyal medya kriz durumlarının yönetiminde yerel halka ve yetkililere büyük kolaylık sağladı. Bir kaos ortamında mekânsal bilgi üretimi ve yardımın yaygınlaştırılmasında afetler çağının en önemli enstrümanı sosyal medya iken, bunu sorumlu ve bilinçli yurttaşlar olarak elimizde bir fayda unsuru olarak görüp insanlığın ortak çıkarı için kullanmak da bir tercih, sansasyonel içeriklerle etkileşimleri artırmak, yardım görevlilerini yanlış yönlendirmek ve zor durumdaki insanların umudunu tüketmek üzere suiistimal etmek de…

İnsanlığımızın bir tür turnusol kâğıdına karşılık geliyor bu tercih: Fırsatçılık veya yardımseverlik… Bir anda afet bölgesine sessiz sedasız 1 milyon TL yardım yapan ve bunu sosyal medyada davul zurnayla duyurmayan iş kadını da olmak bir tercih, enkaz altında kalanları arayarak “seni kurtarmaya geliyoruz” deyip dalga geçmek ve kendi aralarında eğlendikleri hastalıklı görüntüleri sosyal medyaya yaymak da… Dolayısıyla, her konuda olduğu gibi afet döneminde de “sosyal medya okuryazarlığı” şart. Bu konuda belediyelerin, sivil toplumun ve Kızılay’ın parçalı bir şekilde yaptığı eğitimler var, ancak tabana daha çok yayılması ve dönem dönem sosyal medya platformları üzerinden de akılda kalacak bilgiler ve örnekler eşliğinde bilinçaltına işlenmesi gerekiyor.

JAPONYA’DA HAYAT KURTARICI OLDU

2011 yılında Japonya’nın doğusunda gerçekleşen deprem ve tsunamide, o zamanlar henüz yeni yeni popülerlik kazanmaya başlamış olan sosyal medya platformları Twitter ve Facebook, afetten doğrudan etkilenen insanlara birer can simidi olmuş; böylelikle bilgi paylaşımları kolaylaşmıştı. Twitter, deprem sırasında ve benzeri durumlarda bu sosyal medya platformunun nasıl kullanılması gerektiği konusunda İngilizce ve Japonca bir metin yayımlamıştı. O dönemde Facebook da birçok insanın Japonya’daki afeti öğrenmesini, tanıdıklarıyla bağlantı kurmasını ve derhal bağış göndermesini sağlamıştı. Benzer şekilde 2010’da Haiti’de gerçekleşen depremde de Facebook üzerinden 12 bine yakın çevirmen bir araya getirilmiş, ülkenin her bir yerinden gelen SMS mesajları derlenerek yardımlar ulaştırılmıştı. Bu süreçte hazırlanan kriz haritaları, afetten altı ay sonra patlak veren kolera salgınlarında da yardım örgütlerinin doğru yerlere ulaşmasını sağlamıştı. Böylelikle, enkaz altında kalmış kişilerin yerinin tespit edilmesinden gönüllülerin örgütlenmesine, engelli bireylere desteğe, bağış toplanmasına ve moral destek verilmesine dek afet yönetiminin birçok boyutu, sosyal medyanın kolaylaştırıcılığı sayesinde işlerlik kazanmıştı.

SORUMLU SOSYAL MEDYA KULLANIMI

Peki böylesi bir “yangın yeri”nde sosyal medya sorumlu bir şekilde nasıl kullanılmalı? Şurası kesin: Afet durumlarında sosyal medya kullanımı konusunda ülke çapında yaygın, tabana yayılan ve etkin bir eğitim ve bilinçlendirme kampanyasından geçmeliyiz. Bu ve daha önceki afetlerde ortalıktaki bilgi kirliliği, ajitasyon, yanlış yönlendirmeler, tık avcılığı, etkileşim arsızlığı giderek çirkin bir hal alıyor. Öncelikle, doğruluğu teyit edilmemiş bilgilerin ajitasyon veya tık alma amaçlı olarak yayılmaması, art niyetli paylaşımların önüne geçilmesi için de cezai tedbirler dahil caydırıcı önlemlerin alınması gerekiyor.
“Ne tam karamsarlık ne de gereksiz umut vermek gerekiyor. Gerçeğe sadık kalınmalı,” diyor medya ombudsmanı ve duayen gazeteci Faruk Bildirici. Hem iktidar yanlılarının “her yere yardım ulaştırıldı”, hem de muhalefetin “hiçbir yere yardım ulaşmadı, sahipsiz kaldık” söylemleri arasında denge, ancak tarafsız ve hakikate dayalı bilgilendirmeyle mümkün. Bu da elbette dürüst ve dengeli gazetecilik mecralarını gerektiriyor ki hepimiz ona hasret kaldık. Bu kapsamda, örneğin enkazdan zaten kurtulmuş olan veya talep ettiği özel yardımı karşılanmış birinin 16 saat önce attığı tweet’i herhangi bir araştırma yapmaksızın, sırf duyarlı görünmek adına RT yapmanın kimseye bir faydası yok. Çözülmüş bir soruna dair tweet’lerin özellikle çok takipçili kişiler tarafından paylaşılması, ilgili bölgeye ihtiyacın dışında desteğin yığılmasıyla sonuçlanıp başka bölgelere yönlendirilmesi gereken desteği zayıflatabilir. Ayrıca gönderisini paylaştığımız hesapların gerçek hesap olması da güvenilirliğin teyidi açısından önemli.

Örneğin anne ve babası göçük altındaki bir sosyal medya kullanıcısının annesiyle yazışmaları, annesi sağ kurtarıldıktan sonra saatler boyunca yeniden paylaşılarak ortalıkta gereksiz bilgi kirliliği yaratıldı. Zira ihtiyaç listelerinin güncelliği çok hızlı değişebileceği için bu listelerin sırf duyarlı görünmek adına hiçbir süzgeçten geçirilmeksizin sürekli paylaşımı, sadece bilgi kirliliği yaratacak, bölgeye zaten zor lojistik koşullar altında gelen desteğin etkinliğini azaltacak.

Bu açıdan Haluk Levent bir yandan, yardım lojistiği konusunda uzun yıllar çalışmış sivil toplum kuruluşları ve akademisyenler bir yandan herkes aynı uyarıda bulunuyor: Şehir valilikleriyle görüşmeden afet bölgelerine yardım göndermeyin. “Şu kadar kamyon yollayalım, şuraya şunu yollayalım” tweet’leri ve/veya WhatsApp paylaşımları dizginsiz şekilde ne kadar çok yaygınlaşırsa, çalışmalar da felç oluyor. Sosyal medyanın sorumsuzca kullanımı ve yardımların tek merkezden koordinasyonunun yapılmaması bu tür durumlarda yarardan çok zarar getiriyor. Dolayısıyla bir destek talebini paylaşırken bu talebin yapıldığı saat, tarih ve bu iletiye dair altında yazılan yorumların içeriği kontrol edildikten sonra bu paylaşımı yapıp yapmamaya karar vermek gerekiyor. Diyelim ki bu destek iletisini bir gün önce paylaştık ve o kriz çözüldü, bu durumda kendi paylaşımımızı da silmek en doğru çözüm olacak.

DOĞRU HASHTAG KULLANIMI

Destek talep ederken veya talep edilen desteği yaygınlaştırırken doğru hashtag’lerin kullanımı da oldukça önemli. Bu, hem afetzedelerin uzakta olan tanıdıklarının süreci takip etmesine hem doğru yardımların gönderimine -örneğin tıbbi malzemeler veya tıbbi ekip talebine- destek olacaktır. Kriz yönetiminde hashtag’ler, zaman zaman sosyal medyanın en önemli uyarı sistemlerinden biri olabiliyor. Bu süreçte, sosyal medyanın insanları galeyana getirerek zaten mevcut olan kaosu katmerleyecek şekilde kullanılmaması, tamamen insani bir krizden siyasi malzeme türetilmemesi de oldukça kritik.

Unutmayalım ki, deprem gibi kriz zamanlarında hashtag’ler, trollerin de sık sık musallat olduğu bir alandır. Bu konuda da şüpheyi elden bırakmamak gerekir. Ayrıca, afet bölgelerinden çekilen fotoğraf ve videoların paylaşımında bu görüntülerin ilgili bölgeye ait olup olmadığından ve/veya üzerinde oynanmış olup olmadığından emin olmak, başka bir bölgeden veya dünyanın bir diğer ucundaki başka bir afetten çekilmediğini teyit etmek, bu süreçte de özellikle çocuk ve yaşlı haklarını gözeterek bu kırılgan grupların kişisel mahremiyetini ihlal eden veya donan bebek görüntüleri gibi paylaşımlardan uzak durmak gerekiyor.

Öte yandan, sosyal medyadaki deprem görüntülerinden çocukları korumak, çocukta kaygıyı iyi yönetmek, deprem hakkında çocuklara gelişim düzeyi doğrultusunda bilgilendirmede bulunmak da bu süreçte ebeveynlerin sorumluluğunda. Çocukların kontrolsüz tablet ve akıllı telefon kullanımında depreme dair çarpıcı ve şok etkisi yaratan görsel ve videolara denk gelmemeleri için bu dönemde ailelerin gözetimi her zamankinden büyük anlam kazanıyor. Depremin şiddeti, artçılar gibi teknik detaylar konusunda da mutlaka depremle ilgili yetkili mercilerin açıklamalarının paylaşılması, bu tür hassas durumlara dair “iddia” boyutundaki bilgilerin dolaşıma sokulmasına alet olunmaması da önemli. Bu konuda bilimsel yöntemlerle araştırmalarını sürdüren kurumlar ve uzman kişilerin açıklamalarına öncelik verilmesi gerekiyor.

‘DEPREM KAHİNLERİ’

Deprem haberleri yaparken ve bunları sosyal medyada paylaşırken “şarlatanlardan” ve “kahinlerin” demeçlerinden de uzak durmakta yarar var. Yıllardır Kahramanmaraş’ta beklenen olası deprem konusunda tahminlerde bulunan, uyarılar yapan bilim insanlarını görmezden gelen ana akım medya ve sosyal medyanın kendisini “deprem kâhini” diye sunan Frank Hoogerbeets’in açıklamalarına bir anda üşüşmesi, aslında medya ve sosyal medya okuryazarlığında ne kadar geride kaldığımızı da göstermesi açısından “anlamlıydı”. Böyle zamanlarda ortalığa saçılan yalancı çobanlar süreci daha da kaotik hale getirir. Kendisinin açıklamaları Dünya Gazetesi’nden Sözcü’ye, Takvim’den Yeni Akit’e, Cumhuriyet’e dek tüm “anaakım”da yer buldu; “dünyaca ünlü deprem uzmanı depremi bildi” şeklinde bilim dünyasına “saç baş yolduran” manşetlerle medya etiği bir kez daha “kirlendi”. Oysa, gezegenlerin dizilimi üzerinden deprem tahminleri yapan bu kişiyi kendi anavatanı olan Hollanda’da bile kimsenin ciddiye almadığı, her bölge için onlarca tahmin yapıp tutmayanları silerek bir tür “deprem toto-lotosu” yaptığı unutuluverdi.

Sosyal medyada bir videonun Türkiye’deki depremin ardından Akkuyu’da yaşanan nükleer patlamayı gösterdiği iddiası ise uzun süre dolaşımda kaldı. Oysa video, 2020 yılında Lübnan’da yaşanan bir patlamadandı. Birçok kişi, kaynağını sorgulamadan bunu dolaşıma sokarak zaten kaotik ortamı daha da zorlaştırdı. Bu açıdan, Teyit gibi doğrulama kanallarının deprem zamanlarında anaakım medya ve sosyal medyada yanlış bilgilerin hızla yayılarak krizi büyüttüğü konusunda uyarılarını ciddiye almak gerekiyor.

“Doğru bilgi için sabredin” ve “kutuplaşma felaketi büyütür” uyarılarını hep yineleyen Teyit, “Doğal afetlerde yanlış bilgiden korunmak için ipuçları” veriyor ve önümüze düşen içerikler konusunda şüphe duymayı bir an olsun elden bırakmamamızı öğütlüyor bizlere… Ve ekliyor: “Çünkü duygularımızı ve tepkilerimizi yönetmenin zor olduğu böyle anlarda, dayanışma, yardımlaşma ve uyarma içgüdüsüyle yayılmasına sebep olduğumuz bazı içerikler, gerçeği yansıtmıyor olabilir. İnternette karşılaştığımız veya mesajlaşma uygulamaları üzerinden bize iletilen içeriklerin doğruluğunu sorgulamadan paylaşmak yerine, önce kendimizi teskin etmeli ve yanlış bilginin en çok da bu tür zamanlarda yayılabileceğini hatırlamalıyız.” Ayrıca, sosyal medya üzerinden ölü ve yaralı sayıları, artçı depremler konusunda söylentiler ve abartılı açıklamalar yaymamak da gözetilmesi gereken bir diğer ilke.

DOĞRU BAĞIŞ KANALLARI

Öte yandan, özellikle afet dönemlerinde sosyal medya üzerinden bağışçı fırsatçılığına da alet olunmaması, bağış yaparken güvenilir kurumların tercih edilmesi, güvenilirliğinden şüphelenilen kurumların destek isteme taleplerinin paylaşılmasına da aracı olunmaması gerekiyor. Sosyal medyanın afet zamanlarında bilinçli bir şekilde kullanımı, geniş bir özgürlük alanını sonsuz bir dayanışma alanına dönüştürme becerisini ortaya koyar. Sosyal medya sizin “star” olmanız, sürekli ışığınızın parlaması, binlerce takipçiniz olması için icat edilmedi; birbirimizle toplumsal bağlarımızı güçlendirmek, yaramıza merhem olmak için yapıldı. Afet gibi zor zamanlarda bu gerçeği anımsamakta ve bilgi ekosistemimizi her zaman bilim ve hakikatten yana temiz ve güvenilir tutmakta yarar var.

MENEKŞE TOKYAY KİMDİR?

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi’nde Avrupa Birliği alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirdi ve yüksek onur derecesiyle mezun oldu. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nden doktora derecesini aldı. Avrupa Birliği alanında danışmanlık firmalarında uzman olarak görev aldı. 2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapmaktadır. Ayrıca, 2010 yılından bu yana birçok uluslararası haber ajansında Türkiye muhabiri olarak görev almakta ve Türkiye’ye ilişkin gelişmelere dair analizler hazırlamaktadır. Mülteci hakları, çocuk hakları, sosyal politikalar, kadının insan hakları, Avrupa Birliği ve Orta Doğu’daki gelişmeler, başlıca ilgi alanları arasında yer almaktadır.

whatsapp-image-2022-12-28-at-23-57-46.jpeg

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir