Gelecek Partisi Lideri Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Middle East Eye'de yayımlanan makalesinde Zohran Mamdani’nin New York Belediye Başkanlığı zaferini “insanlığın ahlaki vicdanına dönüşü” olarak yorumladı. Davutoğlu, Mamdani’nin yükselişinin Trump dönemi dışlayıcı siyasetinin karşısında küresel bir demokratik uyanışı temsil ettiğini vurgulayarak, “Ahlaki sessizlik çağı kapanıyor; kapsayıcı demokrasi yeniden doğuyor” değerlendirmesinde bulundu.
Zohran Mamdani’nin New York Belediye Başkanı seçilmesi, sıradan bir yerel seçim sonucundan çok daha fazlasıdır. Bu sonuç, yirmi birinci yüzyılın ahlaki ve siyasi tahayyülünde bir dönüşüme işaret ediyor — tarihin kenarında kalanların merkezi yeniden tanımladığı bir ana. Siyasi hegemonya sembolü Donald Trump’ın ve dijital hegemonya avatarı Elon Musk’ın tüm bu organize karşı kampanyalarına rağmen Mamdani’nin kazanması, demokratik vicdanın hâlâ manipülasyonun önüne geçebildiğini gösteriyor. Bu zafer, demokrasinin ahlaki potansiyeline olan inancı tazeliyor — empatinin ve dayanışmanın, korku ve dışlamaya karşı hâlâ geçerli bir alternatif olduğunu hatırlatıyor.
Bu seçimin zamanlaması da tarihsel açıdan son derece anlamlıdır. Dünyanın büyük şehirlerinde milyonlarca insanın Gazze’deki soykırıma karşı her dinden, her ırktan, her kıtadan kitlesel olarak sokaklara döküldüğü küresel gösterilerle aynı zamana denk geldi. Bu eşzamanlılık, medeniyet ve siyaset sınırlarını aşan ortak bir vicdan uyanışının yansımasıdır. Belediye başkan adayları arasında Mamdani, soykırıma karşı ilkesel bir duruş sergileyen tek kişiydi. Bu nedenle zaferi, yükselen küresel vicdan ile insanlığın çeşitliliğini temsil eden New York halkının iradesi arasındaki uyumu ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla New York’un Mamdani’yi tercih etmesi, medeniyet ölçeğinde bir mesajdır — ahlaki sessizlik çağının kapandığını ve yirmi birinci yüzyıl yönetişiminin tahakküm yerine empati, adalet ve kapsayıcılık üzerine kurulması gerektiğini ilan eden bir mesaj.
İmparatorluktan Cumhuriyete: Vicdanın Geri Dönüşü
Yirmi yıl önce, 11 Eylül sonrası dönemde benzer bir ahlaki yol ayrımına tanıklık etmiştim. 2002’nin başlarında Princeton Üniversitesi’nde yaptığım bir konuşmada, duygusal milliyetçiliğin yükseldiği bir atmosferde Amerika’nın tarihî bir tercihle karşı karşıya olduğunu söylemiştim: “Amerika’nın yeni bir Sezar’a değil, modern bir Marcus Aurelius’a — hatta belki de siyahi bir Marcus Aurelius’a — gücünün ahlaki dengesini yeniden tesis edecek bir lidere ihtiyacı var.”
Sonraki yıllar ise filozof-krallar değil, Sezarlar üretti. Özgürleştirme savaşları olarak sunulan Afganistan ve Irak işgalleri, küresel düzenin etik temellerini çürüten intikam seferlerine dönüştü. Derinlikli tefekkür yerini militarize bir gurura bıraktı; cumhuriyetin ahlaki özü kibireyenik düştü.
Barack Obama’nın seçilmesi kısa süreli bir ahlaki toparlanma sinyali verdi. Ancak küresel yönetişim mimarisine vicdanı entegre edecek daha köklü bir değişim uzun bir zaman gerektiriyordu. Uganda doğumlu Hint kökenli bir Müslüman olan Zohran Mamdani’ninseçilmesi, gecikmiş bir yenilenmenin, Amerikan demokrasisinde yeni bir medeni ahlakın doğuşunun işareti olabilir.
Tarih bize şunu öğretir: İmparatorluklar fetihle değil, ahlaki kapsayıcılıkla ayakta kalır. Julius Caesar Roma’nın sınırlarını güçle genişletti; Marcus Aurelius ise bilgeliğiyle ayakta tuttu. Aurelius’un ölümünden sadece on üç yıl sonra, Kuzey Afrikalı bir “Siyah Sezar” olan Septimius Severus, Roma’yı kozmopolit bir düzene dönüştürdü. Çevreyi kucaklayan imparatorluklar yaşar; reddedenler çöker.
Mamdani’nin New York’u da bu dersin bir yansımasıdır: dünyayı kenardan merkeze taşıyanların fetihle değil vicdanla yeniden inşa ettiği bir şehir.
Trump’ın Amerikası’ndan Ahlaki Bir Geri Dönüşe
Kapsayıcı bir dünya düzenine dair umutlar, Donald Trump’ın yükselişiyle gölgelendi — tefekkürün yerini kızgınlıkla dolduran modern bir Sezar. Trump yönetimi, ABD diplomasisinin ahlaki sütunlarını yıktı; ilkeleri popülizmle değiştirdi. Kudüs’ü uluslararası hukuka ve BM kararlarına rağmen İsrail’in başkenti olarak tanıması ve Netanyahu’nunapartheid politikalarını sorgusuz desteklemesi, Amerikan liderliğinin yaşadığı ahlaki çöküşün en açık göstergeleriydi.
Ülke içinde ise Trumpçılık, Samuel Huntington’ın Biz Kimiz? eserindeki söylemleri hatırlatan, ırksal hiyerarşi ve kültürel dışlayıcılığa dayalı bir nostalji siyasetini yeniden canlandırdı. Çeşitlilik bir tehdit olarak gösterildi; “öteki” korkusu Amerikan kimliğinin merkezine yerleştirildi.
Mamdani’nin seçilmesi, bu dışlayıcı siyasetin yaklaşık yirmi yıldır oluşturduğu yapıya karşı demokratik bir düzeltmedir — ahlaki bir geri dönüş. Trump’ın Şarm el-Şeyh’te yanında durup “barış” adına boş kâğıtlara imza atan liderler, bugün vicdanı itaatin önüne koyan genç bir neslin mesajını görmelidir.
Bu dönüşümün New York’ta — küresel finansın ve İsrail yanlısı lobilerin merkezi olarak bilinen bir şehirde — ortaya çıkması ise son derece anlamlıdır. Gücün kalbinde bile yeni bir etik bilinç doğmaktadır. New York ufkunda beliren bu ışık, bir gün Washington’a da ulaşarak ideallerle imparatorluk arasında bölünmüş Cumhuriyet’e yeniden denge getirebilir. Mamdani’nin zaferi, dünyaya gerçek liderliğin zorbalıkla değil, ahlaki tahayyülle mümkün olduğunu hatırlatıyor.
Afrika ve Hint kökenli bir Müslüman olan Mamdani, Huntington’ın karanlık tahminlerini boşa çıkarıyor. Onun liderliği New York’u tahakküm kalesi olmaktan çıkarıp vicdan şehrine dönüştürüyor — adalet ve evrensellik üzerine kurulu bir karşı-imparatorluk. Trump’ın bölmek için araçsallaştırdığı popülizmi, Mamdani birleştirmek için yeniden anlamlandırıyor. Dayanışma popülizmi, “biz ve onlar” ayrımını “hep birlikte”ye dönüştürüyor. İntikam değil vizyon ile New York’u, çeşitliliğin tehdit değil kader olduğu kapsayıcı bir dünya düzeninin ahlaki laboratuvarına dönüştürüyor.
Kapsayıcı Demokrasinin Yeniden Doğuşu
Mamdani’nin seçilmesinin etkileri ABD’nin çok ötesine uzanıyor. Eşitsizlik, kutuplaşma ve hayal kırıklığı altında ezilen liberal demokrasiler çağında, bu zafer başka bir ihtimali görünür kılıyor: Demokrasiyi salt bir prosedür değil, ahlaki bir topluluk olarak yeniden düşünmek.
Yenilenme, merkezin çevreyi hizaya sokmasıyla değil, çevrenin merkeze vicdan kazandırmasıyla mümkündür.
Bu dinamik, Gazze’den Johannesburg’a, İstanbul’dan New York’a kadar dünya çapında yankı buluyor — adalet ve kapsayıcılık talepleri ortak bir insanlık arzusunu ifade ediyor. Mamdani’nin başarısı bu arzuya ahlaki bir dil kazandırıyor.
Nihayetinde Mamdani’nin seçilmesi şu temel soruyu gündeme getiriyor: Hangi Amerika galip gelecek — nostaljiye saplanmış dışlayıcı cumhuriyet mi, yoksa vicdanın yol gösterdiği kapsayıcı demokrasi mi? New York halkı bu soruya kendi cevabını verdi. Korku yerine empatiyi, öfke yerine adaleti seçerek demokrasinin evrensel vaadini yeniden teyit ettiler.
Demagogların yükseldiği, ahlaki yorgunluğun yayıldığı bir dönemde Mamdani’nin New York’u bir karşı-örnek sunuyor — kimlik ile insanlık, güç ile ilke arasında denge arayan bir dünyanın küçültülmüş bir modeli olarak.
Mamdani’nin zaferi ilan ediyor: Tarihin kenarında bırakılanlar artık susmayacak. Ahlaki merkezi yeniden kazanarak demokrasiyi yirmi birinci yüzyıl için yeniden tanımlıyorlar. Eğer bu kapsayıcı vizyon kalıcı olursa, yalnızca Amerikan siyasetini değil, dünya düzeninin etik mimarisini de dönüştürebilir.
İmparatorluklar, sınırları yükseldiğinde değil, dışlanan çevrenin ahlaki yükselişi ile ayaktakalır; demokrasiler ise vicdan merkeze döndüğünde yeniden doğar. Bu anlamda Mamdani’ninNew York’u bir şehirden fazlasıdır — bir ahlaki ufuktur ve her imparatorluk çağında insanlığın sonunda yeniden söz hakkını eline aldığını hatırlatmaktadır.
