Eski Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Recep Karagöz, son yıllarda Türkiye’den giden gençlerin sayısındaki vahim artışı ve altında yatan sebepleri yazdı. Gidenlerin bir hayalin peşinde olmadığını bir hayal kırıklığından kaçtıklarını söyledi.
TÜİK verilerine göre 2024’te yurt dışına göç eden gençlerin sayısı son beş yılda yüzde 80 arttı. Ama bu artışın ardında sadece ekonomik gerekçeler yok. Valizler sessizce kapanıyor; ne zafer marşları var ne de veda törenleri. Gidenler bir hayalin peşinde değil, bir hayal kırıklığından kaçıyor. Bir ülke düşünün: gençleri pasaport kuyruğunda değil, pasaportsuz hayallerin kuyruğunda bekliyor. Kalanlar ise “gitmek” fiilinin, “yaşamak” fiilinden daha anlamlı hale geldiğini fark ediyor. Bu gidiş bir isyan değil, bir sessizliktir. Ve bazen sessizlik, bağırmaktan daha güçlü bir çığlıktır.
UMUTSUZLUĞUN YENİ NORMALİ
Artık hiçbir genç “çalışırsam olur” demiyor. Çünkü çalışkanlıkla, dürüstlükle, liyakatle bir yere varılamayacağını yaşayarak öğrendiler. Bir sınavdan, bir mülakattan, bir işe alımdan çok daha güçlü bir duygu var içlerinde: “Zaten kimse adil değil.” İşte o duygu, yalnızca motivasyonu değil, aidiyeti de bitiriyor. Bugün Türkiye’de gençler için en ağır yoksulluk, adalet yoksulluğudur.
SUSTURULAN HAYALLER
Bir zamanlar üniversite sıralarında fikir tartışılırdı. Şimdi herkes sesini kısmayı öğreniyor. Tweet atmadan önce düşünmek, espri yaparken tereddüt etmek, doğruyu söylerken cezayı göze almak… Bu ülke, düşüncenin değil, sessizliğin korunduğu bir yer haline geldi. Gençler artık yalnızca siyasi baskıdan değil, toplumsal linç kültüründen de çekiniyor. Farklı düşünen, itiraz eden, sorgulayan herkes hızla dışlanıyor. Gençlerin “özgürlük” talebi artık bir lüks değil; yaşamanın asgari şartı.
EĞİTİMİN VE EMEĞİN İTİBARSIZLIĞI
Bir gencin diploması, bir banknot kadar değersizleşti. Yıllarca çalışıp, sınav üstüne sınav kazanıp sonunda asgari ücretin altında bir işe girenler için bu düzen umut değil, aşağılanmadır. Eğitim sistemi gençlere dünyayı değil, sınav sorularını öğretti. Ülke ise onlara “kal” demek yerine, her fırsatta “yerini bil” dedi. Ve artık “yerini bilmek”, gençler için aşağılayıcı bir cümleye dönüştü.
BİR ÜLKE TERK EDİLİRKEN
Geçen hafta Almanya’daydım. Son yıllarda Türkiye’den göç eden gençlerin birkaçıyla sohbet etme fırsatım oldu. Geldiklerinden pişman değillerdi; aksine “nihayet nefes alabiliyoruz” diyorlardı. İçlerinden biri şöyle dedi: “Burada kimse bana kim olduğumu sormuyor. İlk kez sadece işimi, sadece emeğimi konuşuyoruz.” Bu söz, bir göçün değil, bir insanlık arayışının özeti gibiydi. Göçün sosyolojik ve psikolojik etmenleri iç içe geçmiş durumda. Ekonomik nedenler kadar, adalet duygusunun yitimi ve aidiyetin zedelenmesi de bu hareketliliği besliyor. Gençler artık sadece daha iyi bir hayat değil, daha adil bir düzen arıyor.
BİLİM GÖÇÜ: FUAT SEZGİN’İN SESSİZ GİDİŞİ
Aslında bu hikâye yeni değil. 1960 darbesinden sonra genç bir bilim insanı olan Prof. Dr. Fuat Sezgin de aynı duyguyla bavulunu toplamak zorunda kalmıştı. Darbenin ardından, hiçbir gerekçe gösterilmeden görevinden uzaklaştırılan yüzlerce akademisyenden biriydi. O gün ülkesinde fikirleri susturulan Sezgin, Almanya’ya gitti — ve orada İslam Bilim Tarihi’nin en büyük külliyatını kurdu. Frankfurt Üniversitesi’nde 60 yıl boyunca yaptığı çalışmalar, bugün hâlâ Türkiye’nin erişemediği bir bilimsel mirasın temelleridir. Sezgin, yıllar sonra “Ben gitmedim, gönderildim” demişti. Bu cümle, aslında bugün valizini sessizce toplayan her gencin iç sesiyle aynıdır.
Demek ki ülkeler bazen sadece insanlarını değil, kendi geleceğini de ihraç eder. Bugün gençler bavullarına sadece eşyalarını değil; adalet özlemini, özgürlük umudunu, hak ettikleri saygıyı koyuyorlar. Ve gidiyorlar. Ekonomik kriz, işsizlik, düşük maaşlar elbette etkili. Ama asıl sebep şu basit cümlede gizli: “Bu ülke bize aitmiş gibi hissettirmiyor.” Artık yaşadığımız şey bir “beyin göçü” değil; bir vicdan göçü, bir adalet göçü. Bir ülkenin gençleri, akıllarını değil kalplerini de yanına alıp gidiyorsa, mesele artık para değil, onur meselesidir.
SON SÖZ: KİM KALDI GERİYE?
Her gidenin ardından biraz daha eksiliyoruz. Kalanlar da içten içe “gitmeyi” düşünüyorsa, bu artık sadece gençlerin değil, toplumun göçüdür. Bir ülke, gençlerinin hayallerini tutamıyorsa, geleceğini de tutamaz. Çünkü bir ülke, en parlak gençlerini değil; en cesur hayallerini kaybettiğinde tükenir. Belki de artık bu ülkenin en büyük reformu, gençlerine yeniden inanmak olacaktır. Fuat Sezgin’in gidişinden bu yana altmış yıl geçti ama hâlâ aynı cümle yankılanıyor: “Ben gitmedim, gönderildim.” Bugün gençlerin dudaklarında da aynı sitem var.
*Recep Karagöz, insan hakları savunucusu, yazar ve siyasetçi.
