Görüşler

Kutsallığın gölgesinde

Kutsallığın gölgesinde

İslam metafiziğinde kader, insanın eylemleriyle ilahî takdir arasındaki ilişkinin izahıdır. Ancak bu soyut tartışma, Emevîlerden itibaren pratik bir siyasi stratejiye dönüştü. Yönetici sınıflar, zulmü, ayrımcılığı, adaletsizliği ilahî planın sonucu olarak takdim ederek hem sorumluluktan kaçtı hem de halkın tepkisini bastırmayı başardı.

DİNİN SİYASALLAŞMASI VE KRİZ ÇAĞI

İslam dünyası, uzun süredir çok katmanlı bir kriz yaşamaktadır. Kolonyal mirasın açtığı yaralar, emperyal müdahalelerin sürekliliği, yerel otoriter rejimlerin kurumsallaşması ve ekonomik bağımlılık… Tüm bunlar kadar önemli bir başka boyut daha var: Bu kriz, aynı zamanda düşünsel ve teolojik bir bozulmanın da ürünüdür.

Din, tarihsel olarak toplumun ahlaki mayasını oluşturan bir değer sistemiyken; zamanla siyasal otoritelerin meşruiyet aracına dönüşmüştür. Bu dönüşüm, yalnızca modern çağın sorunu değildir; kökeni, erken dönem İslam siyasetinde yaşanan kırılmalara uzanır.

Kader, hilafet, sabır, biat gibi kavramlar; zamanla adalet, sorumluluk ve özgürlük ilkeleri aleyhine yeniden yorumlanmış, kutsallık ise tahakkümün zırhı haline getirilmiştir.

Bu yazı, İslam düşüncesindeki bazı temel kavramların (özellikle kader, hilafet ve itaat) tarih boyunca nasıl siyasal işlev kazandığını ve bu işlevin günümüz İslam toplumlarında adaleti, hukuku ve özgür düşünceyi nasıl bastırdığını analiz etmektedir. Türkiye örneği üzerinden, modern siyasal İslamcılığın temsil krizi, hukukun araçsallaştırılması ve genç kuşakların sorgulayıcı tepkileri ele alınarak, yeni bir düşünsel ve ahlaki yöneliş ihtiyacı vurgulanacaktır.

KADER SÖYLEMİNDEN SİYASAL DİSİPLİNE

Kader kavramı, metafizik bir inanç olmaktan çıkıp iktidarın kalkanına dönüştüğünde, zulüm ilahî bir yazgı gibi sunulmaya başlandı. Kader söylemi, böylece bir siyasal disiplin aracına dönüştü.

İslam metafiziğinde kader, insanın eylemleriyle ilahî takdir arasındaki ilişkinin izahıdır. Ancak bu soyut tartışma, Emevîlerden itibaren pratik bir siyasi stratejiye dönüştü. Yönetici sınıflar, zulmü, ayrımcılığı, adaletsizliği ilahî planın sonucu olarak takdim ederek hem sorumluluktan kaçtı hem de halkın tepkisini bastırmayı başardı.

“Olan her şeyin bir hikmeti vardır” türünden söylemler, halkı edilgenliğe, iktidarı ise dokunulmazlığa taşıdı.

Bu anlayış bugün de hâlâ güçlü biçimde sürmektedir. Türkiye’de 1999 Gölcük ve 2023 Maraş depremleri sonrası yapılan “kader planı” açıklamaları, sadece enkaz altındaki sorumluluğu görünmez kılmakla kalmadı; ihmali metafizik sisle örttü. Aynı söylem, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk gibi alanlarda da “imtihan” diliyle halkın öfkesini yatıştırmaya yönelmiştir.

Oysa Kur’an’ın teklifi açıktır: Bireyi sorumluluk sahibi bir özneye dönüştürmek ve adaletsizliği sorgulayan bir bilinç üretmek.

HİLAFETTEN SALTANATA: KIRILMANIN TEOLOJİK TEMELİ

İslam toplumunun erken döneminde yaşanan siyasi kırılma, zamanla dinin yorumunu da dönüştürdü. Hilafetin “ilahî vekâlet”e evrilmesiyle birlikte iktidar, kutsal bir dokunulmazlık kazandı. Bu kırılmanın teolojik temellerini birlikte sorgulamalıyız.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra oluşan siyasal yapı, başlangıçta şura esasına ve toplumsal temsil fikrine dayanıyordu. Ancak bu yapı, kısa sürede Emevî hanedanlığıyla birlikte kalıtsal bir saltanata dönüştü.
Bu evrim yalnızca iktidar biçimini değil, dinin yapısal yorumunu da değiştirdi. Halifeye muhalefet “fitne” olarak damgalandı. “Sultana isyan eden, Allah’a isyan etmiş olur” anlayışı, çok geçmeden Sünni siyaset felsefesinin temel kabullerinden biri haline geldi.

Bu zihniyet modern zamanlarda biçim değiştirerek yaşamaya devam etti. Bugün hâlâ siyasal liderlere kutsallık atfedilmekte; eleştiri imansızlıkla, muhalefet ise ihanetle eş tutulmaktadır.

Oysa Kur’an’da yönetim bir emanet, lider ise hesaba çekilebilir bir sorumludur. Dini söylemin iktidarı tahkim eden bir doktrine dönüşmesi, adaletin önündeki en büyük engeldir.

SİYASAL İSLAMCILIĞIN KRİZİ: MUHALEFETTEN MEŞRUİYETE

Bir zamanlar mazlumların sesi olan siyasal İslamcılık, bugün iktidarın diliyle konuşuyor. Direniş mirası, iktidar konforuna dönüştü. Bu çelişkiler yumağı, artık sürdürülemez bir temsil krizine dönüşmüştür.
20.yüzyıl boyunca İslamcılık, baskıcı rejimlere ve sömürgeci yapılara karşı özgürlükçü ve ahlaki bir direnişin adıydı. Türkiye’de Milli Görüş çizgisiyle başlayan bu siyasal yönelim, AKP iktidarıyla birlikte merkezileşti.

Başlangıçta “temiz siyaset”, “adil düzen”, “mazlumun sesi” gibi kavramlarla hareket eden bu yapı, zamanla sistemin dili ve alışkanlıklarını benimsedi. Eleştirel akıl yerini dogmatizme; muhalif duruş, iktidar konforuna bıraktı.

Bugün Türkiye’de siyasal İslamcılık, genç kuşakların gözünde bir umut değil; bir çelişkiler yumağıdır. Özellikle sosyal medyada ve akademik alanlarda dinin değil, dindarlık iddiasındaki yapıların sorgulanması dikkat çekicidir.

Bu sorgulama dine karşı değil; temsil biçimlerine, çifte standartlara ve tahakküm diline karşıdır. Aynı zamanda yeni bir temsil arayışının da önünü açmaktadır.

HUKUKUN ASKIDA OLMASI VE TOPLUMSAL DİRENÇ

Adaletin terazisi siyasetin terazisine bağlandığında, hukuk bir ceza aygıtına dönüşür. Fakat halkın vicdanı susmuyor. Bu başlık, adalet talebiyle yükselen toplumsal direnci görünür kılmaktadır.

Modern devletin meşruiyet dayanağı hukukun üstünlüğüdür. Ancak Türkiye’de yargı, giderek siyasal iktidarın bir aygıtına dönüşmektedir. Özellikle muhalif aktörler hakkında açılan davalar, hukukun ceza aracı olarak işlediğini göstermektedir.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında yürütülen yargı süreci, bu eğilimin sembolik bir örneğidir.

Toplumda bu türden hukuksuzluklara karşı oluşan duyarlılık, özellikle genç kuşaklar nezdinde yeni bir siyasal bilinç üretmektedir. Üniversitelerdeki forumlar, sokak gösterileri ve dijital alandaki direniş söylemleri; adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil, meydanlarda da arandığını göstermektedir.
Hukuk artık yalnızca bir norm değil; halkın vicdanıyla bütünleşen bir değer alanıdır.

ADALET MERKEZLİ YENİ BİR DİN VE TOPLUM TASAVVURU MÜMKÜN

Bu yazı, İslam düşüncesindeki bazı kavramların tarih boyunca nasıl araçsallaştırıldığını ve çağdaş siyasal rejimlerin bu kavramlar üzerinden toplumu nasıl tahakküm altına aldığını ortaya koymuştur.
Kader, hilafet, itaat gibi kavramlar; iktidarın meşruiyetini tahkim ederken, adalet, özgürlük ve sorumluluk gibi asli ilkeler bastırılmıştır. Siyasal İslamcılık ise muhalefet edebiyatından iktidar pragmatizmine savrularak temsil krizini derinleştirmiştir.

Bugün yapılması gereken, dinin yeniden adaletle, sorumlulukla ve özgürlükle buluştuğu yeni bir düşünsel ve toplumsal zemin kurmaktır. Bu sadece siyasal yapının değişmesiyle değil; dini yorumlayan zihinlerin dönüşmesiyle mümkündür.

Kutsal olanı zalimin gölgesinden çıkarmak; dini, halkın sesi ve mazlumun çağrısı haline getirmek gerekmektedir.

Artık açıkça ifade etmeliyiz:

• Hakikate yaslanmayan hiçbir din dili sahih değildir.
• Adaleti öncelemeyen hiçbir siyaset meşru değildir.
• Sorgulamayan hiçbir toplum özgür değildir.

RECEP KARAGÖZ KİMDİR?

1999-2001 yılları arasında Almanya merkezli HDR’nin başkanlığını, 2009-2017 yılları arasında ise MAZLUMDER’in Genel Başkan Yardımcılığı ve Genel Sekreterliği görevlerini üstlendi.Recep Karagöz’ün, çok sayıda ulusal ve uluslararası yayında makaleleri yayımlanmıştır.

YORUMLAR (10)
10 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Bunlar da İlginizi Çekebilir