Görüşler

Lionel Trilling ve ahlaki gerçekçilik

Lionel Trilling ve ahlaki gerçekçilik

Anarşik Armoni kitabının yazarı Halil Turhanlı, kültür eleştirmeni Lionel Trilling'in savaş sonrası Amerika’nın düşünce dünyasında en ciddiye alınan entelektüellerinden biri olduğunu belirtiyor.

Roman kuramcısı, edebiyat ve kültür eleştirmeni Lionel Trilling savaş sonrası Amerika’nın düşünce dünyasında en ciddiye alınan, en fazla tartışma yaratan ve akademik çevrelerde hayli ağırlığı olan entelektüellerinden biriydi. Akademik kariyerinin neredeyse tamamını Columbia Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olarak geçirdi.

O da kuşağının diğer sol eğilimli parlak zihinleri gibi bir süre Partisan Review sayfalarında yazmıştı. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı, karşıt düşünce akımları ve politik görüşler arasındaki çatışmaların yoğunlaştığı bir dönemde saf değiştirdi. Bir zamanlar solda yer alırken 1950’lerde siyasi tavrını değiştirmesi eski dostlarından bazılarını ondan uzaklaştırdı. Irwing Howe, C. Wright Mills... Onunla olan dostluk bağlarını kopardılar.

Sosyal liberaller ya da diğer adlarıyla Yeni Anlaşma (New Deal ) liberalleri 1930’lardaki büyük ekonomik kriz döneminde bunalımın öncelikli mağdurları olan kır ve şehir yoksullarını korumak için ekonomiye müdahalesini, yoksullukla mücadele bağlamında devletin aldığı ve yürüklüğe koyduğu tedbirleri destekliyorlardı. Ekonomik alandaki tam serbestlik ilkesinin askıya alınmasını yararlı, hatta kaçınılmaz görüyorlardı.1930’ların başından itibaren uygulamaya konulan bu politikalara tam destek verdiler. Başkan Roosevelt’in büyük ekonomik bunalımdan çıkmak için doğru politikaları seçtiğini düşünüyor; bu politikaların daha uzun süre uygulanması, yerleşmesi, devamlılık kazanması için çalışıyorlardı.
1948’de Harry Truman’ın başkan seçilmesiyle Yeni Anlaşma politikalarının da bir bakıma sonu geldi. Buna bağlı olarak liberalizm de değişiklik geçirdi, yeni bir liberalizm belirdi: Komünizm tehlikesine öncelik tanıyan, SSCB’ne karşı ideolojik mücadeleyi öne alan soğuk savaş liberalizmi. Kısacası 1950’lere gelindiğinde Amerika’nın siyasal politik ve kültürel hayatında iki farklı liberalizm vardı. Bir yanda Yeni Anlaşma’nın sosyal reformlarının devam etmesini ve yerleşmesini isteyen Roosevelt yıllarının sol liberalleri, beri yanda komünizmi Amerika’nın geleceğini tehdit eden en büyük tehlike sayan Truman döneminin muhafazakâr liberalleri.

1940’lara değin sol düşüncelere yakınlık duyan, anti-Stalinist solun dergilerinde yazıları yayımlanan Lionel Trilling de soğuk savaş liberallerinin safına geçmişti. Tuttuğu yeni saftan, seçtiği yeni cepheden eski yol arkadaşlarını, onların düşüncelerini kıyasıya eleştirdi ve kabul etmek gerekiyor ki o soğuk savaş cephesinin en etkili ve en birikimli entelektüellerinden biriydi.

Edebiyat eleştirisinin doruğunu, “bir meslek olarak edebiyat eleştirmenliği”nin mükemmel örneğini temsil eden Trilling, aynı zamanda etkili bir kamu entelektüeliydi. Onun asıl tartışma yaratan yazıları, teşhis ve tespitleri sol çevreden koptuktan ve soğuk savaş liberallerinin saflarına katıldıktan sonra kaleme aldıklarıdır. En bilinen, en çok okunan kitabı Liberal Imagination (Liberal Düş gücü) bu dönemin denemelerinden oluşur. Söz konusu denemeleri gençlik ideallerini geride bırakmış, nadim olmuş ve sağda saf tutmayı seçmiş bir muhafazakarın dünyaya bakışını, kültürü ve edebiyatı yorumlayışını yansıtan metinler olarak görmek ve onlara kayıtsız kalmak çok yanıltıcı olur. Daha önce çeşitli dergilerde yayımlanmış olan bu denemeler sadece edebiyat eleştirisi de değildir. Trilling “ahlaki gerçekçilik” kavramını esas alarak politika ve kültür konularına da uzanır. Bir soğuk savaş liberalinin kaleminden çıkan ve savaş sonrası Amerikan solunun eleştirildiği bu metinlerde bir kararsızlık duygusu okunur. Karmaşık, kararsız ve çelişkilidirler. Çelişki içerdikleri ölçüde çekicidirler

Yeni-Muhafazakârların (Neo-Con’ların) siyasal ve kültürel hayata egemen oldukları 2000’lerde Trilling’e olan ilginin birden canlanması, kültür konusundaki analizlerinin yeniden değerlendirilmesi onun bu eğilimin öncüsü olduğu tezlerinin ileri sürülmesine neden olmuştur. Bu ancak bir dereceye kadar doğrudur. Trilling aynı zamanda hümanist değerlerin ve ideallerin de kararlı bir savunucusuydu. Modern kültürün derin bir bunalım içine yuvarlandığını, modern insanın içine düştüğü ruhsal ve zihinsel karanlığın çaresinin hümanist değerleri öne çıkaran bir eğitimden geçtiğini hayatının her evresinde dile getirdi. Unutmayalım, burada Yeni-Muhafazakârlarda hiç bulunmayan bir nitelikten söz ediyoruz.

Trilling’in tezleri, siyasi görüşleri paylaşılmasa da, yoğun itirazlarla karşılaşsa da inkâr edilmez bir entelektüel derinliğe sahipti ve ilgiyi her zaman fazlasıyla hak ediyordu. Dahası, yaşamının belirli evrelerinde siyasal görüşleri köklü biçimde değişti, ama her evrede tanıklık ettiği çağın trajik gerçekleri karşısında hümanist değerleri savundu, ahlaki bir duruş benimsedi. Hümanist geleneği geleceğe taşımaya çalıştı. Hümanist değerler üzerine kurulu bir gelecek tahayyül etti.

Trilling esasında iyi bir romancı olmayı arzuluyordu, onun tasarladığı bir romancı kariyeriydi. Bir roman yazdı da. Middle of the Journey (Yolculuğun Ortasında) başlığını taşıyan bu romanı ilk kez 1947’de yayımlandı. İkinci bir romana da başladığı, ancak yazma sürecinde ortaya çıkan metinden kendi de hoşnut olmadığı için yarıda bıraktığı ölümünden yıllar sonra Columbia arşivlerinde bulunan müsvedde ve notlarından anlaşıldı.

Trilling’in Matthew Arnold üzerine yazdığı incelemede Viktorya döneminin bilgesiyle ortak deneyini, kaygıları, tereddüt ve vazgeçişleri yaşadıkları anlaşılıyor. Adam Kirsch, Trilling’in 1939’da yayınlanan bu eleştirel biyografide Arnold’un entelektüel evrimi üzerinden kendi deneyimini analiz ettiğini, kendi deneyimine ayna tuttuğunu, Arnold’da kendi açmazlarının ve çelişkilerinin benzerini bulduğunu ileri sürüyor. Gerçekten, Arnold şair olarak başlamış, ama şiir yazma konusunda içinde karşı konulmaz bir istek barındırmadığını anladığında vazgeçmeyi uygun görmüştü. Trilling de romancı olmayı çok istiyordu, yolun başında isteği buydu; ama ortalama bir romancı olmaktansa iyi bir eleştirmen ve kuramcı olmayı seçti.

Trilling akademik kariyerinin neredeyse tamamını Columbia Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olarak geçirdi. Onun eleştirmen kimliği kadar akademisyen ve eğitimci kimliği de önemlidir. Edebiyatın pedagojik işlevini hatırlattı. Hümanist eğitimi bir ideal olarak savundu ve teşvik etti. Edebiyat bir toplumda hümanist değerlerin yaygınlaşmasında, yerleşmesinde önemli rol üstlenebilirdi.

O edebiyatın yoksullara yaklaşmada onları anlatmada adalet konusunu ele almada, genelde insan halini anlamada politik öğretilerden çok daha etkili olabildiğini belirtir. Bunu “ahlaki gerçekçi “edebiyatın başarabileceğini yazar. Ahlaki gerçekçi edebiyat ise ancak “ahlaki düş gücü”yle yaratılabilir. Kısacası, Trilling edebiyattın kaynağını oluşturan düş gücünün öncelikle “ahlaki “ olmasının önemini vurgular.
Trilling on dokuzuncu yüzyılın bazı yazarlarını “ahlaki gerçekçi “ (moral realist) olarak niteler ve onları över. Ona göre Henry James böyle bir yazardır. Princess Casamassima’nın ana karakterleri ahlaki bir saik ve iddiayla davranırlar. Henry James bu romanında bir yazar olarak ahlaki ve sosyal bir sorumluluk üstlenmiştir. Yoksulların ıstıraplarını duyururken onların onurlarını kırmaz. Trilling onun yoksullara bu yaklaşımın politik değil, ahlaki bir tavır olduğunu, “düş gücüyle” yazdığını vurgular. James’in sonraki romanlarına yöneltilen “toplumsal boşlukta var oldukları suçlaması” Princess Casamassima için geçerli değildir. On dokuzunu yüzyılın radikal ortamını ve eğilimlerini işlediği söz konusu romanında toplumu adalet ve adaletsizlik, reform ve devrim arasındaki çelişkilerin, çatışmaların alanı olarak kavramıştır.
Trilling’e göre ahlaki gerçekçi yazarların romanları toplumsal eleştiri için sağlam zemin oluşturur, insanın “ahlaki” seçimler yapmasına katkıda bulunurlar. Çağdaş edebiyatın böyle bir etkileme gücünde yoksun olduğunu da ekler. Ona göre modern edebiyat sadece topluma, toplumun geleneklerine meydan okuyor ve yanıltıcı bir özgürlük vaadinde bulunuyordu. Üstelik yıkıcıydı. Böylesi olumsuz niteliklere sahip olan bir edebiyatı akademik ortamda öğretmek, müfredata dâhil etmek sakıncalıydı.

Trilling, Columbia’da derslerini izleyen eski öğrencisi Allen Ginsberg’in şiirlerini de beğenmiyordu. Ginsberg, Uluma ve Diğer Şiirler 1956’da yayımlandığında kitabı Trilling’e gönderdiğinde eski öğrencisine bir mektup yazmış ve şiirleri beğenmediğini belirtmişti. Bu şaşırtıcı ve beklenmedik bir şey değildi. Columbia edebiyat profesörünün gözünde Ginsberg’in şiirleri onun yıkıcı, geleneklere meydan okuyucu olduğu için uzağında tuttuğu modern edebiyatın örnekleriydi. Biraz daha açalım: John F. Kennedy’nin 1963 ‘de öldürülmesini yeni bir aktivizm dönemi, yeni bir radikalizm dönemi izledi. Muhafazakar Trilling’in hiç hoşlanmadığı kaos yıllarıydı. “Uluma “ şiiri bir bakıma bu yeni dönemi haber veriyordu. Dolayısıyla, hiçbir yönüyle sevmediği kaos günlerinin habercisi olan bir şiiri beğenmesi beklenemezdi. Aşırılıklardan arınmış istikrarlı bir toplum tahayyül eden Trilling, Blake’in “aşırılığın yolu bilgelik sarayına götürür” sözünü asla onaylamadı. Oysa bu söz Ginsberg ve kuşağı için yol gösterici olmuştu.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir